Saklı Vicdanlara Tutulan Ayna

Avusturyalı yönetmen Michael Haneke yine keyfimizi kaçıracak bir film çekmiş. Ne güzel 'Kurtlar Vadisi' izleyip milli gururumuzu onarıyor, 'Şu Çılgın Türkler'i okuyup şanlı rüyalar görüyor, Kızıl Elmalar yiyip ulusalcı hayallere dalıyor iken, bilinçaltımızla oynamanın sırası mıydı? Filmin adı 'Caché/Saklı'. Bir çiftlikte hizmetçi olarak yaşayan çift, uzak ülkelerinde yaşananları protesto etmek üzere katıldıkları gösteri sırasında, 17 Ekim 1961'de, Fransız polisi tarafından katledilerek Seine nehrine atılan 200 Cezayirli arasındadır. Çiftliğin sahipleri, Cezayirli maktul ebeveynin geride bıraktığı öksüz çocuğu evlat edinmek isterler. Bunu kendi geleceğine bir tehdit olarak algılayan altı yaşındaki Georges (Daniel Auteuil) yalanlarıyla Cezayirli çocuğun kimsesizler yurduna gönderilmesini sağlar. Aradan yıllar geçer, Georges televizyonda programlar yapan meşhur bir entelektüel olur. Eşi (Juliette Binoche) de bir yayınevinde çalışmaktadır. Yönetmen, toplumsal eleştiri hikâyesi için evlerinin bütün duvarları kitaplarla dolu kentli ve okumuş aileyi özellikle seçmiş. Bu aile, kendi evlerinin görüntülerinin kaydedildiği kasetler ve boğazlanan bir oğlan resminin bulunduğu çocukça çizimler almaya başlayınca paranoyaya sürüklenir. Georges bunları yapan meçhul kişiyi bildiğini sanır. Gerisini izleyecekler için anlatmayalım.

Avusturyalı yönetmen Michael Haneke yine keyfimizi kaçıracak bir film çekmiş. Ne güzel ‘Kurtlar Vadisi’ izleyip milli gururumuzu onarıyor, ‘Şu Çılgın Türkler’i okuyup şanlı rüyalar görüyor, Kızıl Elmalar yiyip ulusalcı hayallere dalıyor iken, bilinçaltımızla oynamanın sırası mıydı?
Filmin adı ‘Caché/Saklı’. Bir çiftlikte hizmetçi olarak yaşayan çift, uzak ülkelerinde yaşananları protesto etmek üzere katıldıkları gösteri sırasında, 17 Ekim 1961’de, Fransız polisi tarafından katledilerek Seine nehrine atılan 200 Cezayirli arasındadır. Çiftliğin sahipleri, Cezayirli maktul ebeveynin geride bıraktığı öksüz çocuğu evlat edinmek isterler. Bunu kendi geleceğine bir tehdit olarak algılayan altı yaşındaki Georges (Daniel Auteuil) yalanlarıyla Cezayirli çocuğun kimsesizler yurduna gönderilmesini sağlar. Aradan yıllar geçer, Georges televizyonda programlar yapan meşhur bir entelektüel olur. Eşi (Juliette Binoche) de bir yayınevinde çalışmaktadır. Yönetmen, toplumsal eleştiri hikâyesi için evlerinin bütün duvarları kitaplarla dolu kentli ve okumuş aileyi özellikle seçmiş. Bu aile, kendi evlerinin görüntülerinin kaydedildiği kasetler ve boğazlanan bir oğlan resminin bulunduğu çocukça çizimler almaya başlayınca paranoyaya sürüklenir. Georges bunları yapan meçhul kişiyi bildiğini sanır. Gerisini izleyecekler için anlatmayalım.

 Unutmak istediklerimiz

Film, herkesin hayatta kalmak için erken yaşlarında bir başkasına yaptığı ve ardından hafızasının örümcekli köşesine attığı büyük bir yanlışı hatırlatan soğuk bir duş. Aslında bireysel hafıza üzerinden toplumsal hafızayı sorgulayan felsefe ve psikoloji eğitimli yönetmen, son yıllarda sık uğradığı ödül törenlerinden birinde bu film üzerine konuşurken şöyle demiş: “Unutuş her ülkede vardır. Her bir toplumda bunun siyasal sonuçları o ülkenin geçmişine bağlı olarak kesinlikle değişir. Fransa Avusturya’yla, Avusturya da Almanya’yla karşılaştırılamaz. Şahsen ben, Avusturyalıların geçmişlerine ilişkin davranışlarından memnun değilim. Ancak her ülkede insanlar hakkında konuşmaya istekli olmadıkları için saklı kalan haller vardır. Bu temayülleri tehlikeli buluyorum; bu beni tepki vermeye itti”. Filmi Türkiye’de izleyen bizler de, okuduktan sonra can atarak unuttuğumuz Ömer Seyfettin, Halide Edip, Yakup Kadri, Midhat Cemal, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Tarık Buğra romanlarının kayda geçirdiği Ermeni Tehciri’nden fragmanlar hatırlamak zorunda kaldık. Paris’in neden yandığını, peygamber karikatürlerinin nasıl yayınlanabildiğini daha iyi anladık.

Hollywood abonelerini zorlayan film sabırlı ve dikkatli sinemaseverler için çekilmiş. Uzun araları ve iç depreten sık sükut anları ile film psikiyatrik bir seans aslında. Bir muayene ile seyircinin hafızasındaki gizli bölmeleri havalandıran bir şok teşhis. Unuttuğunuz bir hastalığı kucağınızda bulur gibi oluyorsunuz. Milliyetçiliği, ırkçı önyargıları, geçmişte kalan ulusal trajedileri acımasızca, hem de karanlıkta sıkışan seyirciyi bir kobay olarak kullanarak sorgulayan bir film ‘Saklı’. Seyircisini, ‘aha, işte bütün kirli çamaşırlarım, eteğimdeki bütün taşlar ortaya döküldü’ telaşına kaptıran, izlerken vicdanının pazara döküldüğünü, orta malı haline geldiğini, içindeki karanlık dehlizlerin izlendiğini hissettiren bir film. Filmde neyi izlediğinizi, kimin kimi izlediğini karıştırır hale geliyorsunuz.

Entelektüelin vicdanı

Seyirci vicdanında önce kurban olarak görülenlerin yavaş yavaş suçluya dönüştüğü, ama suçluların bir türlü suçlarını itiraf edemediği, ettiklerinde bile kaypaklıkları ve umarsızlıklarıyla seyirciyi dehşete düşürdüğü bir film, ‘Saklı’. Çocuğu kendisine haber vermeden geceyi bir arkadaşında geçirdiği sırada, baba-oğul iki Cezayirli’nin çocuğunu kaçırdıkları zannıyla geceyi hücrede geçirmelerine sebep olan Georges’un filmin sonuna kadar özür dilemesini ya da en azından iki gözyaşı dökmesini boşuna bekliyor seyirci. Masasında çalışırken Irak’ta yaşananların anlatıldığı haber programına göz ucuyla bakmasını, küçücük bir hayıflanma sesi çıkarmasını da boşuna bekliyor. Kurban orada, suçlu burada; ama küçücük bir suçluluk duygusu, bir af talebi, bir pişmanlık itirafı yok.

Haneke, kendi sebep olduğu trajedilere kayıtsız kalan bir entelektüelden, dünyadaki herhangi bir haksızlık konusunda tepki beklemenin de safdillik olacağını gösteriyor seyirciye. Entelektüelin kaybedebileceği saygınlığı, ailesi, evi, arabası, kitapları, şarapları, tatlı uykusu, kenarından törpülenecek vicdanından daha önemlidir. Kendilerinin de içinde bulunduğu küresel çarkın yumruklarından zarar görenler, kapının dışında, oralarda bir yerdeler. Hayat acımasız, biz çok çalıştık da buralara geldik diyecekler. Averaj mı, hayatın doğarken bahşettiği avantajlar mı, onlar da neymiş?   Ben yetenekli oyuncuları için gittiğim bir filmden provokatör yönetmenine hayran kalarak çıktım. Yönetmen bize hem film gösteriyor, hem kör olduğumuzu söylüyor. Seyirciye bu kadar yüklenen, onu karanlıkta öylece yapayalnız ve cevapsız bırakan sade filmler çok az. Tıpkı vicdanlı entelektüeller gibi.

Etiketler: