Amerika, Afrika’da

Amerikan dış politikası gözlemcileri, geçtiğimiz haftalarda Obama yönetiminin yeni Afrika stratejisini açıklaması ve ardından Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın 11 günlük ve bu kıtadaki dokuz ülkeyi içeren seyahati ile kısa bir şaşkınlık yaşadılar.

Evet babası Kenyalı olan bir başkan ve Susan Rice gibi en önemli dış politika yapıcılarının Afrika uzmanı olduğu bir ülkede bu stratejik açılım doğal gibi görünüyordu. Ve evet Clinton’ın başkanlığından bu yana hem ondan sonra başkan olan Bush hem de sürekli olarak liderlik değiştiren Kongre’deki partiler hep Afrika kıtasının stratejik ve ekonomik açıdan sahip olduğu önemi hesaba katmaya çalışıyorlardı. Ruanda faciasından sonra Clinton’ın bölgeye yaptığı tarihî gezi, Bush’un başta AFRICOM olmak üzere bölgede attığı stratejik adımlar ve Obama’nın seçimleri kazanması sonrası Afrika kıtasında yükselen iyimserlik Afrika’nın bundan sonraki dönemde sıklıkla Amerika dış politikasının öncelikleri arasında yer alacağını gözler önüne seriyordu. Ancak Afrika stratejisinin açıklama zamanlaması birçoklarına oldukça şaşırtıcı gelmişti. Dış politika ve güvenlik doktrinini Asya Pasifik bölgesine göre şekillendirmeye başlayan, Arap Baharı ile Ortadoğu’da değişen dengeleri en az zararla yeniden kontrol altına almaya çalışan, nükleer enerji ve nükleer silah arasındaki bir İran’la mücadele eden, Avrupa’daki malî krizi endişeyle izleyen ve Afganistan ve Pakistan meselesinde sorunu nasıl çözeceği konusunda tartışmalar yaşayan bir Amerika’nın dış politikasında yapmaya çalıştığı bu “Afrika açılımı” ne anlama geliyordu? Dahası başkanlık seçimlerine dört ay kadar bir zaman kalmışken ve dış politika meselelerinin öne çıkmadığı bir kampanya sürecinde belki hiç de öne çıkmayacak bir dış politika meselesine neden bu kadar çaba ve enerji sarf edilmiş, bu yoğun gündemde Amerika’nın en önemli diplomatı 11 günlüğüne neden Afrika’ya gönderilmişti?

Stratejinin açıklanmasının hemen ardından yapılan ilk değerlendirmelerde bazı uzmanlar Afrika stratejisinin Asya Pasifik bağlantısına dikkat çekerek Çin’in bölgede artan etkinliğini temel sebep olarak gösterirken, diğer bir grup uzman içinse stratejinin bir türlü düzlüğe çıkamayan Amerikan ekonomisi ile ilişkisi daha fazla önem taşıyordu. Zamanlama olaraksa stratejinin açıklanmasının Washington Post’un ortaya çıkardığı ve Amerikan istihbaratının özel şirketler ve kontraktörler vasıtasıyla Afrika ülkelerinde uygulamayı sürdürdüğü istihbarat faaliyetlerini konu alan haberin hemen ertesinde gelmesi Obama yönetiminin haberin yansımalarının olası olumsuz etkilerini ortadan kaldırmaya çalışmak olarak yorumlandı.

Bu kadar yoğun dış politika ve seçim gündemi içerisinde açıklanan Afrika stratejisi, içeriği açısından da aslında Obama’nın dış politika fikrinden farklı yönler içeriyordu. Açıklanan strateji uzun zamandır Amerika’nın pro-aktif olarak yapmayı bıraktığı demokrasi promosyonu ve rejim değişikliği politikalarının dış politika jargonuna yeniden dahil olması anlamına geliyor. Obama iktidara geldiğinden bu yana belki de ilk kez bu kadar açık demokratikleşme temelli bir dış politika stratejisi mesajı veriyor. İran’da seçimlerden sonra ortaya çıkan halk hareketine mesafeli duran Mısır konusunda son ana kadar bocalayan ve Ortadoğu ve Doğu Asya’daki diğer otoriter ve anti-demokratik rejimlerle ilişkilerde devrimsel bir değişim getirmeyen Obama yönetimi Bush yönetiminin ortaya koyduğu Freedom Agenda’nın terkinden bu yana çok fazla üzerinde konuşmak istemediği rejim değişikliğini destekleme meselesini ilk kez Afrika stratejisinin en önemli parçası olarak ortaya koyuyor. Strateji belgesinde bir yandan kıtadaki iktidarların hesap verebilir ve rejimlerin şeffaf olması öne çıkarken öte yandan insan haklarının ve sivil toplumun desteklenmesi ve medyanın bağımsızlığının

Etiketler: