Dünyanın 6 Gücü Viyana’da

5 daimi BM üyesi ABD, İngiltere, Çin, Rusya ve Fransa ile Almanya'dan oluşan P5+1 adlı gücün İran'la yaptığı görüşmeler Viyana'da devam ediyor.

Dünya son haftalarda Avrupa’nın Yunanistan derdine odaklanmışken, kıtanın göbeğinde bir diğer küresel öneme haiz mesele daha vuku buluyor: İran nükleer müzakereleri. 5 daimi BM üyesi ABD, İngiltere, Çin, Rusya ve Fransa ile Almanya’dan oluşan P5+1 adlı gücün İran’la yaptığı görüşmeler Viyana’da devam ediyor.

Nisan ayında üzerinde anlaşmaya varılan çerçevenin sonlandırılması amacıyla bir araya gelen taraflar, 30 Haziran olarak belirlenen tarihte bir anlaşmaya varamadı. Deadline önce 7 Temmuz’a, sonra da 10 Temmuz’a ertelendi ancak yine nihayete eremedi. Anlayacağınız, Viyana’da bir nükleer yorgunluğudur sürüp gidiyor.

Hâlbuki Nisan’da varılan noktanın bir adım ötesi olan tatlı son için bir araya gelinmiş ve iş nihai detaylara kalmıştı. Ancak gelin görün ki; süreç yeniden pürüzlerle doldu ve İran’a yöneltilen talepler, ertelemeleri de beraberinde getirdi.

Bu bağlamda, anlaşmaya bu kadar yaklaşmışken “dünyanın 6 gücü ne yapmaya çalışıyor?” sorusu akılları kurcalıyor. Nükleer barış, bu hikâyenin amacı mı yoksa aracı mı?

KARIŞIK SİNYALLER

Gelinen noktadaki temel çerçeve, önümüzdeki 10-15 yıllık süre içinde İran’ın nükleer faaliyetlerini kısıtlayıcı ve nükleer silah üretimini engelleyici çeşitli şartlar içeriyor. Şartların en ağırlarından biri de, İran’ın askeri tesislerinin BM denetimine açık tutulacak olması. İran’ın talebi ise, yaptırımların tamamen ve hızla kaldırılması…

Bilindiği gibi, 2006’da başlayıp giderek ağırlaşan BM ve Batı yaptırımları, İran’a ticari ve finansal anlamda yıllardır zor zamanlar yaşatıyor. Geçtiğimiz yıl petrol fiyatlarında yaşanan gelişmeler de üzerine tuz biber olunca İran, sancılı ekonomisini toparlamak için birçok koşula “evet” demeyi kabul etmiş gözüküyor.

Ancak bu kabul, özellikle ABD’yi pek tatmin etmiş değil. İran’ın “tüm yaptırımlar” talebindeki “BM silah ambargosunun kaldırılmasına” Batılı tarafların uzak duruşu, bugünkü tıkanmaların sebeplerinden biri. Üstelik ABD, zaman zaman “masadan kalkabiliriz” mesajı da vererek bugüne dek karışık sinyaller gönderdi. Burada gaye hiç şüphesiz, İran’ı mümkün olan en az ödülle dize getirebilmekti.

ASIL AMAÇ ZAPT ETMEK

ABD başta olmak üzere 6’lı güç, İran’ın zenginleştirilmiş uranyumunun kısa zamanda nükleer silah yolunu açacak seviyeye ulaşmasından endişe ediyor. 2013’te müzakereleri tetikleyen de zaten bu değil miydi? Bu noktada ise, “İran gerçekten kimin için nükleer bir tehdit?” sorusu akla geliyor. ABD’nin ısrarı göz önüne alındığında, ilk cevabın İsrail olacağı ortada…

Ancak nükleer tehdit bu kadar ciddiyse, İsrail neden anlaşma karşıtı bir pozisyonda duruyor? Cevabı, İsrail’in bakış açısı: Prangalarından kurtulan bir İran, hem ekonomik ve jeopolitik güç kazanır hem de 15 yıl sonra nükleer çalışmalarına kaldığı yerden daha da etkili başlayabilir. Bu nedenle İsrail kanadında, anlaşmanın İran’ı bölgede güçlü kılacağı korkusu hâkim.

Peki, ABD, İran nükleerine, diğer 5 gücü de işin içine katarak el koyma arzusuna rağmen, neden ağırdan alıyor? Görünen o ki; nükleer tehdit kontrol altına alınsa da, İran’ın yaptırımlardan kurtulup palazlanması ve bölgedeki nüfuzunu artırması kimsenin işine gelmiyor. Silah ambargosundaki anlaşmazlığın da temelinde bu var.

Hele de İran’ın, BM denetçilerinin askeri sahalara girme yetkisiyle donatılmasını hazmetmemesi durumunda, anlaşmanın değeri daha da düşer. Dolayısıyla, nükleer güvenlik meselesi bu serüvende aslında bir amaçtan ziyade güçlü bir araç olarak beliriyor. Asıl amaç, İran’ı kapsamlı bir halde “zapt etmek” olarak karşımıza çıkıyor.

İRAN’I BOMBALAMAK?

Peki, anlaşma olmazsa ne olur? Nükleer müzakerelerle ulaşılamayan amaçlar nasıl kurtarılır? Askeri bir saldırıyla mı? ABD, bugüne kadar bu seçeneğin maliyetli olması nedeniyle, diplomatik ilişkilere başvurmayı ve işin içine diğer 5 gücü de katma yolunu benimsedi. Ancak bu diplomatik tutum, geçtiğimiz hafta ABD Temsilciler Meclisi üyelerinden demokrat Eliot Engel’in “İran’ın nükleer tesislerini bombalama ihtimalini” dile getirmesiyle sorgulanır oldu.

Öte yandan, ABD tarafındaki ağırdan almada, Cumhuriyetçiler başta olmak üzere, Demokratların da içinde olduğu bir elit kesim de rol oynuyor. Bu grupların, petrol şirketleri ve İsrail lobisiyle yakın ilişkiler içinde olduğunu da ekleyelim.

Bu bağlamda, akla şu da geliyor: Anlaşma Viyana kapılarından geçse dahi, ABD Kongresi’nden geçecek mi? İmzaların atılması halinde, akabindeki 60 günlük süreçte gözler bu kez de Washington’a çevrilecek. Ve bir de İran Meclisi’ne…

Malum, Obama’dan Netanyahu’ya, Kerry’den Hamaney’e çoğu kişinin dilinden düşmeyen bir cümle var: “Hiçbir anlaşma olmaması, kötü bir anlaşma olmasından yeğdir.”

Tabii buna en evvel, 6 güç ve İran karar verecek. Ben bu yazıyı Pazartesi öğleden sonra kaleme alırken, yine kapalı kapılar ardında hararetli görüşmeler sürüyor. Zira 13 Temmuz, haberi uçurulan 4. deadline.

Neler olacağını dikkatle izlememiz gerekiyor. Nitekim çıkacak karar, ihracattan petrole, yatırımlardan bölgesel politikalara çok boyutlu ve yönlü bir çerçevede Türkiye’yi de etkileyecek.

[Yeni Şafak, 14 Temmuz 2015]

Etiketler: