İdeolojik Saplantının Akademiye Tahakkümü

Uzun bir süre akademi Kemalist tabakanın sadece kendisini entelektüel olarak tatmin ettiği ve işsiz çocuklarına iş bulduğu bir alan olarak kalmış, elitist bir hiyerarşi korunmuştur.

Neoconların fikir babalarından Leo Strauss’un Şikago Üniversitesi’nde öğrencilerinden müteşekkil bir sohbet halkası olduğu ve bu halkadan Amerikan akademisi, siyaseti ve iş dünyasına önemli isimlerin çıktığı bilinir. Strauss öğrencilerini bir tasnife tabi tutar ve en parlaklarını akademiye, orta zekâlıları siyasete, bir alt tabakayı da iş dünyasına yönlendirirmiş.

Özellikle Bush döneminde etkili olan birçok isim bir vesileyle Strauss’un rahle-i tedrisinden geçmiş. Bizim yüksek öğretimimizin büyük sorunları olduğu herkesin malumu. Bunda YÖK sistemiyle birlikte akademik hayatın parlak öğrencileri çekmedeki yetersizliğinin de payı büyük. Uzun bir süre akademi Kemalist tabakanın sadece kendisini entelektüel olarak tatmin ettiği ve işsiz çocuklarına iş bulduğu bir alan olarak kalmış, elitist bir hiyerarşi korunmuştur. Son yıllarda sosyolojik olarak yavaş yavaş çeşitlense de vasat-vasat altının hâkim olduğu bir akademik dünyamız var. Strauss’un öğrencilerinin aksine en parlak öğrenciler genelde ya akademiye yönlenmiyorlar ya da doktora yılları gelişmeden çok gerilemeye sebep oluyor ve bunda akademide yaygın ideolojik saplantıların çok büyük rolü var. İdeolojik saplantılar öğrencilerin akademik ufuklarının gelişmesine mani oluyor ve özellikle sosyal bilimlerde vasat altı akademik memurlar yetiştiriyor. İlginçtir aynı saplantılardan yurt dışında master ve doktora yapmış birçokları da yakayı sıyıramıyor. CV’lerini kalabalık gösteren üniversite isimleri ve akademik çetenin desteğiyle işgal ettikleri postlarına rağmen, ideolojik saplantı ve cahillik derecesindeki kalitesizliklerinin önüne set çekemiyorlar.

Eminim çoğunuz gaflar kralı, CHP’nin Boğaziçili trol “akademisyeni”nden bahsettiğimi sanmıştır. Fakat mezkur kralın alenen söyledikleri genelde çok kısa bir süre sonra zaten rezil edici derecede kendi kendini boşa düşürüyor. Benzer bir arka plana sahip başka bir “akademisyenden” bahsedeceğim:

Esra Özyürek, London School of Economics’te Türkiye’den gelen paralarla kurulan Çağdaş Türk Çalışmaları kürsüsünün başkanı. Siyasal antropolojist. Sponsorları arasında Merkez Bankası, TOBB, Aydın Doğan Vakfı, Akfen Holding gibi kuruluşlar var. Boğaziçi mezunu, Michigan Üniversitesi doktoralı. İşgal ettiği pozisyon gereği BBC gibi kanallar fikirlerine başvuruyor ve izleyiciler de Özyürek’in temel seviyede Türkiye ve Türk dış politikası bildiğini varsayıyorlar. 1 Kasım seçimleri sonrasında BBC’de verdiği röportajda Figen Yüksekdağ ağzıyla yaptığı Türkiye analizini bir kenara bırakıyorum, söyledikleri yanlış da olsa kendi (aynı zamanda HDP’nin) siyasi görüşüdür. Fakat Türkiye’nin Ortadoğu’nun çoğu ülkesinde diplomatik temsilinin olmadığı manipülasyonu veya cahilliği; Türkiye’nin DAEŞ’i desteklediği manipülasyonu veya cahilliği; Türkiye’nin Katar ve Suudi Arabistan dışında dostu olmadığı manipülasyonu veya cahilliği Özyürek’in ağzından BBC yayınında gayet de kendinden emin bir şekilde döküldü. Özyürek belli ki bu manipülatif/cahilane yorumlarına dayanak teşkil eden tartışmaları arkadaş ortamında duymuş fakat pek anlamamış. Bu fecaat ya manipülasyonla eşdeğer olmuş bir hareketin fazlaca tesiri altında kalmaktan ya da gerçekten de ne söylediğini bilmemekten kaynaklanıyor ki her ikisi de Özyürek’in akademik yetisinin sorgulanması için yeterli sebeplerdir.

Siyasal antropoloji alanında yaptığı çalışmalar CV’sini bağlar, fakat Türkiye siyaseti ve dış politikası konusunda uluslararası basında gösterdiği cehalet veya başvurduğu manipülasyon, BBC’ye çıkmasına sebep olan kürsüyü finanse eden kurum ve kuruluşları da bağlar.

[Akşam, 6 Kasım 2015]

Etiketler: