Neler Oluyor, İşler Kötüye mi Gidiyor?

Pozitif bir siyaset inşa etmek adına ekonomik vaatlerini ortaya koyarlarken bile, iktidarın attığı bütün adımları mahkum ediyorlar.

Türkiye’de işlerin kötüye gittiğini söyleyenler türlü türlü. Bazıları kendilerini dışlanmış hissediyorlar. İktidardan yeterince pay alamadıklarını düşünüyorlar. Bazıları Türkiye’yi yeterince tanımıyorlar, ezberlenmiş nakaratları koro halinde dillendiriyorlar. Bazıları iktidarı temsil eden figür, sembol ve fikirlerden haz etmiyorlar.

Kimileri ise korkularını muhakemelerinin önünde tutuyorlar. Birçok kişi de kelimenin tam anlamıyla mahalle baskısından çekiniyor.

Gerilim, siyasete içkin bir unsur elbette.
Çatışma olmadan siyaset olmaz, amenna.
Siyasette kutuplaşma da bir başka gerçek.

Ama düşmanlık başka bir şey.

Düşmanlık savaşın bir cüzüdür, siyasetin değil. Siyasi aktörlerin temsil mücadelesinin esası rekabettir.

Düşmanlık daha derinlerde yatan bir başka şeye tekabül eder.

***

AK Parti 13 yıldır iktidarda. Karşı karşıya kaldığı birçok meydan okuma var. Bu meydan okumalar, siyasi rakipleri için ciddi birer fırsat alanına dönüşebilirdi.

Ancak dönüşemedi. Bunun nedeni işte bu düşmanlık ve nefrette gizli.

Eğer ki muhalefet partileri AK Parti’yi rasyonel bir özne ve strateji sahibi bir rakip gibi algılayıp buna uygun hareket edebilseler ve bunu da toplumun önünde sahneye koyabilselerdi durum farklı olabilirdi. Belki o zaman AK Parti ve Erdoğan karşıtlığını kendileri için bir kimliğe dönüştürmezlerdi. Karşılarına çıkan her yabancıyı bütün bölgesel ve hatta küresel sorunların kaynağında Erdoğan’ın politikaları olduğunu ikna etmeye kalkışmazlardı.

***

Şimdilerde, muhalefet partilerinin siyaseti öğrendiğini, nihayet AK Parti’nin dolduramadığı boşlukları doldurabileceklerini söyleyenler var. CHP, HDP ve hatta MHP’nin “ekonomik vaatler” üzerinden topluma ulaşma arayışı içinde oldukları açık. Muhtemelen böylelikle “pozitif bir siyaset” inşa edeceklerini düşünüyorlar.

Bir açıdan Türkiye’deki siyasal normalleşme onları buna icbar etmiş durumda.

Gelin görün ki, iktidar partisini hala bir rakip gibi görebilme becerisini gösteremiyorlar.

Pozitif bir siyaset inşa etmek adına ekonomik vaatlerini ortaya koyarlarken bile, iktidarın attığı bütün adımları mahkum ediyorlar.

***

İşler kötüye gitmiyor. Bu, Türkiye için böyle. Keşke bütün Ortadoğu için bunu söyleyebilsek. Ancak ne yazık ki Suriye’nin, Filistin’in, Mısır’ın hali ortadayken bunu söylemek mümkün değil.

Mısır’da seçilmiş Cumhurbaşkanı darbeciler tarafından idam cezasına çarptırıldı.

Göreceksiniz bununla ilgili “uluslararası kamuoyu” kılını kıpırdatmayacak. Gezi’de “Erdoğan ne zaman devrilecek” diye avuçlarını ovuşturanlarla Mursi’nin idamına zemin hazırlayanlar aynı aktörler. “Gündelik hayatın sesi” diye kutsadıkları Gezi kalkışmasına niçin karşı durduğumuz şimdi anlaşıldı mı acaba?

***

Gündelik hayatın sesi başka yerde. Ve o ses bize işlerin hiç de kötüye gitmediğini söylüyor.

Türkiye’de toplumun gelecekten beklenti düzeyi ve özgüveni 2000’lerin başlarından çok daha ileride. Artık ulus-devlet sınırlarıyla düşünmüyoruz.

Sadece İstanbul değil, birçok şehrimiz yeni bir kozmopolizmle tanışıyor.

Dün Suriyeli Ermeni sanatçı Lena Chamamyan, Avea’nın ev sahipliğinde İstanbulda bir konser verdi. Salon, İstanbul’un yeni kozmopolizmini birebir yansıtıyordu.

Lena, hasretini çektiği Şam için, Suriyeli çocuklar için söyledi. Salondaki pekçok Suriyeli ona eşlik etti.

İstanbul’un kendisini yeniden bulan bu halini ben çok sevdim. Konseri izlerken hiçbir şeyin gündelik hayatın dinamizminin önüne geçemeyeceğinin bir kez daha farkına vardım.

[Sabah, 18 Mayıs 2015]

Etiketler: