Yüzyıldan Öte: Cumhuriyet Türkiye’sinde Seçimlerin Değişen Anlamı

Türkiye’de seçimler her ne kadar Osmanlı’dan miras kalmış olsa da cumhuriyetin demokratik seçimlerle tanışması 1950’yi buldu. Üstelik bu tanışmanın ardından en kritik siyasi mekanizma haline geldi ve mevcut siyasi, ekonomik ve sosyal ayrışmaların mücadele sahası oldu. Bunun neticesinde ise taraflardan biri seçimleri meşruiyet kaynağı, diğeri ise gerektiğinde müdahale gerektirebilecek bir tehlike olarak gördü.

Türkiye için seçimler, yüzüncü yılını kutladığımız cumhuriyetten daha eski bir siyasi mekanizma. Her ne kadar bugünkü anlamından ve sisteminden oldukça uzak olsa da Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde hem Meclis-i Mebusan hem de belediyeler için ilk seçimler gerçekleştirildi ve halkın en azından bir kısmı artık seçmen haline geldi. Cumhuriyetin ilk yıllarında da seçimler, bu duruma paralel şekilde ve Osmanlı’dan kalma usuller çerçevesinde yapılmaya devam etti. 1950’de ise yapılan yasal düzenlemeler ve demokratik rekabet şartlarının kısmi iyileştirilmesi neticesinde, demokratik olarak kabul edilebilecek ilk seçimler gerçekleşti. Dolayısıyla Cumhuriyet’in demokratik seçimlerle tanışması, ne yazık ki çok geç bir tarihte, 1950’de oldu.

Türkiye, bu tarihten itibaren niteliği farklılık göstermekle birlikte demokratik seçimleri tecrübe etmektedir. Üstelik bu durumun düzenli bir hal aldığı, hatta Türk siyaset ve demokrasisinde en iyi çalışan kurumun seçimler olduğu söylenebilir. Zira 1960 ve 1980 askeri darbeleri sonrasında dahi seçimler (1961 ve 1982 anayasa referandumları), iktidarı zorla ele geçiren askerler tarafından bile meşruiyet kaynağı olarak araçsallaştırıldı. Dolayısıyla Türkiye açısından demokrasiye “ara verildiği” tarihlerde dahi seçimlere ara verilmedi. Diğer bir deyişle seçimler, Türkiye için her şeyden ve herkesten öte bir siyasi mekanizma hüviyetini her zaman sürdürdü.

Seçimlerin “Öte Anlamı”

Cumhuriyet Türkiye’sinde seçimler, her zaman yönetici veya temsilci seçmenin ötesinde anlamlar taşıdı. Çünkü siyasal krizleri süreklilik arz eden Cumhuriyet’te ortaya koyduğu sonuçlar itibariyle bazen çözüm mekanizması işlevi gördü, bazen de yeni krizlerin tetikleyicisi oldu. Zira Cumhuriyet, “bilhassa kimsesizlerin kimsesi” olması gerekirken, çeşitli sebeplerden ötürü bir grup seçkin tarafından tekelleşti ve bir tür vesayet mekanizması tarafından araçsallaştırıldı.

Söz konusu tekele karşı “kimsesizlerin” temsilcileri iddiasındaki aktörler, yürüttüğü siyasi, ekonomik ve sosyal mücadelenin yegane meşruiyet kaynağı olarak seçimleri kabul etti. Böylelikle seçimler bir taraf için çözüm olurken diğer bir taraf için sorun üretti. Ancak tam da bu sebepten ötürü 1950’den beri seçimlerde yarışan aktörlerin nerdeyse hepsi, o günden bugüne yapılan tüm seçimleri ısrarla “tarihi”, “kritik”, “milat” gibi kavramlarla tanımladı.

Bu tanımlama ve düşüncenin gerçek bir temele mi dayandığı yoksa siyasi aktörlerin söylemi sonucunda algısal açıdan mı bu hale geldiği oldukça tartışmalı. Zira Cumhuriyet’in demokratikleşme mücadelesi ve toplumsal ayrımları göz önünde bulundurulduğunda seçimler, yalnızca siyasi değil, sosyal ve ekonomik mücadelenin de sürdürüldüğü bir saha olarak “öte anlam” kazandı. Dolayısıyla siyasi mücadelenin yanı sıra olması gerekenden daha fazla bir şekilde kendi sosyal ve ekonomik anlamını üretti. Bu sebepten ötürü de sürekli olarak kritikleşti veya kritikleştirildi. Böylelikle “öte anlamı” doğal veya suni bir şekilde süreklilik kazandı…

Devamını Kriter sitesinde okumak için tıklayın: Yüzyıldan Öte: Cumhuriyet Türkiye’sinde Seçimlerin Değişen Anlamı

Etiketler: