Analiz: PKK Silah Bırakmak İstiyor mu?

PKK'nın gündeminde Kürt meselesi gerilemeye devam ettikçe BDP de siyaseten anlamsızlaşmaya devam edecektir. BDP siyaseten geriledikçe oluşan boşluk, AK Parti düşmanlığı motivasyonuyla BDP adına doldurulmaya ve şekillendirilmeye devam edilecektir. Cumhuriyet tarihinin mezaliminin müsebbibini, yıllar sonra AK Parti olarak bulan sol-anakronizm ve PKK; bölgemizde yaşanan vekalet savaşında Baasçılığa oynamaktan hiç de rahatsız olmamaktadır. Kaderini Baasçılıkla eşitlemiş bir yapının demokratik bir zemine gelmesini veya oluşması için engel olmamasını beklemek neredeyse imkânsız hale geldi. PKK'nın bu trajik tercihi sadece kendisini ilgilendirmiyor. PKK Kürtlerin ve Türklerin maliyetine Türkiye'ye bedel ödetiyor. Bunu zihnen rahatsız olmadan yapabilmek için iki şeye karar vermesi yeterliydi: dağda kalacağız ve silah bırakmayacağız. Son saldırıları bu kararlarının delilidir. Bu karar ne yeni Türkiye'yi ne de yeni bölgesel dengeleri okuyamamanın da bir başka tezahürüdür.

24 askerin şehit olmasına yol açarak tarihinin en kanlı dördüncü saldırısını gerçekleştiren PKK’nın bu saldırıyla neyi amaçladığını okumayı bir kenara bırakıp bu saldırının nasıl bir PKK tablosunu ortaya koyduğuna odaklanmak gerekir. Bugüne kadar PKK’ya yönelik analizlerin önemli bir çoğunluğu, PKK’nın silah bırakmak istediği varsayımından yola çıkarak uygun şartları hazırlamak üzere devlete seslenmeyi teşkil etmekteydi. Ancak, son yıllarda, içeride ve dışarıda yaşanan gelişmeler ve devletin Kürt meselesine ve PKK’ya yönelik strateji değişikliğin, çatışmanın durması için şartları her zamankinden daha fazla uygun hale getirmiş durumdaydı. Şiddeti sonlandırmaya yönelik bu objektif koşullara rağmen, PKK’nın, tarihinin en kanlı saldırılarından birini gerçekleştirmiş olması, PKK olgusunu yeni bir perspektifle ele almayı zorunlu hale getirmektedir.

Milenyumun ilk on yılı ülkemizde, bölgemizde ve dünyada yapısal değişikliklere şahitlik ettiğimiz bir dönem oldu. Dünyada 11 Eylül ile başlayan yeni düzen tartışmaları, Türkiye’de cumhuriyet tarihinin en radikal demokratikleşme adımları, bölgemizde ise Arap Baharıyla yeni bir dönemin başladığını tescillemiş oldu. Türkiye’de yarım asırlık vesayet rejimi sahneyi terk ederken, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da onlarca yıldır iktidarda olan isimler teker teker tarihin sahnesine dönmek zorunda kaldılar. Bütün bu yapısal kırılmalar yaşanırken 30 yıldır Türkiye’nin gündeminde kalmaya devam eden PKK, yaşanan değişimin ana ekseniyle beraber hareket edemediler.

Kürt Meselesine dair ciddi adımlar atılmasına ve “bu sorun çözülecek” algısı oluşmasına rağmen PKK 1970’lerin sonunda başlattığı hareketin söylemini de lider kadrosunu da neredeyse tarih içinde dondurarak tarifi zor bir anakronik unsura dönüştü. Artık tarihi şahsiyetlere dönüşen, 30 yıldır aynı isimlerin, aynı söylemlerinin, aynı taktiklerinin var edegeldiği örgütün ismi PKK’dır. Türkiye’de ve Ortadoğu’da PKK liderliği ile yaşıt olan hiç bir demokratik liderlik işin tabiatı gereği bulunmamaktadır. PKK liderliğinin yaşdaşları iki gün önce öldürülen Kaddafi tarzı isimlerden başkaları değildir. PKK adeta kendisini “dağda unutmuş” bir örgüte dönüşerek, siyasetten hızla uzaklaşarak bir antropoloji meselesine doğru evrilmektedir. Bu hali ile “hangi somut çözüm stratejisi ile dağdan indirilebilirler?” suali ayrı bir muamma haline gelmiştir. Eski Türkiye yıllarında “PKK silahları nereye bıraksın” şeklinde formüle ettiğimiz sualin bu günlerde bir karşılığı da fazlaca kalmadı artık. PKK-MİT görüşmeleriyle devletin yukarıdaki soruya cevap aradığı ortaya çıkmışken mezkûr sorunun artık bir anlamı kalmadığı gibi yeni ve oldukça basit bir sualin de önü açılmıştır: PKK, bütün şartlarını kendisi belirlese bile, silah bırakabilir mi?

Demokratik Açılım süreci ve Arap Baharı’nın belirlediği demokratikleşme parantezine Reşadiye saldırısından itibaren şiddeti ve çatışmayı artırarak cevap veren PKK, kendisini, geri dönemeyeceği üç sacayağı üzerine oturttu. Birincisi, PKK, Kürt meselesi ile varoluşsal bağını anlamsızlaştırdı. Kürt meselesine dair yaşanan gelişmelerle ve çözümle ilgilenmediğini açıkça ortaya koymuş oldu. İkincisi, PKK, eski Türkiye’nin anti-demokratik unsurlarının ve diskurlarının bir tenasüh şeklinde kendi cesedinde tecessüm ederek AK Parti düşmanlığı yapabilmeleri için konforlu bir siyasi platformun adresi haline geldi. Üçüncüsü, AK Parti’yi hedef alarak Türkiye düşmanlığı yapan bölgesel ve uluslararası vekâlet savaşının sıradan aparatı haline geldi. Bu üç sacayağı da, PKK’nın varlığını meşrulaştırdığı gerekçelerle, Kürt meselesiyle, bağını koparmasına yol açtı. Bugün PKK içinde filizlenen ayrışmalar ve aktör çeşitlilikleri, PKK’nın varlık sebebini bir kenara bırakarak, elindeki şiddet mekanizmasını kutsamasından ve iktidara tahvil etmesinden kaynaklanıyor. Bu durum, gün geçtikçe, PKK’nın daha fazla ulusal ve bölgesel siyasal dinamikleri ıskalamasına, jeopolitik dengeleri yanlış okumasına ve kendisini dağa mahkûm etmesine yol açıyor.

PKK’nın gündeminde Kürt meselesi gerilemeye devam ettikçe BDP de siyaseten anlamsızlaşmaya devam edecektir. BDP siyaseten geriledikçe oluşan boşluk, AK Parti düşmanlığı motivasyonuyla BDP adına doldurulmaya ve şekillendirilmeye devam edilecektir. Cumhuriyet tarihinin mezaliminin müsebbibini, yıllar sonra AK Parti olarak bulan sol-anakronizm ve PKK; bölgemizde yaşanan vekalet savaşında Baasçılığa oynamaktan hiç de rahatsız olmamaktadır. Kaderini Baasçılıkla eşitlemiş bir yapının demokratik bir zemine gelmesini veya oluşması için engel olmamasını beklemek neredeyse imkânsız hale geldi. PKK’nın bu trajik tercihi sadece kendisini ilgilendirmiyor. PKK Kürtlerin ve Türklerin maliyetine Türkiye’ye bedel ödetiyor. Bunu zihnen rahatsız olmadan yapabilmek için iki şeye karar vermesi yeterliydi: dağda kalacağız ve silah bırakmayacağız. Son saldırıları bu kararlarının delilidir. Bu karar ne yeni Türkiye’yi ne de yeni bölgesel dengeleri okuyamamanın da bir başka tezahürüdür.

Sabah/Perspektif-22.10.2011

Etiketler: