Renksiz Kokusuz Halk Devrimi: Bir Tunus Hikâyesi

28 Şubat'ın hayal ettiği otoriter bir ülke yaratmayı başaran Zeynel Abidin bizim ulusalcıların en büyük kahramanı olmalıydı.

Zeynel Abidin bin Ali ismini 24 yıl önce ilk kez duyduğumda bilgi yarışmasına hazırlanan bir öğrenci olarak mutsuz olmuş, Atatürk hayranı Habip Burgiba ile birlikte çalışılacak konular listesine eklemiştim. O günden sonra bu isim fazla karşıma çıkmadı. Takip eden yıllarda Raşit Gannuşi adını daha fazla duymuş, Tunus’un sokaklarda da devam eden başörtüsü yasağını, devlet memurlarına uygulanan oruç yasağını işitir olmuştum. 28 Şubat sonrasında ise, Türkiye’de devam eden başörtüsü yasağının sokaklara inip inmeyeceği tedirginliğiydi Tunus’u önemli kılan. Son yılların favori tatil beldesi haline gelen Tunus ise benim hafızamda yer alan konulardan biri hiç olmadı. Şimdi ise artık ortak küresel hafızada devrim yapmış bir Tunus var. Tüm siyasi aktörler, bu hareketlenmeden kendisine pay çıkarmaya çalışıyor.

Tarihsizleştirilen Tunus

 Tunus’ta Bin Ali’nin gitmesi ile birlikte tüm medya bir anda devrim analizleri ile doldu. Adeta tüm siyasi gözlemciler, analistler, gazeteciler, akademisyenler, ya da Facebook tabiriyle söylersek “yolu Tunus’tan geçmiş olanlar” bir anda devrim analizcileri haline geldiler (İlginç bir not: Neocon Daniel Pipes konuyla ilgili yazısının altına “1970’de Tunus’ta yaşadı” notunu eklettirmeyi unutmamış).  Elbette dünyaya bir konuda uzman olma şartını, o ülkede turist, garson, barış gönüllüsü vs. de olsa bir süre kalma ya da o ülkeden bir arkadaşı olmanın yettiği anlayışını yerleştiren Washington’ın bunda büyük vebali var. İşte bu Tunus uzmanları bir anda Tunus örneğinden yola çıkılarak devrimin şartları, sürekliliği, ihracı, yerelliği ve evrenselliği konularını tartışır hale geldi. Bu sayede Troçki de Frida filminden beri ilk defa bu kadar popüler oldu. Tartışmaların en trajik yönü ise dünyanın Ortadoğusu’nda -her ne kadar bizim için mağrip de olsa- halk devriminin bile şipşak bir konu olarak ele alınması. Ne olabilir ki Tunus’ta? Olsa olsa bir kaç öfkeli Arap genç -ki Arap gençler tanım itibariyle öfkelidir!-, artık yaşlanmış bir diktatörü devirir işte! Devrimin ihracını tartışanlar Tunus’taki siyasi dengeleri, sosyal şartları, aylar süren protestoları, ülkenin bir tarihi olabileceğini akıllarına bile getirmediler. Sömürge döneminde tarihsizleştirilen, sömürge sonrası dönemde hafızasızlaştırılan Tunus, böylece yeniden tarihsizleştiriliyordu.

Renk mi koku mu?

Basitlik ve kötüsünden oryantalist Tunus analizleri elbette haddini bilmeyecek ve bu basitlik sınırında durmayacaktı. Nitekim bir sonraki aşama Tunus’un devrimine isim bulma tartışmasıydı. Tunus’ta olanları Bush Yönetimi’nin biraz hormonlu, biraz ittirmeli, renkli kokulu devrimlerine benzetme yarışı başladı bir anda. Herhalde Mağrip’in rengi biraz fazla kara kaçmış olacak ki “yasemin devrimi” öne çıkar gibi oldu. Renk-koku ikilemi sadece düşünce kısırlığını anlatmıyordu. Daha acısı, Tunus halkına, Tunus’un siyasi aktörlerine öznelik vermemek için direnen zihin kodları, “baldırı çıplak öfkeli Arap gençlerin” devrim yapamayacağına, Mağrip’ten kendi başına devrim çıkamayacağına o kadar ikna olmuşlar ki farkında olmadan, bunun kredisini Tunus’a vermek istemediler. Başka bir aktör olmalıydı bu devrime renk ya da koku veren. Yoksa Tunus kokmaz ki! Hani koksa da güzel kokmaz! Ya da koksa da devrim kokusu değil olsa olsa ter kokusu falan gelirdi. Bu nedenle renk-koku kavgası, Tunus’ta olanlara isim verme kavgası, biraz da postkolonyal toplumların ö

Etiketler: