2011’de İç Politika

2011, muazzam bir toplumsal-siyasal dinamizmin statükocu siyaseti zorladığı 1990'lardaki siyasal sürecin demokratikleşme ekseninde somut kazanımlara kavuştuğu bir yıl oldu.

2011 yılı, eski Türkiye-yeni Türkiye mücadelesinin kristalleştiği, yeni Türkiye imkânının ne tür gündemlerle ve hangi enstrümanlar aracılığıyla realize edilebileceğinin ilk işaretlerinin alındığı bir yıl oldu. 12 Eylül referandumu, Yeni Türkiye’nin en önemli önceliğinin, demokratikleşme, sivilleşme ve normalleşme olduğunu ortaya koymuştu. 2011 bu her üç alandaki gelişmelerle, yeni Türkiye’nin teşekkül sürecinin, elde edilen somut kazanımlarla, geri döndürülmesi zor bir mecraya aktığını ortaya koyan bir yıl oldu.

12 HAZİRAN SEÇİMLERİ

2011’in en önemli başlığı, hiç kuşkusuz, 12 Haziran’da yapılan genel seçimlerdi. 12 Haziran seçimlerinin en önemli sonucu, 12 Eylül referandumunun sembolize ettiği vesayeti geriletme sürecini teyit etmesidir. Seçim, iki şekilde vesayeti gerileten bir işlev gördü: Öncelikle, kuruluşundan beri vesayetle mücadelenin sözcüsü olan ve bu uğurda 10 yıl boyunca sıkıntıları göze alarak vesayet sürecini geriletmeyi başaran AK Parti, toplumsal desteğini artırarak (%50), sorgulanamayacak şekilde siyasal ve toplumsal merkeze yerleşti. İkinci olarak da, 12 Haziran seçimleri, yeni Anayasa sürecinin gündeme taşınması bağlamında vesayeti geriletici bir misyon yüklendi. Anayasa’nın en önemli siyasal gündeminin özgürlüklerin genişletilmesi ve demokratik standartların yükseltilmesi olduğu göz önüne alındığında, seçimlerin bir diğer önemli siyasal sonucunun vesayet sistemini ortadan kaldırmak olduğu söylenebilir. Bu çerçevede, siyasetteki yansımaları dolayısıyla, 12 Haziran seçimlerinin 14 Mayıs 1950 seçimlerine benzediğini söylemek mümkündür: 1950’deki seçimlerin tek parti döneminin siyasal vesayetini yıkıp, demokratik bir dönemi başlatması gibi 12 Haziran seçimleri de, işaret ettiği yeni Anayasa ile yarım asırlık kurumsal vesayeti tamamen sona erdirme imkânını doğurmuş durumdadır.

PKK’NIN SİLAHSIZLANDIRILMASI

2011, Türkiye’nin Kürt sorununu çözme ve PKK ile mücadele stratejisinde bir muhasebe ve karar yılı oldu. Bu muhasebe fonksiyonu dolayısıyla, 2011’in ilk yarısı, PKK ile mücadele tarihinin en etkili barış sürecinin yaşanmasına tanıklık ederken, ikinci yarısında, PKK ve KCK’nın başlattığı eylemler ve bu eylemlere yönelik sürdürülen operasyonlarla son yılların en yoğun çatışma sürecine girildi. BDP’nin sivil itaatsizlik eylemleri ve 12 Haziran seçimlerindeki başarısı, İmralı ile yürütülen görüşmeler ve MİT-Kandil arasındaki görüşme trafiği sorunun siyaset paradigması ekseninde çözülmesinin ana durakları olurken; PKK saldırıları, KCK’nın şiddetle kol kola gezen eylemleri, güvenlik operasyonları, KCK tutuklamaları, Devlet- Kandil-İmralı arasındaki görüşmelerin kesilmesi ve sızdırılması, çatışma sürecinin ana durakları oldu. Devletin PKK’yı silahsızlandırmak üzere başlattığı diyalog sürecinin PKK’nın Silvan saldırısıyla kesilmesi, devletin ve kamuoyunun PKK’yı konumlandırmasında bir dönüm noktası oluşturdu. Siyasi iktidarın güvenlik politikalarını terk ettiği, örgütle ve örgütün lideriyle çözüm için diyalog kurduğu, PKK’nın dağdan indirilmesi ve Kürt sorununun çözümü için cesur ve riskli kararlar aldığı bir süreçten sonra, PKK’nın peş peşe gerçekleştirdiği saldırılar, Kürt meselesi ile ilişkisini açığa düşürerek uluslararası dengeler içinde bir istikrarsızlık enstrümanına dönüştüğünü ortaya koydu. Arap dünyasında, toplumlar

Etiketler: