7 Şubat’ı Hariçten Okumak

Türkiye'nin aktif dış politikası, iç politika gelişmelerini sadece iç dinamiklerle sınırlayan analizleri yetersiz kılmıştır.

Bir şeyi açıkça ifade ederek başlamalıyız: üzerinde anlaşılamayan konu, operasyonel kabiliyeti tartışılan ve içinde çürük cevizler barındıran MİT’in “demokratikleştirilmesi” çabaları değildir. MİT’in yeniden yapılandırılmasına duyulan ihtiyaç, bu kurumun başına Ankara’nın en güvenilir ve yenilikçi bürokratlarından birisinin getirilmesi ile vurgulanmıştı zaten. Bugün konuştuğumuz, göreve gelmesiyle birlikte bölgenin statükocu güçlerinin ismen hedef haline getirdiği ve bölgenin siyasi- askeri- istihbari statükosuna tehdit olarak gördüğü MİT Müsteşarı üzerinden siyasi otoritenin dizginlenmesi girişiminin yurt içi ve uluslararası boyutudur.

Bu girişimin uluslararası bağlamda da ele alınması meşru bir çabadır. Çünkü Türkiye’nin aktif dış politikası, iç politika gelişmelerini sadece iç dinamiklerle sınırlayan analizleri yetersiz kılmıştır. Örneğin Mavi Marmara’nın sadece bir dış politika konusu olmaması gibi, PKK da sadece iç politikaya münhasır bir mesele değildir. Benzer şekilde Türk istihbaratının başına gelen kişi hakkında bir bölge ülkesinin savunma bakanı teamüllere aykırı olarak, alenen aleyhte açıklama yapabiliyorsa, bu durum MİT çerçevesinde bundan sonra gelişecek hadiselerin de sadece iç dinamiklerle açıklanmasını sorunlu kılar. Türk dış politikası son on sene içinde önemli kırılma noktaları yaşadı ve bunların önemli bir kısmı Ortadoğu coğrafyasına ilişkin gelişmelerdi. Irak tezkeresinin reddinden, BM’deki İran oylamasına, Davos’tan Mavi Marmara’ya, bölgesel hatta global statükoyu sarsan hadiseler, Türkiye’yi ve dış politika yapıcılarını statükocu aktörlerin hedefi haline getirdi. Türkiye’nin demokratikleşmesi, belki de statükonun en rahatsız olduğu konuydu. Çünkü sadece demokratikleşen Türkiye, yukarıda bahsedilen ve bölgede ezber bozan adımları atabilirdi. Türkiye’nin statüko karşıtı attığı her adım, uluslararası maliyeti ile birlikte geldi. 

İSRAİL NEDEN RAHATSIZ?

Türkiye’nin bu gidişatından en fazla rahatsızlık duyan ülkenin İsrail olduğunu iddia etmek malumun ilanından ibaret. Zira Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve statükodan bağımsız icraatlar yapabilmesinin en büyük maliyeti İsrail’e çıktı.Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulmasının İsrail için askeri ve istihbari maliyeti yüksek oldu. İsrail Türkiye’nin boşluğunu, askeri alanda Güney Kıbrıs- Yunanistan ve istihbari alanda Azerbaycan ile kapatabileceğini düşünecek kadar çaresizleşti. Davos ve Mavi Marmara hadiseleri, İsrail’de milli gurur meselesi haline dönüştü. Obsesyon haline getirdikleri İran için Türkiye’nin attığı her müzakereci adım, Türkiye’yi İsrail nezdinde “şer eksenine” soktu. Türkiye’nin İsrail’i füze kalkanı, tatbikatlar ve istihbarat paylaşımı gibi konularda NATO çerçevesinin dışında tutması İsrail’in daha da bilenmesine sebep oldu. Türkiye’nin İsrail’in “bildiği şeytan” olan Esed’e karşı attığı her adım, Arap Baharı’nda daha da yalnızlaşan, Mısır’ı kaybedişini henüz sindiremeyen İsrail’i biraz daha öfkelendirdi. Üstelik Türkiye, İsrail’in Doğu Akdeniz’de bulduğu muazzam miktardaki doğal gazın etrafında dolanan bir “baş ağrısı” haline gelirken; ilişkilerin seyri, doğal gazın pazarlanması için en elverişli transit noktası olan Türkiye seçeneğini de imkânsız kıldı. 

STRSTEJİK SESSİZLİK

Bu sebeplerdendir ki İsrail, Türkiye politikasını kendisine bu maliyeti çıkaran siyasi otoritenin bir şekilde gitmesi üzerine kurdu. Erdoğan İsrail tarafından “sorunların kaynağı” olarak gösterilirken, Davutoğlu “sorunların fikir baba

Etiketler: