‘Güvenli Bölge’ Ne Kadar Güvenilir?

Türkiye'nin burada dikkat etmesi gereken nokta, hem insani hem de stratejik açıdan ihtiyaç duyduğu "güvenli bölge"nin oluşturulması ve korunmasında ABD'ye ne kadar güvenebileceğinin hesabını iyi yapmasıdır.

SETA uzmanları Türkiye-Suriye sınırında ‘güvenli bölge’ oluşturulması hakkında değerlendirmelerde bulundu.

TÜRKİYE NEDEN GÜVENLİ BÖLGE İSTİYOR? * KEMAL İNAT

Çatışmaların yoğun olarak yaşandığı Ortadoğu bölgesinde “güvenli bölge” ve “uçuşa yasak bölge” uygulamalarına örnekler bulmak mümkün. Bunların en bilineni, 1991 Körfez Savaşı sonrasında Saddam Hüseyin yönetimine karşı çıkan isyanın bastırılmasının ardından Halepçe’de yaşanan katliama benzer bir soykırım yaşanmasından korkan Iraklı Kürt ve Şii Arapların Türkiye ve İran sınırına kaçması üzerine Kuzey Irak’ta oluşturulan “güvenli bölge”dir. Suriye’de çok daha büyük bir insani dram yaşanmasına rağmen bugüne kadar Suriye topraklarında “uçuşa yasak bölge” ya da “güvenli bölge” oluşturulması mümkün olmamıştır. Çünkü bu tür uygulamaların ardında çoğu zaman insani gerekçelerden çok siyasi çıkar hesapları yatmaktadır. 1991’de Irak’ta “güvenli bölge” uygulamasına öncülük eden ABD’nin asıl amacı, uzun vadeli hedefi olan Saddam Hüseyin’in devrilmesi sonrasında ona alternatif olacak ve kendisiyle işbirliği yapacak muhalefeti şekillendireceği bir kurtarılmış bölgenin oluşturulmasıydı. Suriye’de oluşturulması gündeme gelen “güvenli bölge”nin kontrolünün kimin elinde olacağı sorusu da bu açıdan büyük önem taşımaktadır. Bu ülkeden gelen ve arkası bir türlü kesilmeyen mülteci akınını engellemek ve sınırındaki DAEŞ varlığını sonlandırmak isteyen Türkiye, bu amaçla oluşturulmasını istediği “güvenli bölge”nin kontrolünün kendisine yakın gördüğü Suriyeli muhaliflerin elinde olmasını arzu etmektedir. Bu şekilde Fırat’ın doğusundaki Cerablus’tan Azez’e kadar uzanan sınır bölgesinin de PYD’nin kontrolüne girmesi engellenmiş olacaktır. Ancak bu noktada Ankara ile Washington’un çıkarları çatışmaktadır. Türkiye meseleye hem mülteciler nedeniyle insani hem de DAEŞ ve PYD nedeniyle stratejik çıkarları açısından bakarken, ABD sadece çıkarları açısından bakmaktadır. Suriye politikasını neredeyse DAEŞ ve Nusra Cephesi ile mücadeleye indirgeyen Washington yönetimi ülkedeki insani trajedinin baş sorumlusu olan Esad yönetiminin devrilmesini artık kendi çıkarları açısından önemli görmemekte ve NATO müttefiki Türkiye’nin güvenliğine büyük tehdit oluşturan PKK/PYD ile mücadele konusunda ise Ankara ile dayanışma içerisinde olmaya istekli görünmemektedir. Bu tablo, ABD ile ancak çıkarların uyuştuğu durumlarda işbirliği yapılabileceğini bir defa daha gösterirken, “güvenli bölge” uygulamasının da Ankara ile Washington arasındaki pazarlıklarda bir çıkar uzlaşısının sağlanması durumunda mümkün olabileceğini ortaya koymaktadır. Türkiye’nin burada dikkat etmesi gereken nokta, hem insani hem de stratejik açıdan ihtiyaç duyduğu “güvenli bölge”nin oluşturulması ve korunmasında ABD’ye ne kadar güvenebileceğinin hesabını iyi yapmasıdır.

ABD BU KEZ ‘GÜVENLİ BÖLGE’YE HAZIR MI? * HASAN BASRİ YALÇIN

Güvenli bölge tartışmalarının muğlaklaştığını belki de biraz da muğlaklaştırıldığını düşünmek mümkün. Türk tarafı için güvenli bölge kurulmasını istemek kadar doğal bir adım olamaz. Amerikan tarafının ise bu güvenli bölge fikrine ilk günden bu yana çok sıcak bakmadığını biliyoruz. Suriye’de uzun süredir devam eden çözümsüzlüğün başta Türkiye olmak üzere bölgesel aktörleri oldukça çok rahatsız etmesine karşın, Amerikan tarafı için çok acil görülmemesi baştan bu yana Suriye konusunda Türkiye ve Amerika gibi iki müttefikin farklı düşünmesinin sonucu. Bu makas ne derece kapanır bunu bilmek mümkün değil, ama kısa sürede bu makasın daralmasını beklemek de iyimserlik olacaktır. Uçuşa yasak bölge ilan etmek, Suriye iç savaşına uluslararası bir müdahale gerçekleştirmek gibi tüm önerilerde olduğu gibi Amerikan tarafı Türkiye’nin güvenlik kaygılarını karşılayacak adımlar atmaktan uzak durdu. Hem güvenli bölgeden daha ileri olması hem de zamanlaması bakımından bu tedbirlerin alınması pek beklenmiyordu ve öyle de oldu. Amerika bir şekilde bu adımları atmaktan kaçınmayı başardı. Bununla beraber, zaman içerisinde Türkiye ve Amerika’nın en azından belli konularda birbirlerine yaklaştığını gözlemledik. Özellikle İncirlik üssünün kullanımında ve DAEŞ, PKK gibi terör örgütleriyle mücadelede varılan mutabakattan sonra işbirliği konusunda daha iyimser olunabilir. Diğer taraftan kurulması beklenen güvenli bölgenin mahiyeti düşünüldüğünde Amerikan tarafının ikna olmasını gerekli kılacak bir değişimden söz edilemez. Amerika hala çözüm üretme konusundaki isteksizliğini devam ettirirken ve hala ortada kapsamlı bir plan yokken bu adımı atmak konusunda çekinceli davranacaktır. Amerika, Türkiye ile vardığı mutabakatı da korumak isteyeceğinden güvenli bölge meselesini mümkün olduğunca zamana yaymaya çalışacaktır. Eğit donat ve diğer bazı çözüm önerileri örneklerinde olduğu gibi bir tutum izlemesi ve ipe un sermesi kimseyi şaşırtmaz.

GÜVENLİ BÖLGE-DAEŞ DENKLEMİ * CAN ACUN

Uzun bir süre Türkiye’yi doğrudan muharip bir unsur olarak karşısına almama politikası izleyen DAEŞ, Suruç saldırısıyla birlikte PKK-PYD unsurlarıyla Irak-Suriye hattında yürüttüğü mücadeleyi Türkiye topraklarına taşıyarak bu politikasını sonlandırmış oldu. DAEŞ’in politika değişikliğinde sınır hattında örgüte karşı hayata geçirilen yeni angajman kuralları ve son dönemde gerçekleştirilen tutuklamaların etkili olduğu düşünülebilir, ancak burada asıl belirleyici olan gelişme Türkiye’nin DAEŞ ve Esed rejimi arasında Haseki’de gerçekleşen (Halep’te Suriye muhalefetinin yenilgiye uğratılması için ortak hareket etme kararı alınan) gizli bir görüşmeyi deşifre etmesi ve ardından bölgedeki askeri tahkimatını artırarak Azez’den Halep’in merkezine kadar uzanan alanda muhalifleri koruma altına almaya yönelik adım atması olmuştur. Türkiye’nin -PYD’nin Fırat’ın batı yakasına geçmesini önlemeye yönelik bir yönü de olmakla birlikte- Azez- Cerablus arasında 90 km’lik uzunlukta ve güneye doğru yaklaşık 40 km’lik bir alanı kapsayacak “güvenli bölge” oluşturma çabası,esasında DAEŞ- Esed ad hoc ittifakının Halep’te muhalifleri yenilgiye uğratma stratejisini bertaraf etmeye yöneliktir. ABD ile varılan mutabakat çerçevesinde DAEŞ unsurlarının hava saldırılarıyla bu alanda yumuşatılması ve ardından Suriyeli muhaliflerin (Türkmen yoğunluklu olmak üzere) bölgeye konuşlanmasına yönelik bir süreç başlatılmıştır. Bununla birlikte, DAEŞ cephesinden “güvenli bölge”ye bakıldığında bu hat örgüt için iki açından vazgeçilemeyecek kadar önem arz etmektedir. Birincisi, Azez-Cerablus hattı Irak-Suriye derinliğinde DAEŞ’in elindeki kuzey sınır hattında kalan son bölgedir, buranın kaybedilmesi lojistik ve yabancı savaşçı temini konusunda ciddi bir sıkıntı yaşamasına neden olacaktır. İkinci ve daha önemlisi, ise kendisi adına elimine edilmesi gereken önemli bir rakip olarak gördüğü Suriyeli muhalifleri Halep’te yenilgiye uğratma stratejisinin başarısızlığa uğrayacak olması ve “güvenli bölge”nin temini sonrası adım adım Fırat’ın batı yakasından temizleneceğini ve Bab ve Menbic gibi önemli yerleri kaybedeceğini görmesidir. Bu anlamda örgütün Tel Abyad’dakine benzer şekilde hızlı bir geri çekilmeden ziyade burada tutunmaya çalışacağı ancak tahammül edilemez kayıplar vermesinin arından güney ve güney-doğu hattına doğru çekilebileceği öngörülebilir.

[Sabah Perspektif, 15 Ağustos 2015]

Etiketler: