İsrail’den abula altındaki Gazze Şeridi'nde yaşayan Filistinlilerin vatanlarından çıkarılarak başka ülkelere yerleştirilmesine yönelik çağrılar devam ediyor. (Fotoğraf: Ashraf Amra / AA)

Filistin’deki Zulmün Türkiye’de Toplumsal Karşılığı

Dünyada da Türkiye’de de birçok gündem var; bunların hepsi de önemli, ancak bazıları var ki daha önemli ve biri var ki en önemlisi. Dünya ve Türkiye için en önemli gündem, aslında insanlık adına en önemli gündem, Filistin’deki siyonist işgal rejiminin şeytanî hamleleri. Bu hamleleri ve Filistinlilere ve insanlığa verdiği zararları iyi anlamak gerekiyor.

Dünyada da Türkiye’de de birçok gündem var; bunların hepsi de önemli, ancak bazıları var ki daha önemli ve biri var ki en önemlisi. Dünya ve Türkiye için en önemli gündem, aslında insanlık adına en önemli gündem, Filistin’deki siyonist işgal rejiminin şeytanî hamleleri. Bu hamleleri ve Filistinlilere ve insanlığa verdiği zararları iyi anlamak gerekiyor.

Tam bu noktada Nasrettin Hoca’nın (farklı rivayetleri olan) meşhur olayı akla geliyor:

Olacak ya! Nasreddin Hoca evinin damında biriken karları sabah namazı sonrası küremeye başlamış. Derken dengesini kaybederek damdan düşmüş. Komşuları koşuşmuşlar. Aralarından biri ‘çabuk bir doktor çağıralım’, diğeri ‘aman bir kırıkçı bulalım’ ve başka biri ‘sırtlanıp doktora götürelim’ derken, kargaşada kendine gelen Hoca, acıyan belini tutarak ‘bırakın münakaşayı, çabuk bana daha önce damdan düşmüş birini bulun’ demiş.

DAMDAN DÜŞENİN HALİNDEN DAMDAN DÜŞEN ANLAR

Türkiye, daha evvel siyonist planlar dahilinde Batılı emperyalist işgalciler tarafından toprakları işgal edilmiş ve bu nedenle Kurtuluş Savaşı’nı vermiş ve Kurtuluş Savaşı sırasında “Büyük Taarruz” ile düşmanı devre dışı bırakmış ve nihayetinde yeni devletini kurmuş bir ülke. Bu nedenle “damdan düşen ülke”nin tüm fertleri olarak Filistin’de 7 Ekim’deki “Büyük Taarruz” operasyonunu anlamak zor olmasa gerek.

Türkiye, “şehit ve gazi” ne demek, 1071’den bu yana iliklerine kadar yaşayarak bilen, 1923’ten bu yana da başta kurucusunun, Mustafa Kemal Atatürk’ün, unvanı “Gazi” olan, bizzat şehitleri ve gazileri ile tecrübe etmekte olan bir ülke. Birinci Cihan Harbi’nde de Kurtuluş Savaşı’nda da Kore’de de Kıbrıs’ta da vatanı savunma ile ilgili tüm hareketlerde şehitlerimiz ve gazilerimiz var. Bunların çocukları veya torunları durumundayız. Mesela büyük dedesi Yemen’e gidip gelemeyen bir mücahidin torunu olmak ne demek bilirim! Bu nedenle Filistin’deki izzetli mücahitlerin ve sivil halkın şehadeti ve gerideki gazilerin/mücahitlerin cihad ruhuyla yaptıkları onurlu direnişi en iyi toplum olarak biz anlarız.

İzzetli mücadele sonrasında geriye kalanlar içinde eşi şehit olan kadınlar veya annesi-babası şehit olan yetimleri anlamak için ilave çabaya gerek kalmıyor çünkü damdan düşmüşüz yani bolca şehit eşi olarak dul kadınları ve yetim çocukları olan bir ülkeyiz. Filistin’deki bombalarda şehit olanların arkasında bıraktıkları kadınları ve çocukları gören bizim dul kadınlarımız ve yetim çocuklarımız “benzer acıyı” yaşıyorlar, bu nedenle onlar için Filistin’de olanlar kendilerine yapılmış gibi.

Siyonist işgal rejiminin saldırıları sonrasında gazi olup engelli kalanları da ülke olarak anlamamız hiç zor değil çünkü bir yandan genel olarak ülkemizde milyon üzerinde engellimiz özelde de savaş ve terör nedeniyle binlerce engellimiz var. Bu engellilerimizin hassas kalpleri ve yakınlarının incelikleri ve çilekeşlikleri, Filistin’deki siyonist işgal saldırıları sonrasında engelli durumuna düşenleri anlamakta hiç zorluk çekmezler.

Hele hele nüfusumuzun yüzde 10’una denk gelen yaşlılarımızın siyonist işgal rejiminin saldırıları sırasında çocuklarını ve torunlarını şehit veren, şehit verdikleri torunlarını kucaklarında taşıyıp kendi elleri ile toprağa gömen Filistinli yaşlıları anlamaları çok ama çok kolay.

ATEŞ ORMANA GİRERSE HER YERİ YAKAR

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün, ama bir yandan da “Damdan düşmedim ki Filistin’i anlayayım, yanında olayım ve gücüm yettiği kadarıyla destek vereyim.” diyenler için “Sen de potansiyel damdan düşensin.” demek zorundayız, çünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkça işaret ettiği siyonist işgal rejiminin “vadedilmiş topraklar hezeyanı” bir efsane veya söylenti değil, siyonist işgal rejiminin “kızıl elması” ve bu kızıl elma ülkemiz topraklarını da içeren bir teo-politik ideoloji. Sen “Ben o damdakilerden değilim (ben gayet seküler biriyim)” desen bile, “Ateş ormana girerse, o damdaki bu damdaki diye bakmaz, hepsini yakar.” deriz, tıpkı vahşi/kindar Sırpların dindar-seküler, sağcı-solcu, ocu-bucu ayrımı yapmadan tüm Boşnaklara soykırım yaptıkları gibi!

Bu nedenle “potansiyel damdan düşen toplum” olarak, potansiyelin kuvveye/fiiliyata dönmemesi için ya siyonist işgal rejiminin damımıza yaklaşmasına hep birlikte mani olacağız ya da mevcut damlara olan saldırıya karşı şimdiden kardeşlik ve insanlık desteğimizi, duruşumuzu ve yardımımızı açıkça ortaya koyacağız.

SİVİL ÖNCÜLERE ÇOK İŞ DÜŞÜYOR

“Ama bu nasıl olacak?” denirse, bunun birçok yolu var: Öncelikle, devletimizin elini güçlendirecek sivil adımlar atmak en önemlisi. Bu noktada sivil alandaki öncülere büyük işler düşüyor. Bu öncüler bazen üniversitelerin gençlik liderleri olabilir bazen de sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri olabilir bazen de toplum tarafından genel kabul görmüş kişiler olabilir. Herkes bulunduğu konumuna göre cehdini açıkça göstermeli. Öte yandan, bu tarz sivil adımlara engel olmaya çalışan gafillerin mesela “Filistinliler topraklarını sattı!” hezeyanlarını da yine makul adımlar ile geçersiz kılmak elzem. Bu noktada özellikle ilim sahiplerinin devreye girmesi ve bazı şöhretlerin yalanlarına karşı da gerçekleri haykırmaya devam etmesi gerekiyor. Ayrıca damdan düşürmenin kaynaklarını kesmek yani ekonomik boykot bu işin en tesirli yollarından biri. Türkiye’deki anti-kapitalistler de boykotun hakkını vermeli.

Bir de Türkiye’de yaşayan veya öğrencilik yapan Filistinliler var. Bunların çoğunun ailesi bizzat Filistin’de ve özelde Gazze’de ikamet ediyor (idi). Bu nedenle, ailelerinden şehitleri ve gazileri olanlar çokça. Hal böyle olunca, “damdan düşen toplum” olarak bu bağrı yanık misafirlerimizi ihmal etmemek de kardeşlik ve insanlık görevimiz; en azından onlara ulaşıp “taziye dilekleri” sunmak bile büyük destek.

[Yeni Şafak 21 Kasım 2023]

Etiketler: