Bank Asya’ya El Konulması Ülke Menfaatine

Sadık Ünay, TMSF tarafından Bank Asya'ya el konulmasının ülke menfaati açısından doğru olduğunu belirtti.

Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Ekonomi Direktörü Doç. Dr. Sadık Ünay, Akit’e konuştu.

TMSF tarafından Bank Asya’nın yönetim kurulunu belirleyen imtiyazlı payın yüzde 63’üne el konulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Kamuoyunda genel itibariyle bilinen mesele A grubu denilen imtiyazlı, kontrol hakkı olan hisselerin yüzde 63’üne TMSF el koydu. Ayrıca yönetime de yeni kişiler atadı. Yani burada bir mülkiyet devri falan yok ama yönetimin en azından TMSF’nin kontrolüne alındığını görebiliriz. Bu durumu ekonomide, finansal hayatta devlet denetiminin devreye girdiği kritik bir an diye görmek lazım.

Bank Asya’ya el konulmasının 17-25 Aralık süreçleriyle bir ilgisi var mı?

– Tabii ki bunun 17-25 Aralık süreçleriyle alakası var. Bu durum oradan devam eden bir sürecin sonucunda ortaya çıkıyor. Bank Asya’nın ve ilgili olduğu grubun, hükümet karşıtı girişimlerini biliyoruz ama şu an yapılan iş o anlamda siyasi bir eylem değildir. Bu ekonomik bir eylemdir. Türkiye’deki bankacılık sistemini, finans sistemini ayakta tutmak için yapılan bir eylemdir.

Geçtiğimiz yıl zarfında özellikle Bank Asya’nın imajı bozuldu. Yani o girilen siyasi mücadeleden ve devletle taban tabana zıt bir yerde kalmasından dolayı kamunun büyük şirketleri oradaki mevduatlarını çektiler. İkincisi o grupla beraber anılmak istemeyen büyük sermaye sahipleri de mevduatlarını çekti. Bank Asya’nın sermayesinde ve içindeki mevduat dengesinde büyük bir açık oluşmuştu ve zarar ediyordu.

Bank Asya’nın 2014’ün son çeyreğinde 300 milyon civarında bir zararı var. Bu zararını kapatmak için sürekli yeni ortaklar alma, bankaya bir şekilde sermaye transferi yapma gibi çalışmalarla, açılan deliği yamama gibi geçici pansuman tedbirlerini yapmaya başladılar. Şimdi bankacılıkta bu tür şeyler çok tehlikelidir. Yani işin bu tarafını 17-25 Aralık sürecinden bağımsız görmek lazım.

TMSF, Bank Asya’ya el koymasaydı daha mı kötü olurdu?

– Daha kötü olurdu. Çünkü aradan birkaç sene daha geçtikten sonra Bank Asya’nın içerisindeki açıklar kapatılmasa bir yerde patlayabilirdi. Banka hiç kimsenin tahmin etmediği bir anda iflas etseydi, o gruba bağlı diğer şirketlerde de arka arkaya iflaslar olurdu. Çünkü Bank Asya, o grubun kendisiyle ilgili diğer şirketlerini de bir anlamda fonluyor. Onlarla ilgili çok yakın ilişkiler var. Bu durumun Türkiye ekonomisine geniş yansımaları olurdu. Bu sefer insanlarda, “Burada seri iflaslar olurken, devlet niye zamanında devreye girmedi” şeklinde tepkiler söz konusu olurdu. Devlet bir bakıma bunun önüne geçti. Yani TMSF tarafından Bank Asya’ya el konulması ülke menfaatinedir. Aslında bir problem çok fazla büyümeden, sistemi tehdit edecek bir hale gelmeden olduğu yerde durduruldu. Sorun bir anlamda kontrol altına alındı.

Bank Asya’ya el konulmasının ideolojik bir karar olduğunu iddia edenler var. Siz bu iddiaları nasıl görüyorsunuz?

– İdeolojik bir karar olsaydı 17 Aralık’tan hemen sonra ertesi gün TMSF, bankaya el koyardı. Bu yüzden ideolojik değildir.

Bank Asya’da 122 hayali ortak olduğu ve bu kişilerin kim olduğunun belli olmadığı söyleniyor. Bu durum Bankacılık Kanunu’na göre şeffaflığı gölgede mi bırakıyor?

– Bankacılık Kanunu’nun 18. maddesinde bu konudan bahsediliyor. BDDK, Bank Asya’dan sürekli ortaklarla ilgili bilgi istiyor. Çünkü ortaklıklarla ilgili çok sık değişiklikler oluyor. Onlarla ilgili uzun süre bilgi verilmiyor. Limit olarak verilen tarih 15 Ocak geçiliyor, son tarih 1 Şubat geçiliyor. Sonra böyle bir karar alınıyor. Burada sükunetle bu yasal sürecin devamını izlemek lazım.

AMERİKA’DA DA BANKA BASILDI, DEMOKRASİ ELDEN GİTMEDİ

Bu yasal sürecin devamında ne olur, TMSF komple Bank Asya’yı alır mı?

– Hukuki süreç işleyecek. İncelemeler sonucunda ya Bank Asya’ya tamamıyla el konulacak ya da bir şey yokmuş denilip, geri verilecek. Küresel kriz zamanında da böyle şeyler oldu. Amerika’da Lehman Brothers Bankasını, AIG şirketini FBI güvenlik kuvvetleriyle gidip bastı. Yani oralarda operasyon yaptı. Bunlar olunca Amerika’da “Demokrasi elden gidiyor” diye söylemler olmadı. Şimdi burada önemli olan finansal hayatta şeffaflığı korumaktır.

Şu anda bir kişinin Bank Asya’da hesap açması doğru mu veya Bank Asya’da hesabı varsa kapatmalı mı?

– 17-25 Aralık sürecinden sonra birçok insan oradaki hesaplarını kapatıp paralarını çekmiştir. Bu bir rasyonelitedir. Sonuçta yarın bir gün banka batarsa siz paranızın batmasını istemezsiniz. Kendi rasyonelitenizi dinliyorsanız öyle karar vereceksiniz. Şu ana kadar o ayrışma sağlandı. O grupla anılmak istemeyen işadamları, yatırımcılar zaten sermayelerini çektiler.

MERKEZ BANKASI’NIN CİDDİ BİR REFORMA İHTİYACI VAR

Merkez Bankası, faizi indirmiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Merkez Bankası’na faiz inerse enflasyonun ineceğini belirtiyor. Erdoğan ile Merkez Bankası arasındaki faiz-enflasyon tartışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Burada iki tane pozisyon var. Birincisi, Sayın Cumhurbaşkanının aldığı tavır biraz daha ekonomik büyüme taraftarı, biraz daha kalkınmacıdır. Bir tarafından tabii siyasetçi olduğu için halka dokunabildiği için bir de seçilen Cumhurbaşkanı olduğu için halkın, kobilerin, genel orta ve büyük ölçekli işletmelerin, esnafların, çiftçilerin taleplerini, onların nabzını tutabiliyor.

– Türkiye, 2003-2008 arası küresel krize kadar ortalama yüzde 5.5-6 büyüme ile gidiyordu. Yani 5’in altına inmedik. Yüzde 7-8’lerde görüldü. Yüzde 5-5.5 büyüme Türkiye için bir limitti. Biz küresel krizden çıkıştan sonra “Çok hızlı gideriz, ekonomide kriz çıkarırız” diye frene basarken aslında biraz fazla frene bastık. Genelde Merkez Bankaları burada temkinli gider. Bizim Merkez Bankası’nın temkin miktarı ise biraz normalin üzerinde oldu.

Merkez Bankası’nın tavrı nasıl oldu?

– Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın tavrı biraz arada sıkışmış gibidir. Belli zamanlama hataları var. Mesela 17-25 Aralık sürecinden sonra belki yavaş yavaş faiz artırımı yapılabilecekken biraz bekleyip ondan sonra 5,5 puanlık bir artış yaptı. Bu tepki çeken bir karardı. Belki daha önceden daha küçük artırımlarla o süreç atlatılabilinirdi.

Türkiye’nin ekonomi anlamında gidişatı nasıl?

– Küresel krizi atlattık aslında ama şimdi de farklı meydan okumalar var. Gelişmiş ülkelerin ekonomilerinde durgunluk var, yeterince tüketim yok. Bu anlamda yatırımcıların yeterince güveni yok diyebiliriz. Gelişmekte olan ülkelerde de ihracat pazarlarında daralma var. Onlar da üretip çok fazla satamıyorlar. Çin bile yüzde 10’lardan yüzde 7’lere düştü. Türkiye’de yüzde 3-4 arasında gidip geliyor. Bu aslında istediğimizin altında ama kötü bir performans değil. Küresel gelişmelere baktığımızda Türkiye iyi yolda diyebiliriz.

Türkiye’nin ekonomi anlamında gidişatı nasıl?

– Küresel krizi atlattık aslında ama şimdi de farklı meydan okumalar var. Gelişmiş ülkelerin ekonomilerinde durgunluk var, yeterince tüketim yok. Bu anlamda yatırımcıların yeterince güveni yok diyebiliriz. Gelişmekte olan ülkelerde de ihracat pazarlarında daralma var. Onlar da üretip çok fazla satamıyorlar. Çin bile yüzde 10’lardan yüzde 7’lere düştü. Türkiye’de yüzde 3-4 arasında gidip geliyor. Bu aslında istediğimizin altında ama kötü bir performans değil. Küresel gelişmelere baktığımızda Türkiye iyi yolda diyebiliriz.

Türkiye’de Başkanlık sistemine geçilirse ekonomi daha mı iyi olur?

– Başkanlık sisteminin koordinasyon avantajı var. Şimdi bizde Kalkınma Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı, finansla ilgili bakanlıklar gibi çok fazla bakanlık var. Bunların hepsi kendi alanlarında çalışıyor ama bunların yukarıdan bir koordinasyonu çok mümkün olmuyor. Başbakanlığın da bu anlamda çok büyük bir bürokrasisi yok. Genelde bakanlıklar kendi alanlarında parça parça işler yapıyorlar. Başkanlık sisteminin en büyük avantajlarından biri bu yukarıdan koordinasyonu sağlamasıdır. Türkiye Başkanlık sistemine geçerse ekonomiye özellikle büyüme alanında olumlu katkıları olur. Türkiye’de bizim zorlandığımız alanlardan birisi sektörel stratejilerdir. Belli bir sektörle ilgili strateji belirlemek, teşvik, eğitim ve bunları birlikte uyumlu şekilde uygulamaktır. Bu durum Başkanlık sisteminde daha kolaydır.

Cumhurbaşkanı ile Merkez Bankası arasında yaşanan tartışmalar diğer ülkelerde de yaşanıyor mu?

– Ülkelerin, milletlerin diyalog üslupları farklı ama başka yerlerde de siyasetçiler ile merkez bankalarının başkanları arasında teknik konularda, faizlerin inip inmemesi noktasında görüş ayrılıklarına düştükleri oluyor. Bu durum yalnızca Türkiye’ye mahsus bir şey değil. Erdoğan, “Faiz niye inmiyor?” dediğinde demokrasi kötüye gitmiyor, diktatörlüğe gitmiyoruz. Amerika Başkanı Barack Obama da bunu diyor, herkes bunu diyor. Bütün siyasetçiler faizlerin inmesini ister. Rasyonel olan budur.

Enflasyonun düşmesi için faizin mi indirilmesi gerekiyor, yoksa enflasyon düştükten sonra mı faiz indirilmeli?

– Faiz-enflasyon ilişkisi kompleks bir ilişki. Aslında ikisi birbirine bağlı, ikisi birbirini belirliyor ama daha ağırlıklı olarak hangisi hangisini belirliyor derseniz, orada iki yaklaşım var. Birincisi; Cumhurbaşkanının söylediğidir. Enflasyon, bir ülkedeki üretim ile tüketim arasındaki tutarsızlıktan oluşan paranın değer kaybı ya da alım gücünün düşmesidir. Yani siz ürettiğinizden fazla tüketiyorsunuz demektir. Faizi düşürdüğünüz zaman üretim artar, yatırım artar. O zaman da üretim- tüketim arasındaki dengesizlik zaman içinde kaybolacağı için enflasyon otomatik olarak zaten düşer.

O zaman Erdoğan’ın söylediği mi doğru?

– Evet. Erdoğan’ın söylediği doğru. Erdoğan, dünyada genel olarak enflasyonun düştüğünü ve bu yüzden de 6 ay ileriye doğru baktığımızda Türkiye’de de enflasyonun düşeceğinin beklendiğini söylüyor. Merkez Bankası da bunu kabul ediyor ama burada zamanlama farkı var. Erdoğan “Şimdiden faizi indir” diyor Merkez Bankası ise “Enflasyonun düşeceğine dair göstergeleri net olarak görmem lazım, ondan sonra indiririm” diyor.

Merkez Bankası burada nasıl davranıyor, ideolojik mi?

– İdeolojik demiyelim ama bu teknik bir karar. Erdem Başçı, burada cesur davranmıyor. Cesur davranması ve faizi indirmesi gerekiyordu. Dolar çıkmadan önce böyle yapsaydı getirisi daha fazla olacaktı.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası diye geçiyor. Türkiye Cumhuriyeti değil. Böyle tartışmalar var. Sizce Merkez Bankası’nın ismi değişmeli mi?

– İleriye doğru şart. Merkez Bankası’nın ciddi bir reforma ihtiyacı var. Belki yeni bir kanuna ihtiyacı var. Siyasi otoriteyle ilişkisinin net bir şekilde tanımlanmasına ihtiyacı var. Şimdi dünyada merkez bankacılığı da değişiyor. Eskiden merkez bankacılığının tek hedefi fiyat istikrarı, enflasyonla mücadeleydi. Paranın değeri üzerinden bütün ekonominin değişkenlerini açıklama gayreti üzerine bir yaklaşım vardı.

Şimdi Amerika ve Avrupa Merkez Bankası; reel ekonomi, ekonomik büyüme, istihdam gibi konuları dikkate alıyor ve kendisini sorumlu hissediyor. Bizim Merkez Bankası ise hala eski yerinde duruyor. “Benim ilk görevim enflasyonla mücadeledir” diyor ve diğer konularla ilgilenmiyor. Bu yüzden ileride Merkez Bankasının kanunun değişmesinden bahsedeceğiz.

TÜSİAD Başkanının Türkiye’ye yabancı yatırımcı gelmeyeceği, “Bizim muhatabımız CUmhurbaşkanı değil” gibi çeşitli açıklamaları var. TÜSİAD’ın bu şekildeki açıklamalarını nasıl görüyorsunuz?

– TÜSİAD’ın açıklamaları tamamen siyasi. TÜSİAD’ın bulunduğu durumu çok problemli görüyorum. Bir taraftan “Bizim muhatabımız Cumhurbaşkanı değil” diyerek, kendilerini siyaset üstü, toplum üstü, gibi görüyorlar. Toplum mühendisliği yapıyorlar, kendilerini toplumu, siyaseti, ekonomiyi, her şeyi dizayn edecek bir yerde görüyorlar. Bizim büyük sermaye açısından çok büyük bir sorunumuz var. Buna sistem açısından baktığınızda bence çok ciddi bir problem. Çünkü genelde sanayileşen, kalkınan ülkelerin pek çoğunda, bizim gördüğümüz, Almanya’da, Japonya’da, Kore’de, Amerika’da, birçok ülkede, büyük sermayeyle siyasetin bir ideal birlik yapmadığı ülkelerde pek başarı olmadığı görünüyor. Ülkenin hedefleri ile TÜSİAD’ın bir uzlaşması yok. Farklı şeyler düşünüyorlar. Türkiye’yi farklı bir ülke olarak görmek istiyorlar. Sosyal, kültürel olarak, siyasetin amaçlarını farklı görmek istiyorlar, ekonomik yapıyı, ekonomik aktörleri farklı görmek istiyorlar.

Bu durum gelişmekte olan bir ülkeyi durdurmak değil mi?

– Bu durum ülkede performans kaybına yol açar. Mesela hükümet, Afrika’ya, Latin Amerika’ya farklı bölgelere açılım yaptığı zaman TÜSİAD çok geride duruyor. Diğer iş kuruluşlarının oraya girmesini istemiyor. Bunlar da ülke menfaatlerinin zıttınadır. TÜSİAD; laik, batıcı, vesayetçi bir sermayeyi temsil ediyor. MÜSİAD ve ASKON ise Anadolu sermayesini temsil ediyor.

[Akit, 9 Şubat 2015]

Etiketler: