Arşiv: 2 Mart 2015 | Türk Silahlı Kuvvetleri ( TSK) Afganistan’ın başkenti Kabil’de bulunan ve ülkenin en yoğun ve önemli havaalanı olan Uluslararası Hamid Karzai Havaalanını koruyor. Askeri ve sivil bölümleri olan Hamid Karzai Havaalanında, günlük yaklaşık 250 uçak herekte ve 3 bin 500 yolcu herekte gerçekleştiriliyor. Türk askerleri havalanında devriye geziyor. (Haroon Sabawoon - Anadolu Ajansı)

Türkiye’nin Afganistan Siyaseti Nasıl Olmalı?

Afganistan söz konusu olunca Suriye, Libya ya da Dağlık Karabağ hakkında bildiğimiz her şeyi unutmak zorundayız. Türkiye için böylesi zor bir geçiş döneminde jeopolitik çıkarları ile birincil güvenlik öncelikleri arasında köprü kurabilecek bir stratejik esnekliğe sahip olması her şeyden çok daha önemli. Türkiye'nin bunu dikkate alarak tercihleri arasında Afganistan siyasetini oluşturması en rasyonel olanı.

Tek kutuplu uluslararası düzen çökerken ABD, Afganistan’ın imparatorluklar mezarlığında tıpkı diğerleri gibi yerini alıyor. Geride, 1 milyona yakın insanın ölmesine neden olan 20 yıl boşa harcanmış bir başarısızlık hikayesi bıraktı. Yüzbinlerce insan ise ya baba ocağından ayrılarak Kabil, Kandahar, Herat, Kunduz, Mezarı Şerif gibi büyük şehirlerde sefalet içinde yaşamaya mahkûm ya da ülkelerini terk ederek mülteci oldu.

Daha da kötüsü, ABD yok etmek istediği düşmandan kaçarak hem Afganistan’ı altın tepside Taliban’a sundu hem de on binlerce sivili katletmiş, esir aldıkları askerleri vahşice kurşuna dizmiş, sırf erkek doktora göründükleri için hamile kadınları karnındaki bebekleriyle beraber öldürmüş Taliban’ı meşrulaştırdı. Şimdi Taliban’ın sözcüleri “artık değiştik” sunumuyla demokrasiden, kadın haklarından, sivil toplumdan, kalkınmadan ve eğitimden bahsediyor.

El hak! Taliban değişti; 90’lardaki Taliban’dan çok daha radikal, çok daha ölümcül bir örgüte dönüştü. Tüm aktörlerle eş zamanlı olarak pazarlık yapabilecek derecede “diplomasiyi” iyi bir taktik olarak kullanan, yönetim becerisini geliştiren işlevsel bir yapıya kavuştu. Ama ne siyasetin doğasına ne devlet-toplum ilişkisine ne din-devlet ilişkisine dair daha ılımlı bir örgüte dönüştü. 2001’deki Kalıcı Özgürlük Harekatı’nın akabinde dar bir alana kıstırılan Taliban, bugün eskisinden daha güçlü dirilmiş bir vaziyette teritoryal kontrolü eline alarak siyaseten de hükmetmeye hazırlanıyor.

Karşımızda ise savaşı kaybeden, küresel yönünü şaşırmış, Çin’den başkasını gözü görmeyen bir ABD ve geride bıraktığı başarısız bir ulus-devlet projesi olarak Afganistan, diğer tarafta da tek derdi İslam Emirliği kurmak olan bir Taliban var. Uluslararası toplum da ABD’nin çekilmesiyle beraber oluşan boşlukta yeni bölgesel güç rekabetinin acımasız yüzünü görmeye hazırlanıyor.

Üç Senaryo

Karşımızda üç senaryo var; her üçü de olasılıklar açısından birbirine yakın. Birincisi, Taliban’ın Kabil dahil ülkeyi tamamen kontrolü altına alarak Afganistan’da acımasız bir diktatörlük kurma olasılığı. Hiç de yabana atılamayacak bir senaryo. Nitekim bir haftada on eyalet merkezini ele geçiren ve güney Türkistan’ın “kalpgah”ı Mezar-ı Şerife yönelen bir Taliban’ın yakın zamanda Kabil’i ve böylece Afganistan’ı tamamen kontrolüne alması muhtemel.

Bu olasılığın güçlü ve zayıf yanları var. Güçlü yanı, ABD’nin Taliban ile yaptığı anlaşmada; “mutlak Taliban kontrolünde” bir Afganistan için yeşil ışık yakmasıdır. Bu sinsi planın arkasında, ABD’nin Afganistan’ı kaosa terk ederek bölge ülkelerinin amansız bir jeopolitik mücadeleye girmesini sağlama fikri var. Böylesi bir senaryonun zayıf yönü ise, bölgesel denklemde Taliban’ın Afganistan’ı tümüyle kontrol etmesine izin vermeye pek niyetli olmayan ülkelerin mücadelesidir. Neresinden bakarsanız bakın, birinci beklenti ikinci sonucu besliyor ya da ikincisi birincisinin oluşmasına daha fazla zemin hazırlayacak görünüyor. Mükemmel işleyen bir plan!

İkinci senaryo ise ulusal bir uzlaşı. Nitekim Doha Anlaşması, Taliban dahil bütün aktörlerin siyasi bir uzlaşı zemininden hareketle ABD sonrası Afganistan’ı yönetecek bir yapı oluşturmaları üzerine inşa edilmişti. ABD’nin Afgan hükümetinin rızasını almadan böyle bir anlaşmayı hayata geçirmesi, Doha Anlaşması’nın ne kadar gerçekçi olduğunu da kanıtlar nitelikte. Anlaşma sonrası askeri bir ilerleme kaydetmeyeceğini taahhüt eden Taliban’ın daha ABD çekilmeden Afganistan’ın %80’nini kontrol etmesiyle anlaşmaya ne kadar sadık kalacağını da göstermiş oldu. Teritoryal kontrolü ve askeri üstünlüğü elinde tutan bir Taliban’ın, Doha sürecinde sarf edilen “siyasi çözüm girişimlerini” ne kadar dikkate alacağı ve yerel, ulusal ve bölgesel aktörlerle halen müzakere ve uzlaşı yöntemini tercih edip etmeyeceği, cevabı bilinmeyen bir soru.

Hükümet ise çaresizlikten dolayı uzun zamandır hesapta olan bir ihtimali dillendirmeye devam ediyor; “Taliban’la birlikte yönetmek”. Bu ihtimal güçlendikçe, Taliban’ın ezeli düşmanları tek tek Taliban’a “zeytin dalı” uzatmaya başladılar.

Üçüncü ve en kötü senaryo ise, Afganistan’ın yeniden bir iç savaşa sahne olması ve kaotik ortamın tam bir yerel anarşiye dönüşmesi. Herkesin herkese karşı savaştığı böylesi bir senaryoda, Afganistan eşi benzeri görülmemiş bir savaş alanına dönüşebilir. Bu senaryoda, sadece Peştunlar ile diğer etnik gruplar arasında değil, aynı zamanda farklı siyasi fraksiyonları temsil eden Peştunlar arasında da ölümcül bir savaşa tanıklık edilebilir. Dolayısıyla ne Peştun milliyetçiliğinde birleşen Taliban ve Gani yönetimi arasında, ne de eskinin güçlü bugünün zayıf mücahit kadroları ve Kuzey İttifakı’nın önde gelenleri arasında bir anlaşma mümkün olmayabilir. Bu anlamda Afganistan, terör örgütleri ile savaş ağaları arasında cereyan eden “vekalet savaşı”nın en yıkıcı etkileriyle yüzleşmek zorunda kalabilir.

Kuşkusuz ikinci senaryoda olduğu gibi, Taliban’ın askeri başarısı siyasi uzlaşı ihtimallerinin önüne set çekecektir. Halihazırda 300.000’den fazla mevcudiyeti haiz ancak öz savunma imkan ve kapasitesinden yoksun olan Afganistan Ulusal Güvenlik Güçleri’nin sahadaki pasif ve zayıf tutumundan kaynaklı yenilgi ve geri çekilmeler, Taliban’ın kontrol alanını genişletip derinleştirecektir. Böylece Gani yönetimi artan siyasi, askeri ve etnik baskı karşısında hızla çöküşe sürüklenerek Kabil’i teslim edecek ve iç savaşa uygun zemin hazırlayan bir noktaya gelinecektir. Ancak böylesi bir senaryoda; hiçbir aktörün istediğini alamadığı, daha fazla insan hayatının kaybedeceği, daha fazla insan mülteci durumuna düşeceği ve daha fazla radikalizm ihraç eden bölgesel istikrarsızlığın kaynağına dönüşmüş bir Afganistan’a tanıklık edilecektir.

Ankara’nın Tercihleri

Türkiye’nin Afganistan siyaseti bu senaryolardan bağımsız düşünülemez. Bu bağlamda Türkiye için “Kabil havalimanı”, “İstanbul konferansı” ve “göç” konuları, söz konusu senaryolarda sacayaklarını temsil ediyor.

Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’nin üç hedefi var: Birinci hedefi, Afganistan’ın bir iç savaşa sürüklenmesinin önüne geçmek. Yani en kötü senaryolardan biri olan üçüncü senaryonun gerçekleşmemesi için Ankara yoğun bir diplomasi trafiği yürütüyor. Pakistan ve Katar’ın bu noktada kilit bir rol oynadığı son haftalarda yapılan açıklamalardan anlaşılıyor. Bununla birlikte bu konuya müdahil olan Taliban dahil bütün aktörlerle bir görüşme trafiği söz konusu.

İkinci hedefi ise Doha Anlaşması çerçevesinde bir uzlaşı zeminin oluşmasına katkı sunacak destekleyici bir diplomatik trafik hayata geçirmek. İstanbul zirvesine olumsuz yanıt vererek yönünü Moskova ve Tahran’a sonra da Pekin’e çeviren Taliban’ın yeniden İstanbul zirvesine ikna edilmeye çalışılması Ankara’nın öncelikleri arasında yer alıyor. Böylece hem uzlaşı zemini güçlendirilmiş olacak hem de Türkiye’nin Kabil havaalanı için üsteleneceği işletme ve güvenlik sağlama rolü daha kolay bir şekilde hayata geçirilecek. Bu da Türkiye’nin üçüncü hedefi. Üçüncü senaryo Türkiye için en kötü senaryo olarak görülüyor.

Birinci senaryonun gerçekleşmesi halinde ise Ankara, Taliban’ın özellikle Tacik, Özbek ve Türkmen gruplara yönelik muhtemelen politikasını yumuşatma yönünde bir talepte bulunabilir. Buna karşılık Taliban’ın Ankara’dan daha farklı istekleri söz konusu. Tamamıyla çekilmek bunlardan biri ancak daha da önemlisi, Türkiye’de Taliban’ın bir ofis açmasına Ankara’nın imkân tanıması. Ankara’nın şimdilik bu fikre sıcak bakmadığı bilinmekle birlikte birinci senaryonun gerçekleşmesi durumunda bu olasılık bir seçenek olarak belirginleşebilir.

Ankara’nın Afganistan motivasyonunu şekillendiren sadece Kabil havaalanının işletilmesi ve güvenliğinin sağlanması değil. Ankara, hangi senaryonun gerçekleşeceğini de dikkate alarak “çekilerek yeni bir başlangıç yapmak” isteyebilir. Yani, tıpkı diğer uluslararası unsurlar gibi Ağustos-Eylül ayları itibarıyla Afganistan’daki askeri unsurlarını çekerek yeni oluşacak duruma göre bir anlaşma sağlayabilir. Böylesi bir yaklaşımın hem Ankara’da hem de Afganistan’da olduğu görülüyor. Türkiye’nin yumuşak gücünün ve Pakistan gibi aktörlerle sahip olduğu stratejik ilişki bu yaklaşımı pekiştiren unsurlar.

Ancak her ne olursa olsun, Türkiye’nin Afganistan siyasetinin çok ince hesaplanarak hayata geçirilmesi gerekir. Afganistan söz konusu olunca Suriye, Libya ya da Dağlık Karabağ hakkında bildiğimiz her şeyi unutmak zorundayız. Türkiye için böylesi zor bir geçiş döneminde jeopolitik çıkarları ile birincil güvenlik öncelikleri arasında köprü kurabilecek bir stratejik esnekliğe sahip olması her şeyden çok daha önemli. Türkiye’nin bunu dikkate alarak tercihleri arasında Afganistan siyasetini oluşturması en rasyonel olanı.

[Sabah, 14 Ağustos 2021]

Etiketler: