Batı’da İslam Karşıtlığı: Bir Don Kişot Sendromu

PEGİDA benzeri örgütler tarafından Avrupa'nın farklı ülkelerinde dillendirilen ‘İslam tehdidi' bir gerçeklik mi yoksa bir mit mi?

Avrupa’da gittikçe güçlenen ırkçılık, göçmen düşmanlığı ve özellikle İslamofobi Almanya’nın Dresden şehrinde ortaya çıkan PEGİDA (Patriotische Europäer gegen die Islamisierung des Abendlandes), yani ‘Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar’ örgütü ile dünya basınının yeniden gündemine oturdu. Örgütün söylemleri özel olarak İslam’a ve Müslümanlara karşı nefret söylemleri içeriyor. Örgütün lideri 41 yaşındaki Lutz Bachmann hırsızlık, alkollü araç kullanma ve uyuşturucu ticareti gibi suçlardan sabıkalı bir şahıs. Facebook grubu kuran ve Ekim ayından bu yana yaptığı Pazartesi eylemleriyle ilgi toplayan PEGİDA 22 Aralık’ta 17500 kişilik bir katılıma ulaştı. Örgüt 5 Ocak akşamı İslam karşıtı bir eylem daha yaparken Köln başta olmak üzere birçok şehirde PEGİDA’ya karşı geniş katılımlı gösteriler yapıldı. Birçok Alman da PEGİDA karşıtı gösterilere katılırken Köln Katedrali PEGİDA’ya tepki olarak ışıklarını kararttı. Nasıl tek bir algıdan ibaret homojen bir İslam dünyası yoksa tek bir yapıdan oluşan homojen bir Batı da yok. Ancak Avrupa’nın geleceğini tehdit eden ve göz ardı edilemeyecek bir ırkçılık ve İslamofobi gerçeği var. Bu da Avrupa’da İslam karşıtlığı hafife alındıkça daha ciddi bir sorun olarak ortaya çıktı. Türklerin cinayete kurban gittiği neo-nazi eylemleriyle sarsılan Almanya şimdi de PEGİDA ile başka bir İslamofobi dalgasıyla yüzyüze kaldı. Azınlık politikalarında başarısız olunduğunda Müslümanlar bazı siyasi hareketler tarafından asimile olmakla ülkeden gitmek arasında bir tercihe mahkûm edilmek isteniyor.

AVRUPA’DA İSLAM ALGISI: GERÇEKLİK Mİ MİT Mİ?

Der Spiegel’in yaptığı bir araştırmada Almanların yüzde 34’ü ülkenin giderek İslamlaştığı konusunda PEGİDA ile aynı düşünüyor. Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maizière, Christiane Amanpour’un CNN’de katıldığı programında bu istatistiğe şöyle cevap verdi: “PEGİDA’yı gözünüzde büyütmeyin. Bu eğilimden endişe de duysam, unutmayalım ki İslam küreselleşme ve modernleşmeye karşı bir koddur, Almanya bunların kazananı olsa da.” Ardından Alman Bakan IŞİD’i gündeme getirerek bunun tartışılması gerektiğini söyledi. Bu türde bir siyasi diskur ve üzerine medyanın oluşturduğu imaj insanların kafasında oluşan İslam algısını şekillendiriyor.

IŞİD gibi örgütler bahane edilerek İslam karşıtlığı meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Fransa’da 12 kişinin öldürüldüğü üzücü saldırı sonrasında gerek gazetelerde gerek sosyal medyada İslam karşıtı ifadeler ortaya çıktı. Radikal hareketleri eleştirmekte bir sakınca yok, ancak bunu bütün bir dine veya dini topluluğa genellemek sorunlu bir yaklaşım. Bazen Müslümanların İslamofobi’ye karşı eylemlerinde tepki verme biçimi yanlış olabilir. Ancak İslamofobi›yi Müslümanların tepkileri üzerinden meşrulaştırmaya çalışmak siyasi bir projedir. Bazı gruplar Müslümanları provoke ederek onları agresif, nefret dolu, saldırgan bir topluluk olarak lanse etmek istemektedir. Bu özellikle Batı’da yaşayan tüm Müslümanların dikkat etmesi gereken bir tuzaktır.

Batı’da İslam’ın sadece teolojik değil siyasi ve kültürel bir meydan okuma, bir tehdit olarak görülmesi aslında Batı’nın ‘öteki’ ile kurduğu ilişkide kendi ben tasavvurunu ortaya koyuyor. Batı’da İslam algısı onun Avrupa-merkezli tarih anlayışından ve Yahudi-Hıristiyan kökenlerinden bağımsız değil. En güncel örneği ele alacak olursak, PEGİDA’nın Aralık ayı başında yayınladığı manifestonun maddelerinden biri “Almanya’nın Yahudi-Hıristiyan kültürünün korunması” olarak ifade edildi. Fransa’da, Hollanda’da ve İtalya’da birtakım siyasetçiler de “kimliğimizin yok edilmesine karşı savaşmalıyız” şeklinde ifadeler kullandılar. Avrupa’nın bu kimlik krizi sınavında milyonlarca Müslümanın bugün olduğu gibi gelecekte de var olacağı gerçeğiyle hareket ederek politika geliştirmesi gerekiyor.

DON KİŞOT SENDROMU

PEGİDA benzeri örgütler tarafından Avrupa’nın farklı ülkelerinde dillendirilen ‘İslam tehdidi’ bir gerçeklik mi yoksa bir mit mi? İspanyol yazar Cervantes’in meşhur romanı Don Kişot’u bir metafor olarak kullanacak olursak, şövalye kitaplarından etkilenerek elinde kılıcıyla yollara düşen Don Kişot Avrupa’daki İslamofobik çevreleri, Don Kişot’un uşağı Sancho Panza Avrupa’daki sessiz çoğunluğu ve Don Kişot’un hayalî düşmanı olan yel değirmenleri ise Müslümanları temsil ediyor.

Hâkim medeniyet olma duygusu taşıyan Batı’da tarihî, felsefî ve siyasî birçok farklı etken ‘öteki’ algısının şekillenmesinde rol oynuyor. Bazı çevrelerin bu unsurlardan beslenerek kapıldıkları Don Kişot sendromuyla bir İslam imajı tezahür ediyor ve İslamofobi böyle bir mitin sonucu olarak ortaya çıkıyor.

Eğitim alanında yapılacak reformlar, medyada İslamofobik yayınların azaltılması, ırkçı siyasi diskurun izole edilmesi ve hukuk alanında nefret suçlarına dair yapılacak düzenlemelerle Don Kişot sendromunun azalmasında yol alınacaktır.

PSİKOLOJİK TERÖR

Bir etnik veya dini topluluğa yönelik terörü sadece fiziksel değil, psikolojik ve kültürel boyutlarıyla da yürütmek mümkündür. Hollanda’da Wilders’ın söylemlerini ya da Almanya’da PEGİDA gibi kitle hareketlerini meşrulaştırmak için eylem özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi argümanlar kullanılıyor. İfade özgürlüğünün nefret söylemine bir kılıf olarak kullanılması nefret suçlarına zemin hazırlıyor. Unutulmamalı ki Nefret suçları nefret söylemlerinin etkisiyle ortaya çıkıyor.

Bu tür nefret söylemleri Almanya’da cami yakılması, Avrupa’nın birçok ülkesinde cami kapılarına domuz kafası bırakılması, başörtülü kadınlara saldırılması gibi psikolojik terör eylemlerine dönüşüyor. Oluşan imaj ile birlikte Müslüman toplum her türlü sosyal ve ekonomik problemin sebebi olarak görülüyor. Avrupa’da azınlıkların bir güvenlik meselesi olarak ele alınmasından vazgeçilmesi gerekiyor.

Tam aksine Avrupalı Müslümanların kendi kimlikleriyle o toplumların bir parçası olduğu ve bir yere gitmeyecekleri gerçeğiyle hareket edilerek politika üretilmesi gerekiyor. Avrupalı karar alıcılar bugün zenofobi ve İslamofobi zemininde psikolojik terörün yayıldığı bir gelecek ile farklılıkların kendi kimlikleriyle özgürce bir arada yaşadığı bir gelecek tahayyülü arasında karar vermek durumunda.

[Yeni Şafak, 09 Ocak 2015]

Etiketler: