Şimdi Somut Adımlar Zamanı

DTP, başından beri açılıma destek verse de, açılımı zora sokacak tutum ve davranışlara da tevessül etmekten geri durmadı. Açılımın başarıya ulaşmasını istemesine rağmen, DTP, meselenin çözümü için gerekli olan siyasal inisiyatifi kullanmaktan yoksun olması, kendisinden beklenen kolaylaştırıcı rolü oynayamaması ve kritik anlarda kullandığı söylem ve gösterdiği davranışlarla genel kamuoyunun hassasiyetlerini gözetmemesi dolayısıyla açılım sürecini zaafa uğratabiliyor. Ahmet Türk'ün konuşmasına yansıyan sağduyulu tavrın parti politikasına dönüşüp dönüşmeyeceği ise büyük oranda DTP dışı koşullara bağlı olacaktır.

10 Kasım Salı ve 13 Kasım Cuma günleri, TBMM’de demokratik açılım konulu genel görüşmenin, iktidar partisine, ihtiyaç duyduğu muhalefet partilerinin desteğini sağlamaya yetmeyeceği başından beri tahmin ediliyordu. Destek olmak bir yana, yoğun bir medya ve kamuoyu ilgisi altında yapılan genel görüşme ile muhalefet partilerinin açılıma yönelik eleştirilerini en sert biçimde gerçekleştirme imkânı bulacakları da söylendi. Sorulması gereken soru, bu bilgi ve tahminlere rağmen, iktidar partisinin bir genel görüşme yapmakta neden ısrarcı olduğudur.

Hatırlanacağı üzere, iktidar partisi açılım niyetini dışa vurduğu ilk günden beri, Kürt sorununu çözmek konusunda, tarihî bir fırsatın yakalandığını, kurumlar arasında bir mutabakatın oluştuğunu ve uluslararası dinamiklerin elverişli hale geldiğini hatırlatmaya azami bir gayret sarf ediyor. İktidar partisinin inisiyatifi yayma konusunda gösterdiği bu gayretin temel gerekçesi, Kürt meselesinin Cumhuriyet tarihi boyunca farklı ve karmaşık dinamiklerle beslenmesi ve bu nedenle de doğal olarak, farklı toplumsal kesimlerde farklı hassasiyetlere yol açmasıdır. Neredeyse yüzyıllık bir meseleyle yüzleşme eğiliminin uyandıracağı hassasiyet ve kaygılar, tek başına bir siyasal partinin karşılamaktan ürktüğü maliyetler çıkarabilir. Toplumun farklı kesimlerinde, sürecin gelişimiyle ilgili birbirine zıt uçlarda filizlenen endişeleri soğutmanın en garanti yolu, bu inisiyatifi siyasî ve kurumsal aktörlerin rızalarının alındığı geniş bir mutabakat zeminine yaymaktır.

Genel görüşme ne anlam ifade ediyor?

İktidar partisi, bu ve benzeri gerekçelerle, kurumsal desteğin var olduğunu ve uluslararası koşulların uygun olduğunu söyleyerek süreci başlattı. Riskleri minimize edecek mutabakat zemininin tesis edilmesi için eksik kalan unsur muhalefet partileri idi. Bu nedenle, siyasal partilerin liderlerinden randevular istendi. Siyasal yelpazenin AK Parti dışında en geniş iki kesimini temsil eden CHP ve MHP ile görüşmek mümkün olmayınca Meclis’te kapalı oturum teklifi yapıldı. Muhalefetin kapalı oturumu kirli bir pazarlıkla eşleştirip suça ortak olmayacaklarını ilan etmeleriyle genel görüşme gündeme geldi.

Oturumun ilk anlamı, başlığı çok daha geniş demokratikleşme pratiklerini hedeflese de gizli gündemi Kürt sorunu olan bir görüşmenin TBMM’de ilk defa gerçekleştirilmiş olmasıdır. 10 ve 13 Kasım’da yapılan görüşmelerde, siyasal partiler de, görüşmenin bu tarihî niteliğine vurgu yaparak, birbirine zıt gerekçelerle oturumun milat olma niteliğini teyit ettiler. Oturumun bir diğer anlamı, bu sorunu çözme zemininin TBMM, dolayısıyla da adresin siyaset kurumu olduğunu ortaya koymuş olmasıdır. Bilindiği gibi, Kürt sorunu, özellikle PKK’nın 1980’lerin ortalarında ortaya çıkışıyla, neredeyse tamamen teröre indirgenmiş ve siyaset kurumu inisiyatifi güvenlik güçlerine devretmişti. 2000’lerin başından beri, güvenlik güçleri, sorunun karmaşık boyutlarına dikkat çekerek, sadece güvenlik tedbirlerinin sorunu çözmediği, siyasetin inisiyatif alması gerektiği konusunda çağrılar yapmaya başladılar. Hem sorunun sadece güvenlik tedbirleriyle çözülemeyeceği hem de güvenliğin sadece geleneksel güvenlik enstrümanlarıyla sağlanamayacağı anlaşıldıkça, kamuoyunun da siyasete yönelik beklentileri arttı. Bu çerçevede, Meclis’te Kürt sorunu gündemli bir oturumun yapılmış olması, siyaset kurumunun kronik sorunları çözme iradesini sembolize ediyor.

Genel görüşmeye, siyaset kurumunun sorunların çözümünde inisiyatif almaya başladığı çerçevesinde bakıldığında, muhalefetin bu sembolizmi önemsemediği, dahası algılamadığı anlaşılıyor. CHP ve MHP sözcülerinin yaptıkları konuşmalara bakıldığında, güvenlik güçlerinin güvenliği tesis etmede yalnız bırakılmamaları gerektiği konusunda yaptıkları çağrıların, siyaset kurumu tarafından henüz muhatap bulmadığı anlaşılıyor. Aslında ortada siyaset adına ironik hatta trajik bir durum var. Güvenlik güçleri siyasetin inisiyatif alması için çağrıda bulunurken, siyasî aktörler güvenlik güçlerinin inisiyatif bırakmaması için çağrıda bulunuyorlar. Güvenlik güçleri güvenliğin tesisinde demokrasinin rolüne vurgu yaparken, siyasî aktörler demokrasinin tesisinde güvenliğin rolüne vurgu yapıyorlar. Burada, CHP ve MHP’nin içine düştüğü bu durumun, siyasî parti olarak oynamak durumunda olduğu rolleri ısrarla oynamaktan kaçınıp başka adresleri muhatap gösterdiği için aylardır eleştirdiğimiz DTP’nin içine düştüğü durumla benzerliklerini kayda geçirmekte yarar var. Nihayetinde her üç parti de siyasî parti olarak üstlenmek durumunda oldukları sorumlulukları oynamaya hazır görünmüyorlar. TBMM’nin kompozisyonu bir fırsat

Oysa TBMM’nin bugünkü kompozisyonu, Türkiye’nin kronikleşmiş bütün demokratikleşme sorunlarını, özellikle de Kürt sorununu çözmek konusunda bugüne kadar görülmedik bir imkân sunuyor. Meclis’teki kompozisyonun, hem niceliksel hem de niteliksel ölçülerde millî iradeyi temsil ediyor olması, siyasete büyük fırsatlar sunuyor. Millî iradenin bu denli yüksek bir temsille Meclis’te olması, böyle karmaşık bir sorunu çözme aşamasında, gündeme gelebilecek sokak gerilimini rahatlatma yönünde tarihî işlevler yüklenebilir. Ancak maalesef, siyasî partiler, Meclis’in ve millî iradenin sunduğu bu imkânları değerlendirmeye hazır görünmüyorlar.

Son olarak, genel görüşme oturumunda ortaya konulan görüşleri eksene alarak siyasî partilerin sürece ilişkin pozisyonlarını analiz etmekte yarar var. CHP, Kürt sorunu üzerine birçok rapor hazırlamasına, sorunun kaynağı ve çözüm yolları konusunda bilgi eksikliği taşımamasına rağmen, açılımı akamete uğratacak bir pozisyonu sürdürmeye devam ediyor. Tabir yerindeyse, CHP, kuram ve eylem çelişkisi yaşıyor. İktidar partisinin yürüttüğü sürece ilişkin birçok yerinde itirazını süreci tamamen karşısına almaya gerekçe kıldığı için, süreci revize eden değil, kilitleyen bir işlev görüyor. Bu ikircikli tutum, Baykal’ın konuşmasına da yansıdı. Sorunun teşhisi ve çözüm yolları konusunda iktidar partisi ile çok cüzi noktalarda ayrılmasına rağmen, muhalefet üslubu ve tutumu dolayısıyla sürecin tamamen karşısında yer aldı.

MHP, ironik biçimde, Kürt meselesi ile ilgili teorik düzeyde en az ilgilenen siyasî partidir. MHP’nin Kürt sorunu kurgusu zaman içinde kısmî değişikliklere uğradıysa da temel önermeleri itibarıyla bir değişikliğe uğramış değil. Türkiye’nin ve dünyanın hızlı değişimine ve bu değişimin siyasal pozisyonlar üzerindeki etkisine kendisini dondurarak karşılık veren MHP, başından beri Kürtler ile terör örgütü arasında ayırım yaparak, Kürtlerin bir sorun yaşamadıklarını, terör örgütününse bir haçlı planının ürünü olarak dış mihraklarca palazlandırıldığını düşünüyor. Zamana ve mekâna dayanıklı bu kurgu, çok doğal olarak her yeni gelişme ve düşünceye savaş ilan ediyor. Birlik temennisiyle ayrılık paranoyasını aynı kurguda meczeden MHP, soruna ilişkin her türlü siyasal önermeyi bölünme teşebbüsü olarak suçluyor. Genel görüşme oturumunda, kongre sürecindeki konuşmalarından görece daha soğukkanlı bir konuşma yapan Bahçeli, bu kurgudan farklı bir tutum almadı.

DTP, başından beri açılıma destek verse de, açılımı zora sokacak tutum ve davranışlara da tevessül etmekten geri durmadı. Açılımın başarıya ulaşmasını istemesine rağmen, DTP, meselenin çözümü için gerekli olan siyasal inisiyatifi kullanmaktan yoksun olması, kendisinden beklenen kolaylaştırıcı rolü oynayamaması ve kritik anlarda kullandığı söylem ve gösterdiği davranışlarla genel kamuoyunun hassasiyetlerini gözetmemesi dolayısıyla açılım sürecini zaafa uğratabiliyor. Ahmet Türk’ün konuşmasına yansıyan sağduyulu tavrın parti politikasına dönüşüp dönüşmeyeceği ise büyük oranda DTP dışı koşullara bağlı olacaktır.

AK Parti’yi ise iktidar olması dolayısıyla, sadece söylemi ile değil politikalarıyla da değerlendirmek gerekir. 4 ayı geçen hazırlık aşamasından sonra sürecin koordinatörlüğünü yürüten Atalay’ın sürece ilişkin somut adımları açıklaması, açılımın uygulama aşamasına gelindiğini gösteriyor. AK Parti’nin bugüne kadar sözü eyleme, usulü esasa öncelemesi anlamlıydı. Ancak artık eylemi söze, esası usule katma zamanı gelmiş bulunuyor. AK Parti’nin muhalefetten umduğu desteği alamadığının ortaya çıkmasıyla, AK Parti’nin ürkek davranacağı, savunmaya çekileceği yönündeki beklentileri tersine çevirmenin en garanti yolu, bundan sonraki süreçte, esasa dair somut adımları atması olacaktır. Somut adımları retoriğe öncelemesi, süreç boyunca uğradığı iletişim kazalarının süreci tamamen sabote edecek kadar büyümesini de engelleyecektir.

Zaman – 15.11.2009

Etiketler: