İslamofobi’nin Kodları: Avusturya İslam Yasa Tasarısı

Uluslararası basında IŞİD haberlerinin İslamofobik kodlar eşliğinde sunulduğu bir dönemde, Avrupa'nın ilk İslam Yasası'nı kabul eden ülke olan Avusturya, zaman ve şartların farklılaşması nedeniyle 102 yıllık İslam Yasası'nın değişmesine ihtiyaç duyduğunu açıkladı. Yasanın, Avusturya hükümeti ve İslam Cemaati (IGGiÖ) arasında 2011 yılından beri karşılıklı yürütülen müzakereler neticesinde ortak hazırlanması amaçlanıyordu. Ancak yasa tasarısı, IGGiÖ yetkililerinin hac için Mekke'de bulunduğu ve kendilerinin tasarının son halinden bihaber oldukları bir sırada kamuoyu ile paylaşıldı.

Uluslararası basında IŞİD haberlerinin İslamofobik kodlar eşliğinde sunulduğu bir dönemde, Avrupa’nın ilk İslam Yasası’nı kabul eden ülke olan Avusturya, zaman ve şartların farklılaşması nedeniyle 102 yıllık İslam Yasası’nın değişmesine ihtiyaç duyduğunu açıkladı.

Yasanın, Avusturya hükümeti ve İslam Cemaati (IGGiÖ) arasında 2011 yılından beri karşılıklı yürütülen müzakereler neticesinde ortak hazırlanması amaçlanıyordu. Ancak yasa tasarısı, IGGiÖ yetkililerinin hac için Mekke’de bulunduğu ve kendilerinin tasarının son halinden bihaber oldukları bir sırada kamuoyu ile paylaşıldı.

Avusturya İslam toplumu, yasa tasarısının mevcut halindeki diplomatik cümleler arasına sıkıştırılmış pek çok önemli maddenin kendilerine ilerleyen günlerde ne getireceğinin farkında. Bu bilinç, açıklanan tasarıya karşı tepkiyi beraberinde getiriyor, çünkü yasa tasarısı Müslümanların pratikte sahip oldukları pek çok hakka hukuki güvence getirme amacına hizmet etmekten çok uzak.

“RADİKALLEŞMEYLE MÜCADELE” YOLUYLA FİNANSMAN YASAĞI

“Yurt dışından gelen finansmanın yasaklanması” maddesi tasarının en fazla eleştirilen kısmını oluşturuluyor. Maddeye göre, cemaatlerin “dini faaliyetlerini finanse edebilmek için ülke dışından para almaları” yasaklanıyor.

Nihai amacı ‘maaşı yurtdışından ödenen imam yasağı’ olan düzenleme, Avusturya medyasında vurgulandığı üzere ‘Müslümanların özgürlüklerini genişletmek’ amacının kıyısına dahi yanaşmıyor. Finansmanla ilgili düzenlemelerin, anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğunun vurgulanması, aynı düzenlemenin Katolik, Protestan ve Yahudiler için bulunmamasından kaynaklanıyor. Yasa taslağı olduğu haliyle meclisten geçerse Türkiye Diyanet Başkanlığı’na bağlı imamlar Avusturya’da çalışamayacak, hiçbir İslam ülkesi finansal olarak kendine bağlı bulunan dini personelini Avusturya’ya gönderemeyecek. Finansmanla ilgili maddenin kabul edilmesinin cemaatler için büyük problemlere yol açacağı endişesi toplumda hâkim, çünkü tasarının yasalaşması halinde cami dernekleri imamlarının maaşlarını kendileri ödemek zorunda kalacaklar. İslam ülkelerine karşı yürütülen bu dış politikanın, Avusturya’nın Müslüman ülkelerle ilişkilerini nasıl etkileyeceği üzerinde yeterince durulmamışa benziyor.

1986 doğumlu Dışişleri ve Uyum Bakanı Sebastian Kurz, yasanın değiştirilme nedenini “radikalleşmeyle mücadelede” olarak temellendirdi. Tasarıya ilişkin bu tarz bir savunma, IŞİD kılıfıyla hazırlanan manipülatif ve islamofobik haberlere katkı sağlıyor. Avusturya’da bulunan toplam 300 imamın, 65’inin maaşının Türkiye tarafından ödenmesini sorunun merkezine alarak yasa tasarısı hazırlayan hükümetin, dünyanın her yerine -Avusturya tarafından da finanse edilerek- gönderilen Hristiyan misyonerleri neden aynı saikle problem haline getirmediği bir soru işareti. Finansman maddesi sayesinde, Suudi Arabistan ve Türkiye etkisinden (aynı zamanda kontrolünden) muaf “Avusturya izleri taşıyan bir İslam” ütopyasının ne yöne evrileceğini ilerleyen günlerde göreceğiz ancak yasa tasarısının mevcut hali, Avusturya İslam toplumu için sıkıntılı bir dönemin başlayacağına işaret ediyor.

“KURUMSALLAŞMIŞ İSLAMOFOBİ MANİFESTOSU”

Avusturya Müslüman toplumu, karşılarındaki kurumsal tehdide sessiz kalmayarak yasa tasarısına tepkilerini pek çok farklı platformda dile getirdi. İslamofobi Uzmanı Dr. Farid Hafez, tasarının mevcut haline ilişkin “Avusturya’da kurumsallaşmış İslamofobi manifestosu” yorumunda bulundu. Tasarıya ilişkin böyle bir tanımlama getirilmesini hak edecek sebepler bir hayli fazla.

Tasarının 23. maddesinin 3. fıkrası eleştirilen bir diğer önemli değişiklik. Tasarı bu haliyle meclisten geçerse, en geç 2015 yılı Temmuz ayına kadar bütün Müslüman dernekler kapatılacak ve kamu tüzel kişiliği kazanarak tüm mal varlıklarıyla birlikte İslam Cemaati’nin (IGGiÖ) küçük birer ünitesi haline gelecek. Özünde denetim ve kontrol barındıran bu madde sayesinde, IGGiÖ’nün aşırı hegemonik bir yetki kazanacağı ve bu yetki ile devletin kontrol mekanizmasına hizmet edeceği aşikâr. Toplumsal beklenti, İslam Cemaati’nin bünyesinde barındıracağı çok sesli yapıyı korumayı başarabilmesi ve bu çok sesli yapının istek, arzu ve beklentilerinin devlete aktarımına ilişkin üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmesi.

Tasarı kapsamındaki belki de en problemli konu, ‘din adamlarının eğitimi’ meselesi. Din adamlarının eğitimi hakkında oluşturulan 15. madde incelendiğinde ortaya vahim bir tablo çıkıyor. Maddeye göre Viyana Üniversitesi bünyesinde teoloji eğitimi almış kişiler camilerde görev yapabilecek. Teoloji eğitiminin, içerisinde Müslüman olmayan profesörleri barındıran bir eğitim kadrosu tarafından verileceği göz önüne alındığında söz konusu madde, toplum nezdinde Müslüman olmayan hocaların eğittiği imamlar ‘camide nasıl vaaz verecek’, ‘nasıl namaz kıldıracak’ kaygısını tetikliyor. Bu kaygı neticesinde kolektif ortamından soyutlanabilecek, camiden uzaklaşabilecek, dinini kişisel olarak yaşamaya itilecek bireylerin hangi fanatizmlere sürüklenebileceği meselesi asıl sorun olarak karşımızda duruyor. Eşitlik, insan hakları, din özgürlüğü, hukuk devleti kavramlarını merkezine alan 21. Yüzyıl Avrupa’sının demokratik çerçevede tüm hukuki kaynaklarını seferber ederek ortaya çıkarabildiği bu: Kendisini kimin eğiteceği kararının dâhi elinden alındığı bir İslam toplumu.

Demokratik sınırlar çerçevesinde, eşitlik ilkesine dayalı, Müslümanların halihazırda sahip oldukları pratik haklara hukuki güvence sağlanması amacıyla bir yasa ortaya çıkarabilmek için öncelikle islamofobik eğilimlerden ve önyargılardan kurtulmak gerekiyor. Anayasa’daki mevcut boşlukları ve planlanan yeni düzenlemeleri kendi vatandaşına karşı güvensizlik duygusuyla dezavantaja değil, toplumun tüm kesimlerini eşit ölçüde gözeterek kamu yararına çevirebilmek Avrupa için demokrasi sınırları çerçevesinde gerçekleştirilebilir bir ideal olsa gerek.

AMAÇ: İSLAMİ HAYAT TARZININ DENETİM ALTINA ALINMASI

Yasa tasarısı çerçevesinde dönen yoğun tartışmalara bakıldığında, “Gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılayacak bir yasa” motivasyonuyla masaya oturan İslam Cemaati’nin bu arzusunu mevcut hükümet ile gerçekleştirmede ne kadar başarılı olacağı ciddi bir muamma. Çünkü Avusturya hükümeti yasa tasarısıyla, doğrudan tek yetkili olarak otoriterlik paylaşımına girmediği kendi diyanetini kurmayı amaçlıyor. Denetim altına alma arzusunun arkasında yatan sebep, IŞİD bahanesiyle medyada algı operasyonları düzenleyerek “radikalizmle mücadele” üzerinden Müslümanların İslami hayat biçiminin gözetim ve denetim altına alınması.

Etiketler: