Tecrübe, Reform ve İcraat Siyaseti

İktidar olduğu 2002’den, bu hafta açıklanan 64. Hükümet programına kadar, AK Parti 6 program açıkladı.

Yüzde 50’ye yakın bir oy oranı ile açık ara seçimleri kazanan ve tek başına iktidar olan AK Parti’nin bu dört yıllık yeni dönemde nasıl bir iktidar pratiği üreteceği üzerine yoğun bir tartışma sürdürülmekte. 1 Kasım akşamı AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun balkon konuşması ile başlayan, yeni dönemin kodlarını okumaya yönelik çaba, bakanlar kurulunun ve 64. Hükümet programının açıklanmasıyla devam etmekte. AK Parti, 1 Kasım seçimlerine gidilen dönemde gerçekleştirdiği olağan kongresinde, 2002 ruhuna ve kurucu felsefeye dönmekle ilgili genel bir tutumu benimsemişti. Bu aynı zamanda içinde yenilenme siyasetini de mümkün kılan ve ertelenen kurucu paradigmanın kurumsallaşmasıyla sürdürülecekti. Dolayısıyla Erdoğan siyasetinin temel ilke ve felsefesinin sürdürülmesini de içermekteydi.

Bakanlar kurulu listesinin açıklanmasıyla birlikte aslında bu bakış açısının somutlaştığını tespit etmek mümkün hale geldi. 13 yıllık siyaset deneyimi, bakanlar kurulu listesine yansıtılmış ve AK Parti’nin “reformcu” ve “icraatçı” tecrübesinden, uzun dönem bakanlık yapan isimlere tekrar görev verilerek yararlanmak hedeflendiği sonucu çıkmaktadır. “Temsil”, “hizmet” ve “ülkeyi yarına taşıma” kriterleri dikkate alınarak oluşturulan kabinede, önemli sayıda yeni ve genç isimlere de görev verilerek, partinin misyonunu 2023’e taşıyacak kadroların da oluşması sağlanmıştır. Bakanlar kurulu listesiyle ayrıca, hem makro hem de mikro düzeyde senkronizasyonu hedefleyen bir tercihte bulunulduğu anlaşılmaktadır. Mikro düzeyden kasıt, örneğin ekonomi yönetimi bir anlamda mini bir kabine olarak düşünüldüğünde tercih edilen isimlerin bu minvalde uyumuna dikkat edildiği aşikardır.

Hükümet programları, seçime gidilirken seçmene vaat olarak sunulan hususların, daha somut olarak hangi çerçevede ve sürede gerçekleştirileceğini ortaya koyan metinlerdir. Her hükümet, güven oyu almadan önce, yapacaklarını meclisin huzurunda açıklayarak, söz konusu yol haritasının tüm yönleriyle tartışılması ve bunun üzerinden güvenoyu almayı hedefler. Hükümet programları seçim beyannameleriyle karşılaştırıldığında içerik olarak benzese de, işlev olarak farklıdır. Çünkü biri iktidar olmaya yönelik bir beklentiyi yönetirken, diğeri iktidar olmanın sorumluluğunu ve yükümlülüğünü taşımaktadır.

İktidar olduğu 2002’den, bu hafta açıklanan 64. Hükümet programına kadar, AK Parti 6 program açıkladı. Bu programlar genellikle iki ana sütun üzerine bina edildi. Bunlardan ilki demokratikleşme ve yapısal reformlar diğeri ise hizmet ve icraatlardı. Her programın dönemin ihtiyaçları ve konjonktürel yapısından kaynaklanan ana bir teması bulunsa da, bugüne kadar tüm programlardan AK Parti siyasetinin süreklilik ve değişimini okumak mümkündür. Bu anlamda 64. Hükümet programında ifade edilen hususların 13 yıllık iktidar tecrübesi ve bu süre zarfında yapılanlar ışığında değerlendirilmesi gerekir.

AK Parti’nin ilk hükümet programı, 2002 öncesinin siyasal ve ekonomik krizleri ile biriken sorunlara bir an önce müdahaleyi gerektirdiği için “acil eylem planı” öne çıkmıştı. Ama özellikle 2011 seçimlerine kadar açıklanan her hükümet programında siyaset alanının genişletilmesi ve siyaset kurumu ile toplum arasında bir güven ilişkisinin tesis edilmesi sürekli vurgulandı. 2007’deki ikinci iktidar dönemine kadar Siyasal krizlerin aşılması ve bir yönetim krizinin oluşmaması için, eski siyaset bloğu ile doğrudan çatışmayı ortaya çıkaracak siyasetten kaçınıldı. Bunun yerine toplumsal refahı önceleyen icraat siyasetine yoğunlaşılmış, ekonomik istikrarın yerleşmesiyle siyasal dönüşümün ve demokratik derinleşmenin mümkün olabileceği öngörülmüştür. Bu anlamda istikrarlı bir büyüme hedefi ve kalkınmacı bir yaklaşımla yapısal dönüşümler başarılabilmiştir.

AK Parti’nin 2007 seçimleri sonrası hükümet programı, normalleşmeyi, siyaset üzerindeki vesayetin kırılmasını ve dolayısıyla doğrudan AK Parti’yi siyaset dışı hamlelerle yok etmeyi planlayan yapılara karşı açıktan mücadeleyi ve hesaplaşmayı içermekteydi. Çünkü AK Parti seçim sonuçlarıyla birlikte artık siyaset kurumuna toplumsal güvenin sağlandığını düşünmekteydi. İlk dönem reformlarının en azından halk düzeyinde karşılık bulduğunun farkındaydı. Ancak, demokratik süreçlerle gücünün ve iktidarının gittikçe azaldığını düşünen yapılar hala direnç siyasetini bu dönemde devam ettirmekteydi.

2011 seçimlerinden sonra ise, yeni bir anayasa için siyasal ve toplumsal alanın hazır hale geldiği düşüncesinden hareketle yeni anayasa arayışı daha öncelikli hale gelmişti. Bu bağlamda, “yeni Türkiye”nin inşa edilmesi hedefiyle ilk kez bir hükümet programı sadece bir seçim dönemini değil 2023’ü hedefleyen bir içerikle hazırlanmıştı. AK Parti, önceki iki dönem yaptığı reformlarla ve kapsamlı icraatlarla sağlam bir zemin oluşturduğunu varsaymaktaydı. Artık Türkiye’nin 2023’e kadar 12 yıllık yol haritasını oluşturmak gerekmekteydi. AK Parti yöneticilerine göre Türkiye “öngörülebilirliği” yüksek bir ülke haline gelmişti ve dolayısıyla “inşa süreci” başlayabilirdi. Daha genel bir yaklaşımla AK Parti’nin “mağduriyet dönemi” sonlanmış, art arda girdiği seçimleri sürekli kazanarak siyaset üzerinde hegemonyasını kurabilmesinin zamanı gelmişti.

HAKİM PARTİ AK PARTİ

1 Eylül 2014 tarihinde açıklanan 62. Hükümet programı ise, kurucu liderin Cumhurbaşkanı olduğu ve partinin Genel Başkanlığına Ahmet Davutoğlu’nun gelmesiyle hazırlanmıştı. Dolayısıyla bir genel seçim sonrası açıklanan bir program değildi. “Yeni bir atılım dönemi” misyonu ile hazırlanan program Erdoğan’ın siyasal mirasına sahip çıkan ve “2023 vizyonunu” temel alan bir içerikle hazırlanmıştı. Hükümet programında bu anlamda, “devam” kelimesi 166 kez kullanılırken, “yeni” kelimesi 188 kez kullanılmıştı. ‘İhya’, ‘inşa’ ve ‘restorasyon’ teması üzerine odaklanan program, Erdoğan siyasetinin devamlılığı bir çok kez vurgularken, aynı zamanda bir “değişimi” de hedeflemekteydi. Ancak, her ne kadar bir seçim dönemini aşan bir bakış açısıyla hazırlansa da genel seçimlere bir yıldan daha az bir sürenin olması nedeniyle teknik olarak ömrü kısa bir programdı.

AK Parti 3 Kasım 2002’de katıldığı ilk seçimden 1 Kasım 2015’te yapılan son genel seçime değin her seferinde rakiplerinin önünde yer aldı. Beşi genel seçim, üçü yerel seçim, ikisi referandum ve biri cumhurbaşkanlığı seçimi olmak üzere toplam on bir seçimde sonuç değişmedi. 1 Kasım seçimleri ile birlikte, AK Parti dördüncü kez tek başına hükümet kurma şansı elde etti. Hem Türkiye’de hem de dünyanın diğer ülkelerinde bir partinin dört kez üst üste tek başına hükümet kuracak bir parlamenter çoğunluğu elde etmesine nadiren rastlanmaktadır. Art arda seçimleri kazanan, seçimleri kazanmakla kalmayıp en yakın rakibiyle önemli oranda oy farkı bulunan ve bu farkı kalıcı hale getiren bir partinin bulunduğu siyasal sistemde hakim parti yönetiminden söz edilir. Bu bağlamda, Türkiye’de bir hakim parti sistemine geçildiğini söylemek yanlış olmaz.

Dolayısıyla, hakim partinin yönetimde olduğu bir siyasal sistemde ve 4 yıllık bir süre içinde bir seçimin olmadığı dikkate alındığında hükümet programlarının içeriğini de bu zaviyeden bakarak değerlendirmek gerekir. 64. Hükümet programı, reform eksenli bir bakış açısıyla oluşturulmuş ve 6 temel alanda bu reformların yoğunlaştırılacağı belirtilmiştir. Bu alanlar, demokratikleşme ve adalet, eğitim, kamu yönetimi, kamu maliyesi, reel ekonomide köklü değişim ve öncelikli dönüşüm programları başlıkları altında ayrıntılandırılmıştır. Hükümet programı açıklanmadan da özellikle seçim sürecinde ekonomi ile ilgili verilen sözlerin bir takvime bağlanarak gerçekleştirileceği herkesin malumuydu. Ancak seçim döneminde gündeme gelen bazı konuların hükümet programında nasıl yer alacağı merak konusuydu. Bu bağlamda, hükümet programında, yeni anayasa ve başkanlık sistemi, çözüm süreci, alevi vatandaşların haklarına yönelik düzenlemeler ve yerel yönetimlerle ilgili hususlar dikkat çekmektedir.

YENİ ANAYASA VE BAŞKANLIK

7 Haziran seçimlerinde, AK Parti’nin seçim beyannamesinde siyasal sistemin hükümet şekli başkanlık sistemi yönünde çerçevelendirilmiş, 1 Kasım seçim beyannamesinde de önceki çerçeve korunmuştur. Seçim kampanyası sürecinde siyasal sistem tartışmalarının öne çıkmaması sebebiyle, bu konunun AK Parti’nin yeni dönemde öncelikleri arasında olup olmayacağı tam net değildi. Ancak bu yeni programda “başkanlık sistemi” tercihi net olarak “Demokratikleşme ve Yeni Anayasa” başlığı altında ele alınmıştır. Siyasal istikrar vurgusuyla birlikte mevcut parlamenter sistemin doğasından koparıldığı için, uzun dönemli etkin bir yönetimi ortaya çıkarmada sorun yaşayacağı belirtilmiştir. Bu gerekçe üzerinden de Yeni Türkiye vizyonuna ulaşmak için “etkin ve dinamik yönetim”in ancak yeni bir siyasal sistemle mümkün olabileceği vurgulanmıştır. Bu siyasal sistem tercihi de açık ve net olarak başkanlık sistemi olarak belirtilmiştir.

Bu çerçeve ile birlikte yeni dönemin en önemli meselelerinden biri siyasal sistemin anayasal olarak tanımlanması olacaktır. Mevcut parlamenter sistemde Türkiye’nin uzun dönemli olarak yönetilemeyeceği dikkate alındığında ve hazır önümüzde 4 yıllık bir süre varken bu konu bir an önce tartışılmak zorundadır. Çünkü siyasal kriz dönemlerinde zorunlu olarak ve kısa dönemli olarak üretilen çözümler kalıcı olmamaktadır. Şurası da bir gerçek ki, Türkiye’deki en önemli reformlar kriz ve olağanüstü dönemlerin ardından gerçekleştirilebilmiştir.

Tartışma, ideolojik pozisyonların ötesinde ve kişiselleştirilmeden, hükümet programında da açık olarak belirtildiği gibi, demokratik denge ve kontrol mekanizmasının sağlandığı, yasama ve yürütmenin her birinin ayrı ayrı güçlü ve etkin olduğu ve toplumsal farklılıkları koruyacak siyasal temsilin sağlanacağı, hızlı karar alma mekanizmasının oluşturulduğu genel bir çerçeve üzerinden sürdürülmelidir.

ÇÖZÜM SÜRECİ-ÇÖZÜM İRADESİ

7 Haziran sonrası çatışmaların tekrar başlamasıyla “buzdolabına kaldırılan” çözüm sürecinin yeni çerçevesi de hükümet programında ele alınmıştır. Daha önceki hükümet programlarında “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” ya da “Toplumsal Bütünleşme ve Çözüm Süreci” başlığı altında ele alınan çözüm süreci, 64. Hükûmet Programı’nda “Demokratikleşme ve Yeni Anayasa” başlığı altında ele alınmıştır. Hükümetin terörle mücadeleyi ve çözüm iradesini aynı anda devam ettirmede kararlı olduğu programdan anlaşılmaktadır. Çözüm süreci yerine çözüm iradesinin kullanılması yeni bir yaklaşımı göstermesi açısından önem arz etmektedir.

Çözüm iradesi meselesi yalnızca bir özgürlükler meselesi olarak yorumlanmamış, aynı zamanda konunun kamu düzeni ve güvenlik açısından arz ettiği önemin altı çizilmiştir. Kamu düzeninin ve güvenliğinin sağlanması, “silahların tamamen gündemden” çıkmasına bağlanmıştır. Böylece terörle mücadeleden asla vazgeçilmeyeceği vurgusu yapılmış, ancak mücadele sürerken, demokratikleşmeye yönelik tüm kesimleri kapsayan reformların yapılacağı da ayrıca belirtilmiştir.

HDP çizgisindeki Kürt siyasal hareketi ve bileşenlerinin çözüm sürecine yönelik tutumunun da bir sonucu olarak, hükümet ve devlet çözüm süreci konusunda muhataplık meselesini yeniden gözden geçirmişti. Bu bağlamda, çözüm iradesi konusunda atılacak adımlar yalnızca belirli Kürt gruplar ekseninde ele alınmayacak. Tüm meşru toplumsal kesimleri muhatap alan bir anlayış içinde hareket edileceği vurgusu bu gerçeğe işaret etmektedir. Bu kapsamda ilerleyen süreçte, demokratikleşme hususunda muhatabın doğrudan tüm millet olduğu, farklı toplumsal kesimleri kapsayan topyekun bir demokratikleşme süreci yürütüleceği anlaşılmaktadır.

AK Parti iktidarlarının en çok eleştirildiği meselelerden biri, tüm alanlarda az ya da çok iyileştirme ve reform yapılmasına rağmen, Alevi toplumunun taleplerinin karşılanmasının sürekli ertelenmek zorunda kalmasıdır. AK Parti hükümeti, 2009 yılından itibaren Alevi toplumunun taleplerinin karşılanmasına yönelik farklı çalıştay, toplantı ve çalışma yapmıştır. Ancak, meselenin birçok teknik ve şümullü tarafının bulunması, çözümün olgunlaşması ve toplumsallaşması için belirli bir sürenin de geçmesini zorunlu kıldı.

Gelinen süreçte, Alevi meselesinin çözümünün hükümetin öncelikleri arasında olduğu anlaşılmaktadır. Çözüm konusunda ortaya çıkan çerçeve ise, geleneksel irfan merkezleri ve Alevi toplumunun inanç ve kültür temelli talepleri karşılanacak olmasıdır. Böylece Geleneksel irfan merkezleri ve Cemevlerine hukuki statünün tanınacağı açık olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak Cemevlerine ibadethane statüsü ile ilgili hususun Alevi toplumuna bırakılacağı anlaşılmaktadır. Cemevlerinin elektrik ve su faturasının devlet tarafından ödeneceği ve Cemevi hizmet erbabının da maaşa bağlanacağı da netleşmiştir.

[Star Açık Görüş, 29 Kasım 2015]

Etiketler: