Türkiye’nin Korkuları

11 Eylül sonrası dünyada korkuyu siyasi bir güç olarak her gün yeniden keşfediyoruz. Korkunun yarattığı sosyal travma, siyasilerin kısa dönemli manipülasyonlarından daha derin etkilere sahip. Düne kadar teknolojik olarak üstün ama barbar uzaylıların ülkelerini işgal edeceğini düşünen Amerikalılar, 11 Eylül’den sonra bu kehanetin gerçekleştiğine inanmaya başladılar. Yani hayal, fantazi, kurgu, korku hepsi gerçek oldu. Amerikan siyasi aklı, şimdi bu korkuyu kaybetmekten korkuyor.Danimarka’daki karikatür krizi, farklı gibi görünse de Avrupalıları benzer korkulara sevketti. Avrupa’nın derin aklı, “Müslüman öfkesi” karşısında Avrupa medeniyetinin temellerinin sarsılmakta olduğunu düşünüyor. En azından sokaktaki insanin bu korkuyu içinde hissetmesini istiyor. Çünkü korku kadar maliyeti düşük ama siyasi gücü yüksek bir kapital henüz bulunabilmiş değil. Asırlık korkuların esiri olan Türkiye de bu süreçten nasibini almaya devam ediyor. Batı’nın ‘barbar öteki’ korkusunun yerini bizde ‘iç tehditler’ alıyor. Türkiye’nin modern siyasi aklı, bu iç tehditleri herhangi bir nükleer saldırıdan da bölgesel anarşiden de daha acil görüyor. Türkiye’nin din ve millet kavramlarından duyduğu korkular, ‘apokalips’ korkularından daha derin etkilere sahip. Türkiye’nin 21.nci yüzyılda rasyonel ve kendine özgün bir varlık iddiasında bulunması bu korkuları aşmasına bağlı.

11 Eylül sonrası dünyada korkuyu siyasi bir güç olarak her gün yeniden keşfediyoruz. Korkunun yarattığı sosyal travma, siyasilerin kısa dönemli manipülasyonlarından daha derin etkilere sahip. Düne kadar teknolojik olarak üstün ama barbar uzaylıların ülkelerini işgal edeceğini düşünen Amerikalılar, 11 Eylül’den sonra bu kehanetin gerçekleştiğine inanmaya başladılar. Yani hayal, fantazi, kurgu, korku hepsi gerçek oldu. Amerikan siyasi aklı, şimdi bu korkuyu kaybetmekten korkuyor.Danimarka’daki karikatür krizi, farklı gibi görünse de Avrupalıları benzer korkulara sevketti. Avrupa’nın derin aklı, “Müslüman öfkesi” karşısında Avrupa medeniyetinin temellerinin sarsılmakta olduğunu düşünüyor. En azından sokaktaki insanin bu korkuyu içinde hissetmesini istiyor. Çünkü korku kadar maliyeti düşük ama siyasi gücü yüksek bir kapital henüz bulunabilmiş değil.
Asırlık korkuların esiri olan Türkiye de bu süreçten nasibini almaya devam ediyor. Batı’nın ‘barbar öteki’ korkusunun yerini bizde ‘iç tehditler’ alıyor. Türkiye’nin modern siyasi aklı, bu iç tehditleri herhangi bir nükleer saldırıdan da bölgesel anarşiden de daha acil görüyor. Türkiye’nin din ve millet kavramlarından duyduğu korkular, ‘apokalips’ korkularından daha derin etkilere sahip. Türkiye’nin 21.nci yüzyılda rasyonel ve kendine özgün bir varlık iddiasında bulunması bu korkuları aşmasına bağlı.

Albert Camus, 20.nci yüzyıla “korku çağı” demişti. Camu’ya göre dünyada (aslında Avrupa’da) elli sene gibi kısa bir sürede o kadar şey yaşanmıştı ki insanların oturup rasyonel bir şekilde düşünmeye vakitleri bile yoktu. Bütün canlı varlıklar gibi onlar da tehdit ve tehlike karşısında korkuya kapıldılar. Korkuyu siyasi bir güç olarak kullanan liderler, korku rejimleri kurdular. Böylece korku ve siyasi güç, tam da Hobbes’un siyaset tanımına uygun bir nitelik kazandı. Hobbes modern siyasetin “güç istemi” ve “ölüm korkusu” üzerine kurulu olduğunu söylemişti. Ona göre devletin yegane amacı, insanlığın “doğal durumu”nun en derin güdüsü olan ölüm korkusuna set vurmak, onlara bu dünyada güvenlik sağlamaktı. Devlet korkuyu üreten değil, onu ‘yöneten’ bir kurum olacaktı.

Buradaki derin çelişkiyi görmek zor değil: Modern toplumun kurucuları, geleneksel toplumların temelsiz korkularına son vermek için mitoloji, hurafe, koca karı adeti dedikleri inanç ve davranış biçimlerini rasyonellik ve bilimsellik adına reddetme yolunu seçtiklerinde korkusuz, akılcı, özgür bir toplum inşa edeceklerini düşünüyorlardı. Amerikalıların yanlış hesabının Bağdat’tan dönmesi gibi modern dünyanın mühendisleri yanıldılar ve korkusuz bir toplum inşa etmek yerine yeni korkular ürettiler. Modern devlet bu korkuları besledi, derinleştirdi. Michel Foucault ‘bilginin arkeolojisi’ dediği çalışmalarında bu ‘korku rejimleri’nin çetelesini çıkartır ve modern devletin güç isteminin bir ‘korku metafiziği’ne dayandığını söyler. 

Türkiye de modern dünyaya kendi korkularıyla girdi. Osmanlının son döneminin değişmez gündemi, devleti kurtarmaktı. Osmanlıcı, İslamcı, Türkçü yahut Batıcı bütün aydınların ortak paydası, her ne pahasına olursa olsun devleti kurtarmaktı. Burada devlet, pay-i tahtı, Osmanlı bürokrasisi ya da ordusunu değil, devletin temsil ettiği bütün değerleri, ilkeleri ve kolektif ge

Etiketler: