Soma’daki Türkiye: Ayrışma mı, Bütünleşme mi?

Toplum ve siyaset Soma'da ortaya koyduğu tutumla acıya saygı üzerinden özlenen bir dayanışma örneği mi gösterdi, yoksa acıların bile Türkiye'yi birleştiremediğini mi ortaya koydu?

Toplumun ve siyasetin Soma’da gerçekleşen maden kazasına yönelik tutumları Türkiye’nin geleceğine dair nasıl bir tablo ortaya çıkardı?

Toplum ve siyaset Soma’da ortaya koyduğu tutumla acıya saygı üzerinden özlenen bir dayanışma örneği mi gösterdi, yoksa acıların bile Türkiye’yi birleştiremediğini mi ortaya koydu? Bu soruya vereceğimiz cevap, Türkiye’nin Soma tutumuna hangi fotoğrafı dayanak göstereceğimize, göstermek istediğimize bağlı.

Soma’daki kaza, çok sert bir ayrışmayla geçen bir yılın sonunda gerçekleşti.Son bir yıl içinde gelişen Gezi eylemleri, 17 Aralık operasyonu ve 30 Mart seçimleri, Türkiye’yi yakın zamanda görülmedik bir siyasal ayrışmanın cenderesine soktu. Bu kesif siyasal gerilim üzerinden birçoğumuz, Türkiye’nin millet veya toplum olma niteliğinden yoksun ayrışık cemaatlerden mürekkep yapısından endişe edip ortak bir gelecek üzerine umutsuzluğa kapılır olduk.

BÜTÜNLEŞME HALLERİ

Soma’ya yönelik tutum ve tepkileri bu hafıza üzerinden yorumladığımızda, bir iki ufak tefek istisna dışarıda tutulduğunda, Türkiye’nin iyi bir sınav verdiği söylenebilir. Toplum, büyük acılar karşısında, siyasi tutumlarını paranteze alıp ortak bir dayanışma örneği sergiledi. Birçok dernek, oda, örgüt ve kurum çarçabuk toparlanarak Soma’nın yardımına koştu. Muhalefet partileri, gerilimli bir seçim sürecinden henüz çıkıp daha gerilimli bir seçim sürecinin arifesindeyken, gerçekleşen toplumsal uzlaşmaya bigane kalmayarak, böylesi büyük bir facia üzerinden siyasi rant elde etme fırsatçılığından uzak durma erdemini gösterdi. Yarın elbette Soma kazası iktidar -muhalefet pozisyonlarının bir unsuru haline dönüşecek; ancak önemli olan kazanın sıcaklığı devam ederken, iktidar ve muhalefetiyle topyekûn siyaset kurumunun ortak acının yasını tutma yönünde erdemli bir tutum göstermiş olmalarıdır. Yine bir -iki istisna hariç, ulusal medya, ilk günden itibaren sorumlu yayıncılık yapma hassasiyetiyle hareket etti.

Kısacası, Türkiye’nin büyük acılar karşısında birleşebildiği görüldü. Siyasal meseleler üzerinden yaşanan derin ayrışmanın, büyük acılar karşısında kaybolduğu, yerini ortak seferberliğe bıraktığı açığa çıktı. Bu durum, henüz milletleşme veya toplumlaşma sürecini tamamlamamış Türkiye’nin geleceği adına umutlanmamızı sağlayacak, ortak bir millet ve toplum yapısına ulaşma konusunda yüreğimizi ferahlatacak bir tablo ortaya koydu.

Bu büyük fotoğrafın yanı sıra çatışma ve gerilimden beslenen, her türlü kutsalı bu çatışmaya malzeme kılan, ideolojik kimliğinin önceliklerini insani gereklerin önüne geçiren başka bir Türkiye fotoğrafı da ortaya çıktı elbette. Son biriki yıldır, sosyal medyanın açtığı imkânları olabildiğince sorumsuzca kullanarak, bin bir yalan, iftira ve manipülasyonla Erdoğan karşıtlığı üzerinden siyasal mühendislik yapan bir eğilim mevcut. Önümüzde duran soru, bu eğilimi Türkiye’nin vasatı olarak görüp görmeyeceğimiz, siyasetin merkezine yerleştirip yerleştirmeyeceğimizde düğümleniyor.

Bu eğilim, son dönemlerde siyasal motivasyonunu arttırmış, yeni aktörlerin desteğini almış olabilir; ama aslında Türkiye’de her zaman böyle bir kesim mevcuttu. Şimdi, bu kitlenin siyasetin merkezinde daha fazla yer alıyor, siyasal gündemi daha fazla belirliyor olması, temelde iki yeni dinamik kazanmış olmasıyla ilişkilidir. Bu eğilimi görünür kılan ilk dinamik sosyal medya platformunun yaygınlaşmasıdır. Ancak bu bile tek başına bu eğilimin siyasal gündemi etkileme performansını açıklamaya yet

Etiketler: