PISA’yı Doğru Okumak

Türkiye bu araştırmaya üç kez katıldı ve üçünde de öğrenci performansı ve eğitim girdileri noktasında OECD ülkeleri arasında son sıralarda yer aldı.

Türkiye bu araştırmaya üç kez katıldı ve üçünde de öğrenci performansı ve eğitim girdileri noktasında OECD ülkeleri arasında son sıralarda yer aldı.

Eğitim camiasının merakla beklediği 2009 yılı PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) araştırmasının sonuçları, geçtiğimiz hafta Almanya’da yapılan bir basın toplantısıyla açıklandı. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilâtı (OECD) tarafından üç yılda bir gerçekleştirilen PISA araştırması, zorunlu eğitimin sonuna gelmiş 15 yaşındaki öğrencilerin, matematik, fen ve okuma alanlarında elde ettiği temel bilgi ve becerileri değerlendiren en büyük uluslararası eğitim araştırması olarak bilinmektedir. Eğitim sistemlerini uluslararası düzeyde, diğer ülkelerle mukayese ederek mercek altına almak isteyen ülkeler yüz binlerce dolar ödeyerek bu araştırmaya dâhil olmaktadır. Türkiye’nin de dâhil olduğu 2009 yılı araştırmasına 33’ü OECD ülkesi olmak üzere toplam 65 ülke katılmıştır.

Türkiye bu araştırmaya toplamda üç kez katılmıştır ve üçünde de gerek öğrenci performansı gerekse eğitim girdileri noktasında OECD ülkeleri arasında son sıralarda yer almıştır. Türkiye’de ve düşük performans sergileyen diğer birçok ülkede, PISA sonuçları gerek medya gerek politika yapıcılar tarafından genellikle sadece ülke sıralamaları yönüyle değerlendirilmiş ve bu değerlendirmeler çoğunlukla eğitimde reform çağrısı ile neticelenmiştir.

PISA sonuçları müfredat değişikliği için bir gerekçe olarak kullanıldı Türkiye PISA araştırmasına ilk defa 2003 yılında katılmıştır. Türkiye’nin üç temel alanda da (okuma, matematik ve fen) son sıralarda yer aldığı bu araştırmanın sonuçları 2004 yılında açıklandı. Milli Eğitim Bakanlığı alınan kötü sonuçlardan rahatsız olmuş ancak sürdürülmekte olan ilköğretim müfredatı değişikliğine meşruiyet sağladığı için de memnun olmuştu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik PISA’da Türkiye’nin son sıralarda yer almasını beklendik bir durum olarak değerlendirmiş, “Müfredatımız 1967 model bir müfredattır. Bu uluslararası otobanlarda rakiplerimizle 67 model bir arabayla yarışmaya benziyor” diyerek adeta eskiyen arabamıza işaret etmiş ve bu sonuçlarla birlikte “müfredat değişikliğinin haklı bir zemine oturduğunu” ifade etmişti.

Yeni müfredat bir yıl kadar “uzun” süren pilot uygulama döneminden sadece bir yıl sonra, yani 2005–2006 öğretim yılında, tüm Türkiye’de uygulanmaya başlandı. Bir yıl sonra ise Türkiye 2006 PISA araştırmasına katılacaktı. Bu kez PISA’ya (yarış pistine) çoğunluğunu eğitimci akademisyenlerin oluşturduğu “Türk mühendisleri” tarafından tasarlanan ama donanımı (içeriği) yapılandırmacı yaklaşım, öğrenci merkezli eğitim, çoklu zekâ kuramı gibi batıda kemal bulmuş, son derece modern kavramlarla (teknolojilerle) donatılan süslü püslü müfredatımızla (arabamızla) çıkacaktık.

Müfredat değişikliği sonrası alınacak olası kötü sonuçların o dönemde yeni müfredatla ilgili devam eden tartışmalara olumlu katkıda bulunacağını öngören Hüseyin Çelik, 2006 PISA programından da ekstra bir başarı beklemediğini, esas başarının “müfredatımız tam devreye girdikten sonra” geleceğini belirtmişti. Beklendiği gibi de oldu. 2006 yılında gerçekleştirilen PISA “yarışında” yine sonlarda kalındı. Müfredatı yenileyen MEB, sonuçlar açıklanmadan evvel müfredatın halen rodaj (alıştırma) döneminde olduğunu belirterek yeni müfredatı güvence altına almaya çalıştı. Sonuçlar açıklandıktan sonra buna ek olarak öğretmenlerin yenilenen müfredata uyum sağlayamadığı ve buna bağlı olarak uygulamada sorunların yaşandığı belirtildi.

PISA sonuçları müfredatta değişikliğe neden oldu O dönemde MEB bir PISA değerlendirme raporu hazırlamış ve PISA çalışmasıyla eğitim sistemimizin zayıf yönlerinin belirlendiğini, özellikle PISA çalışmasıyla ölçülen “olasılık, değişim ve ilişkiler, örüntü, metinler arası ilişki kurma gibi boyutların” mevcut müfredatta yer almadığını, ancak bu eksikliklerin müfredatlarda yapılan değişikliklerle giderildiğini belirtmişti. Yani o dönemde müfredat PISA araştırmasının içeriğine ve ölçümlerine bağlı olarak yeniden ele alınmıştı.

Anlaşılacağı üzere MEB daha önceki sınavların sonuçlarını genellikle müfredatla ilişkilendirmek suretiyle açıklamaya ve okumaya çalışmış ve müfredatta yapılacak iyileştirmenin başarılı sonuçlar doğuracağı varsayımıyla hareket etmiştir. Ancak müfredat değişikliğinin üzerinden 5 yıl geçtikten sonra, en son yapılan 2009 yılı araştırmasında da, öğrenci başarısında biraz artış kaydedilmiş olmasına rağmen Türkiye ülke sıralamasında yine sonlardaki yerini almıştır.

Teselli niteliğindeki bu “artışın” artık tamamen yenilenen müfredatla ne denli ilişkisi olduğu bilinmez. Ancak OECD’nin PISA sonuç raporlarında da belirtildiği gibi eğitimde kalite ve başarı içerisinde müfredatında bulunduğu birçok unsurun etkileşimiyle ortaya çıkmaktadır. Bakanlık yetkililerinin PISA da ortaya çıkan sonuçları sadece müfredatla ilişkilendirerek okumak yerine, ülkenin eğitime verdiği önem (özellikle eğitimin bütçedeki önceliği), öğretmenlerin kalitesi, öğretmenliğin mesleki statüsü, okulların yönetim şekli, fiziksel koşulları, eğitimde fırsat eşitliği v.b. konuları ve özellikle eğitim sisteminin öncelikli alanlarını göz önünde bulundurarak değerlendirmesi daha sağlıklı olacaktır.

Sabah – 18 Aralık 2010  

Etiketler: