Müslüman Mahallesinde Baas Propagandası Satmak

Esed rejiminin krizin başından beri yürüttüğü kampanyaya baktığımızda hem metod hem de retorik açısından İsrail’in Hasbara’sıyla önemli paralellikler taşıdığını görmek mümkündür.

Ortadoğu’da neşvünema bulmuş birçok çarpık yapının görüldüğü bir ülkedir Suriye. Örneğin, bölgede sömürge yıllarından bakiye kalan azınlıkları palazlandırma siyasetinin etkili bir şekilde hayata geçirildiği ülkelerden birisidir. Diğer taraftan bölgede Türkiye ve İran’ın da parçası olduğu Kürt sorununu Kürtlere vatandaşlık vermeyerek çözmüş (!) bir ülkedir. Bölgenin mustarip olduğu babadan oğula geçen “saltanat cumhuriyetlerinin” çarpıcı örneklerinden birisidir. Aynı zamanda Saddam’ın Irakı’, Mübarek’in Mısırı, Cezayir ve İran gibi bölgede yaygın olan “istihbarat cumhuriyetlerinden” de birisidir. En önemlisi, bölgedeki değişim ve statüko çatışmasının tüm safları hazır bir şekilde cereyan ettiği bir ülkedir.

Bu durum, Suriye’de dokunulan sinir uçlarının bölgedeki tüm aktörleri harekete geçirmesine ve Suriye krizinin bir iç meseleden çok bölgesel bir hesaplaşmaya dönüşmesine sebep olmakta. Bu hesaplaşma Suriye’de yoğun ve son günlerde Lübnan’da küçük ölçekli silahlı çatışmalara sebep olurken, önemli bir diğer çatışma da medya ve propaganda alanında cereyan etmekte. Mart 2011’de Derâ’da çocukların duvara “halk rejimin yıkılmasını istiyor” yazısı yazdığı günden bugüne Suriye rejimi, değişim talebine hem şiddetle hem de propaganda savaşı ile karşılık vermekte ve Soğuk Savaş yıllarını aratmayacak, organize ve gözüpek bir şekilde ilhamını bölgenin statükocu aktörlerinden aldığı bir propaganda kampanyası yürütmektedir.

BAAS HASBARA’SI

Suriye rejiminin en büyük ilham kaynağı, bölgede senelerdir sürdürdüğü işgalini, katliamlarını ve uluslararası hukuk ihlallerini sümenaltı etmekte, Mavi Marmara’da “katlettiği maktulu suçlu ilan edecek kadar mahirleşmiş” olan İsrail’dir. Esed rejiminin krizin başından beri yürüttüğü kampanyaya baktığımızda hem metod hem de retorik açısından İsrail’in Hasbara’sıyla* önemli paralellikler taşıdığını görmek mümkündür.

Bu kampanyada öncelikli amaç, çatışmanın tabiatının ve aktörlerinin tek tanımlayıcısı olma çabasıdır. Rejimin yansıttığı şekliyle Suriye’de yaşananların sebebi demokratikleşme talebi değil, direniş cephesinin önemli ülkesi olan Suriye’yi safdışı bırakma gayreti güden bir uluslararası komplodur. Filistin’de yaşananların sebebinin işgal ve uluslararası hukuk ihlali değil, “Ortadoğu’nun tek demokrasisi” İsrail’i ve demokratik değerleri hedef alan ve amacı İsrail’i gayrimeşrulaştırmak olan uluslararası bir girişim olduğu gibi… Suriye’deki çatışmaların müsebbibi binlerce sivil öldüren Suriye rejimi değil, dış destekli teröristlerdir. Filistin’de yaşananların müsebbibi de İsrail değil, dış destekli teröristlerdir. Öldürülen Suriyelilerin sorumluluğu Suriye’de El-Kaide’ye, İsrail’in öldürdüğü Filistinlilerin sorumluluğu ise Hamas ve Hizbullah’a aittir. Haklarını talep edenler terörist olarak tanımlandığında uluslararası “meşruiyet” de ardından gelmektedir ve bu noktada tartışma doğal olarak barışçıl göstericilerden teröristlere doğru kaymaktadır.

Örneğin Şam’da muhtelif yerlerde meydana gelen patlamaların üstüne yıkıldığı ve Suriye’de terörizmin anahtar kelimesi haline dönüşen Nusret Cephesi, nerden çıktığı ve neye hizmet ettiği belli olmayan bir el bombası görevini ifa etmektedir. Attığı her adımda muhalefeti hedef tahtasına oturtan ve rejimin eline koz veren bir örgütün kimden beslendiği ve neyi amaçladığı büyük bir soru işaretidir. Özellikle muhalefeti sindirmek konusunda büyük bir “başarıya” imza atan Cezayir’de FİS kıyımı sırasında derin devletin bu tarzda operasyonlara giriştiği bilinirken, Nusret Cephesi adıyla ortaya çıkan yapılanmanın Suriye rejiminin propaganda aygıtının kanlı bir parçası olduğu şüpheleri güçlenmektedir.

BEYNELMİLEL MEDYA ORDUSU

Propaganda savaşının rejim için en etkili aracı, yine İsrail’in de çok aktif bir şekilde kullandığı medyadır. Esed rejimi retorik ihracı kampanyasını Suriye içerisinde sahip olduğu imkanlarla, bölgesel müttefiklerinin kanalıyla ve Türkiye gibi ülkelerdeki vazifeli veya gönüllü fedaileriyle yürütmektedir. Suriye rejimi, Suriye TV ve Ed-Dünya TV gibi TV kanalları, Tişrin, El-Vatan, El-Baas gibi gazeteler ve SANA Haber Ajansı aracılığıyla ülke içerisinde bilgi dağıtımını tekelinde tutmaya çalışmakta diğer taraftan da özellikle İran, Rusya ve bazı Türk ve Arap kanalları üzerinden de resmi retoriği dışarıya ihraç etmektedir. Örneğin, SANA Türkiye’ye dair “çarpıcı” gelişmeleri yayınlarken bazı ulusalcı kanallardan beslenmekte, bu kanallar da Suriye haberlerini Suriye resmi retoriğine göre şekillendirmektedir. Press TV’nin örneğin Hatay’daki kamplarla alakalı attığı bir iftira, SANA’da kendisine büyük yer bulmakta, ulusalcı kanallar da bu iftiralar üzerinden Türk hükümetini suçlamaktadır.

Baas propagandasının Türkiye’deki tezahürlerine baktığımızda karşımıza üç ana cenah çıkmakta. Birinci grupta yolları daha önceden Baas rejimi ile kesişmiş, rejime ideolojik aidiyet hisseden ve Türkiye’de konuşlanmış zevat yer almakta. Diğer grubu Suriye’deki olaylara “muhalefet diskuruna muhalefetle” yaklaşan ve Suriye’yi farklı açıdan okuma çabasının kendilerini Suriye resmi retoriğine sürüklediği kesimler oluşturmakta. Sonuncu grubu ise Suriye meselesini hükümeti eleştirmek için altın fırsat olarak gören ve Suriye rejiminin retoriğine bir iç muhalefet malzemesi olarak sarılanlar teşkil etmektedir.

Bu noktada Suriye rejimi için İsrail’in de periodik bir şekilde tertip ettiği gazeteci turları önemli bir vazife ifa etmektedir. Değişik vesilelerle tertip edilen bu turlarda İsrail’de terörizmin acımasızlığı ve İsrail devletinin “çölün ortasında bir vaha yaratması” anlatılırken, Suriye’de ise her şeyin normal olduğu, bir avuç teröristin huzursuzluk çıkardığı ve rejimin seçimlere gitmek gibi reform adımları attığı hikayeleri anlatılmakta. Rehberler eşliğinde gerçekleştirilen turlarda seçmece sandık ziyaretleri, Şam’ın eğlence ve sayfiye mekanlarına geziler ve dublörlerle röportajlar gerçekleştirilirken, asıl çatışma alanlarından ve gerçek muhalefetten uzak tutulan bu gazetecilerin “bir kısmı” Suriye’den döndüklerinde “Suriye’de hiçbir şey anlatıldığı gibi değil” minvalinde yazılar yazmaktalar. Bu tarz yazılarla “Esed rejimi yıkılmak üzere” iddialarında bulunanlarla birlikte propagandanın iki zıt ucunu temsil etmekteler.

Suriye’deki olaylar bağlamında Türkiye’de cereyan eden tartışmalar, birkaç ana tema etrafında yoğunlaşmaktadır. Bunlardan birincisi yukarda bahsedilen şekilde çatışmanın dinamiklerini ve aktörlerini tanımlama çabasıdır. Buna göre muhalefet masum değil, Esed rejimi de eli kanlı katil değildir. Suriye halkının büyük çoğunluğu Esed’i seviyor ve destekliyor, muhalefet ise ülkeyi bir iç savaşa çekmek istiyor. Esed’in sosyal bir tabanı vardır ama halkın çoğunluğunun desteğine sahip olduğu iddiası en başta sosyoloji bilimine aykırıdır. Halkı göstericilerden devrimcilere dönüştüren rejimin aylardır aralıksız başvurduğu şiddettir. Meselenin en ilginç tarafı, aynı zevatın Arap Uyanışı’nın daha önceden uğradığı Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerdeki muhalefeti destekler gibi görünmeleri, fakat en az bu ülkeler kadar baskı altında yaşayan ve devrim için tüm siyasi, ekonomik ve sosyal şartların oluştuğu Suriye’de halkın değişim taleplerini emperyalist bir komployla açıklama çabalarıdır.

Bir diğer tema ise Türkiye’deki kamplarda Suriyelilerin kötü muamele gördüğü suçlamalarıdır. Ortak kaynaktan türeyen ve İran, Rusya, Suriye ve zayıf da olsa Türkiye’de de yankı bulan bu suçlamalar, tecavüz iftiralarına varacak kadar seviyeyi düşürmüş ve kampların kurulmasının üzerinden henüz 4-5 ay geçmeden “kamplarda gayrimeşru çocuklar doğdu” iddialarına varacak kadar temelsiz iftiralar boyutuna ulaşmıştır. Oysa kampları ziyaret eden ve “rehbersiz” inceleme fırsatı bulan birisi olarak benim ve diğer birçok uluslararası gözlemcinin de ifade edebileceği gibi Türkiye’de Suriyelilerin barındığı kamplar dünyanın dört bir yanındaki muadillerinden daha iyi durumdadır ve rejim propagandasına malzeme olan hadiselerin meydana gelmesi mevcut kamp koşulları dahilinde olanak dışıdır.

PROPAGANDA UÇAR HAKİKAT KALIR

Yine iddialara göre Türkiye, ABD’nin, Körfez ülkelerinin ve İsrail’in “gazıyla” hareket etmekte ve bölgesel itibarını zedelemektedir. Oysa, yapılan tüm kamuoyu yoklamaları, Ortadoğu halkları arasında Suriye’ye yönelik politikaları en fazla takdir edilen ülkenin Türkiye olduğunu, diğer taraftan ise Hizbullah ve İran’ın popülaritesinin düştüğünü ortaya koymaktadır. Ayrıca, Baas propagandistlerinin Türkiye’nin Suriye konusunda ABD, Körfez ülkeleri ve İsrail ile aynı frekansta olduğu iddiası da en hafif tabirle sığ bir iddiadır. İsrail, kuzey sınırını güvenli tutan ve iyi tanıdığı Baas’ın kalmasından yanadır. ABD ise İran’a zarar vermek isterken diğer taraftan da Suriye’de rejim değişikliğiyle İsrail’i zora sokmaktan kaçınmaktadır, Körfez ülkeleri ise bölgesel hesaplaşmaların peşindedir. Türkiye ise yanı başında binlerce insanın hayatını kaybettiği Suriye’de rejimle diyalogdan muhalefete açık, barışçıl desteğe kadar her opsiyonu denemiş ve tüm çabalara rağmen askeri müdahaleye hem kendi milli çıkarları için hem de Suriye halkı için sıcak bakmamıştır.

Baas propaganda aygıtı kuyuya taş atmaya devam etmektedir, ilginçtir ki propagandalarını İsrail’in metotlarıyla yürütürken İslam dünyasındaki İsrail karşıtlığından meşruiyet peyda etmeye çalışmakta, İsrail ise Baas’ın selametini temenni etmektedir. Türkiye’de Baas propagandası satanlar ise faaliyetlerini Suriye’de asla bulamayacakları demokrasi sayesinde yürütebilmektedir. Nihayetinde propaganda uçacak, hakikat kalacak.

*Hasbara: İsrail’in resmi propaganda aygıtına karşılık gelen sözcük.

  Star / Açık Görüş (27.05.2012)

Etiketler: