5 Soru: AP Seçimlerinin Ardından | Seçim Sonuçları Ne Anlama Geliyor?

AP seçimleri nasıl sonuçlandı? Sonuçlar AP içindeki güç dengesini nasıl etkiler? AB Komisyonu Başkanı kim olacak? Sonuçların Avrupa Birliği’ne muhtemel etkileri nasıl olur? Sonuçlar Türkiye açısından nasıl bir anlam taşımaktadır?

2014 seçimlerindeki başarılarıyla aşırı sağ partilerin yükselişinin damga vurduğu Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinden sonra AB ülkeleri 5 yıl aradan sonra yine sandık başına gitti.

  1. AP seçimleri nasıl sonuçlandı?

Resmi olmayan seçim sonuçlarına göre ana akım geleneksel siyasi partiler erirken AB karşıtı aşırı sağ partilerin birçok ülkede önemli oranda oy elde ettikleri görülüyor. EPP ve S&D gibi ana akım partiler her ne kadar seçimlerden en çok oyu alan parti grupları olarak çıksalar da seçimin temel kazananı yeşiller ile aşırı sağ partiler oldu. Geleneksel siyasi partilerin ulusal seçimlerde eriyişinin devamı öngörüldüğü şekilde AP seçimlerinde de devam etti. Öyle ki 2014’teki seçimlerde 221 koltuğa sahip olan EPP grubunun koltuk sayısı kesin olmayan sonuçlara göre 179’a, 191 koltuğa sahip olan S&D parti grubunun koltuk sayısı 150’ye düştü. Bu sonuçla iki siyasi parti grubu AP tarihinde ilk defa birlikte çoğunluğu sağlayamayacak duruma geldiler.

5 Soru: AP Seçimlerinin Ardından | Seçim Sonuçları Ne Anlama Geliyor?

Seçim sonuçlarında dikkat çeken bir diğer husus aşırı sağ partilerin birçok AB ülkesinde ulaştığı oy oranı ve yükselişlerinin devamı oldu. Öyle ki İtalya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde AB karşıtı aşırı sağ partilerin seçimlerden birinci parti olarak çıktığı görülüyor. Fakat bu artışın 2014’teki kadar keskin olmadığı ve seçim öncesi anketlerin öngördüğünün gerisinde kaldığı belirtilmeli. Zira 2014 seçimlerinde 48 koltuk sayısına sahip aşırı sağ partilerin Parlamentodaki grubu EFDD’nin koltuk sayısını 8 artırarak 56’ya yükselttiği görülüyor. Bir diğer aşırı sağ parti grubu Salvini ittifakı ise (eski adı ENF) 2014’te 37 koltuğa sahipken bu seçimlerde 58 koltuk alarak oldukça güçlü bir konuma geldi. Özellikle Salvini’nin grubunun seçim öncesi tahminlerde en büyük üçüncü grup olacağı düşünülse de bu sonuçlarla Parlamentoda liberal grup ALDE’nin ve yeşillerin gerisinde kalarak beşinci grup olduğu görülüyor. Söz konusu aşırı sağ partilerin çok daha fazla yükseliş göstereceği beklenirken kazanımlarının beklenenin altında kalmasının yegane sebebi ise seçime katılım oranı oldu. AB yanlısı aktörlerin her seçim döneminde oldukça düşük seyreden katılım oranını yükseltmek için göstermiş olduğu çabalar ve kampanyalar 2019 seçimlerinde meyvesini verdi. Öyle ki 2014 seçimlerinde yüzde 42’de kalan katılım oranı bu seçimlerde yüzde 51’i geçerek son yirmi yılın en yüksek oranına ulaştı. AB yanlısı liberal ve sol seçmenin sandığa gitmesiyle de aşırı sağ partilerin oy artışında beklenildiği kadar bir ivme yaşanmadı. Seçime katılım oranının artırılmasının önümüzdeki seçimlerde de aşırı sağın Avrupa’daki ivmesinin engellenmesi açısından ana akım partilerin ağırlık vereceği bir strateji olacağı şimdiden rahatlıkla öngörülebilir.

Sonuçlara dair değinilmesi gereken önemli bir husus da liberallerin ve yeşillerin oy artışıdır. 2014 seçimlerinde 67 koltuğa sahip olan liberal parti grubu ALDE bu seçimlerde koltuk sayısını 107’ye, koltuk sayısı 57 olan yeşiller ise 70’e yükseltti. Özellikle bu grupların liberal değerlere bağlı ve AB yanlısı olmalarının kimi kesimlerde AB’nin geleceğine dair ümitleri oldukça artırdığı ifade edilmeli. Fakat 28 AB üyesi ülkeden 23’ünde AB projesini destekleyen partiler seçimleri ilk sırada tamamlasa ve aşırı sağ partiler anketlerin öngördüğü kadar oyunu artıramasa da Parlamentonun oldukça parçalı ve bölünmüş bir yapıya sahip olması ve aşırı sağın Fransa, İtalya, İngiltere gibi ülkelerde ulusal siyaseti istikrarsızlaştırmaya devam edeceği gerçeği AB’nin geleceğine dair karamsar analiz ve yorumların yeni dönemde de süreceğini göstermektedir.

  1. Sonuçlar AP içindeki güç dengesini nasıl etkiler?

Seçim sonuçlarından sonra Parlamentonun oldukça parçalı bir hale geldiği görülüyor. Zira merkez sağ EPP ile merkez sol S&D gruplarının Parlamento tarihinde ilk defa birlikte çoğunluğu sağlayamamaları oldukça dikkat çekici. Bu durum ise çoğunluğun sağlanmasında, AB Komisyonu Başkanı’nın seçiminde, komisyonların oluşturulmasında ve AB’nin geleceğini belirleyecek kararların alınmasında küçük partilerin oldukça stratejik öneme sahip olacağını gösteriyor. Özellikle seçimlerden güçlenerek çıktığı görülen liberal grup ALDE’nin yanı sıra bu sene almış olduğu oy oranıyla yeşillerin de çoğunluğun sağlanması ve komisyonların oluşturulmasında söz sahibi hale geleceği görülüyor. Yeşillerin özellikle Almanya ve Fransa’da oyunu ciddi şekilde artırmış olması, bu ülkelerin Birlik içerisinde lokomotif pozisyonları ve ağırlıkları göz önünde bulundurulduğunda grubun beklenenden daha fazla etkili olacağı yorumu yapılabilir.

Seçimlerden önce konuşulan demokrat sağ partilerin aşırı sağ partilerle ittifak yapması durumunun söz konusu güç dengesinde gerçekleşmesi ise pek mümkün görünmüyor. Her ne kadar seçimlerden önce sıkça konuşulan ve ciddi bir felaket senaryosu olarak akıllarda tutulan “demokrat sağların aşırı sağlar ile ittifak yapması” durumunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin gözlemlenebilmesi için bir müddet daha zaman geçmesi gerekse de ALDE ve yeşiller gruplarının oy oranlarını ciddi şekilde artırmaları ve aşırı sağ partilerin oy artışının beklenildiği kadar olmaması AB açısından böyle bir felaket senaryosunun gerçekleşme ihtimalini azaltmış görünüyor.

  1. AB Komisyonu Başkanı kim olacak?

2014’te ilk kez uygulanan ve en fazla oyu alan siyasi grubun liderini AB Komisyonu başkanlığına taşıyan Spitzenkandidaten (öncü adaylar) sistemi çok eleştirilmesine rağmen bu seçimlerden sonra da uygulanacak. Her ne kadar Spitzenkandidaten sistemi Parlamentoda en çok oy alan siyasi grup liderinin Komisyon Başkanı olmasını garanti etmese de Parlamentonun desteğini alması için o partiye ciddi bir avantaj sağladığı biliniyor. Bu yönüyle seçimde en çok oy alan EPP’nin adayı Manfred Weber’in AB komisyonu başkanı olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Victor Orban gibi aşırı sağı temsil eden liderler Manfred Weber’e destek vermeyeceğini açıklasa da liberal ALDE ya da yeşiller gibi diğer gruplardan gelecek destek Manfred Weber’in komisyon başkanı olması için yeterli olacaktır. Seçim sonuçları belli olurken Manfred Weber’in EPP’nin “sol ya da sağ hiçbir aşırı görüşle iş birliği yapmayacağını, Avrupa fikrine inananlarla yol yürümeye devam edeceğini” açıklaması komisyon görüşmeleri ve pazarlıklar için Weber’in ALDE ve yeşiller gibi grupların kapısını çalma ihtimalini güçlendirdi.

Öte yandan seçimlerden sonra AP’nin oldukça parçalı ve bölünmüş bir hal alması ve ana akım partilerin eriyerek daha küçük ve tematik partilerin etkinliklerini artırması gerek AB Komisyonu Başkanı’nın gerekse diğer komisyonların belirlenmesi sürecinde görüşmelerin önceki dönemlerden çok daha tartışmalı geçeceğine sebep olacağı akıllarda tutulmalı.

  1. Sonuçların Avrupa Birliği’ne muhtemel etkileri nasıl olur?

AP, AB’nin bütçesini ve politikalarını denetlediği ve 512 milyon kişinin hayatını etkileyen kararlar aldığından seçim sonuçları Birlik’in geleceği açısından oldukça önemli. AB karşıtı aşırı sağ partilerin parlamentoda güç kazanmaları durumunda bu partilerin Rusya’ya yönelik ambargoları engellemeden AB’nin dış ticaret gündemini etkilemeye, Birlik’in mülteci politikalarını değiştirmekten daha lokal konularda benzer partilerin stratejik ittifaklar izleme yoluna kadar geniş bir yelpazede etkiler doğuracağı zaten seçimlerden önce belirtilen bir husustu. Her ne kadar oy artışı anketlerin öngördüğü seviyede olmasa da aşırı sağ partilerin AP içinde etkinliklerini artırarak devam ettirmeleri bu konularda karar alırken yapılacak tartışmaların seviyesini yükseltecektir. Bunların yanı sıra aşırı sağ partilerin AP’nin dış politika gündemine müdahale edeceğine, Eurozone bölgesi reformlarını şekillendireceğine, insanların ve malların serbest hareketini kısıtlayacağına ve AB’nin insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi kadim değerlerini aşındıracağına dair endişelerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini de zaman gösterecek.

Bu etkilerin yanı sıra “Yeşil dalganın yükselmesi” şeklinde ifade edilen yeşiller partilerinin başarısı seçim sonuçlarında oldukça dikkat çekti. Yeşillerin oy artışıyla AP içinde önemli bir aktör haline gelmeleri, önümüzdeki dönemde “yeşil politikanın” Birlik içinde tartışılma ihtimalini artırdı. Bu durumun AB üyesi ülkelerin çevre vergilerinin düzenlenmesinden iklim değişikliği politikalarına kadar geniş spektrumda etkilere sebep olacağı ve “okul grevi”, “yokoluş isyanı” gibi Avrupa’da yükselmekte olan çevre hareketlerine ivme kazandıracağı düşünülüyor. Fakat yeşillerin Fransa, Almanya, Lüksemburg, Finlandiya gibi ülkelerde yükselirken güney ve doğu Avrupa ülkelerinde etkisiz kalması ve yeşil partilerin bu ülkelerde hiç koltuk elde edememesi, “yeşil dalganın” yükselişinin kısıtlı bir coğrafyada gerçekleştiği yorumlarını da beraberinde getiriyor.

AP seçim sonuçlarının yalnızca Brüksel yönetimi açısından değil ulusal seviyelerde de önemli etkileri olacağı şimdiden görülüyor. Özellikle AB karşıtı aşırı sağ partilerin İtalya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde birinci parti olması ulusal düzeydeki siyaseti de oldukça etkileyen sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Zira Macron’un partisini gerisinde bırakan Marine Le Pen erken seçim isterken, seçimlerden birinci çıkamayan Syriza Partisi lideri Çipras seçim sonuçlarını beğenmeyerek erken seçime gidilmesi gerektiğini belirtmesi bu tür gelişmelerin şimdiden habercisi. Bunların yanı sıra İngiltere’deki Brexit kararı çözümü zor bir düğüme dönüşmüşken Brexit Partisi’nin yüzde 32 oy ile AP’de en çok sandalyeye sahip parti haline gelmesi ve İtalya’daki Salvini’nin yüzde 34 oy ile gücünü pekiştirmesi göz önünde bulundurulduğunda, AP seçimlerinin etkilerinin yalnızca Brüksel yönetimiyle sınırlı kalmayacağı, ülkelerin ulusal siyasetlerinde de kırılmalara ve değişimlere sebep olacağı rahatlıkla öngörülebilir.

  1. Sonuçlar Türkiye açısından nasıl bir anlam taşımaktadır?

Kesin sonuçları, yapılacak pazarlıkları, oluşacak ittifakları görmeden Türkiye-AB ilişkilerine dair yorum yapmak için erken. Fakat ilk etapta AP’nin çok parçalı bir hale gelmesi ve gücü elinde bulunduran EPP ve S&D gibi ana akım grupların temsil güçlerinin yeşiller gibi küçük partilerle paylaşılması, Türkiye’nin ilişki kurabileceği aktör sayısını da çeşitlendireceğinden olumlu görülebilir. Fakat seçim öncesinde Türkiye’nin AB adaylığına karşı olduğunu belirten ve AB Komisyonu Başkanlığı müzakerelerine en güçlü aday olarak girecek Manfred Weber’in komisyon başkanı olması ve siyaseten yaptığı açıklamaların arkasında durarak Türkiye karşıtlığını siyasi gündeminin merkezine yerleştirmesi Türkiye-AB ilişkileri açısından yeni krizlere sebep olabilir.

Bunların yanı sıra Türkiye kökenli olmalarına rağmen Türkiye karşıtlığını siyasi gündemlerinin merkezinde konumlandıran çeşitli parlamenterlerin de seçilerek AP’ye girdikleri görülüyor. Bu aktörlerin önemli komisyonlara seçilerek görev alması durumunda Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği açısından olumsuz bir tablo ortaya çıkacağı açıktır. Bu sebeple komisyonlarda sorumluluk yüklenecek isimlerin kimler olduğu ve bu isimlerin hangi gündemlerle hareket edecekleri Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği açısından oldukça önemlidir.

Etiketler: