Stratejik Hamle: T-LORAMIDS

Proje, Türkiye'nin 2000'lerin başından itibaren yeni stratejik tercihlerinin ürettiği ‘yerli üretime dayalı, milli silah sanayiini geliştirme politikasının' bir parçasını oluşturuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Pekin ziyareti; uzun bir süredir gündemde olan “Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi (T-LORAMIDS)” projesi ihalesine ve kararın akıbetine ilişkin tartışmaları yeniden canlandırdı. Peki, uluslararası çevrelerin yakından takip ettiği ve sonucunu merakla beklediği bu ihale, niçin ‘stratejik bir hamle’ olarak görülmelidir? Daha net bir ifadeyle, bu projenin Türkiye için anlamı ve önemi nedir?

AKILLI GÜÇ ÖNE ÇIKACAK

Projenin stratejik bir hamle oluşu; elbette ve sadece doğrudan silah sanayii ve teknolojileriyle ilgili, dolayısıyla askeri bir konu olmasıyla sınırlı değil! Her ne kadar ilk bakışta, Ankara’nın direkt ‘sert güç’ yatırımına dönük bir adımını çağrıştırıyorsa da; aslında geniş bir yorumla ihale, orta ve uzun vadede bölgesel ve global ölçekte muhtemel siyasi etkileri göz önünde bulundurulduğunda, ‘akıllı güç’ potansiyeli yaratacak çıktıları da ihtiva ediyor. T-LORAMIDS’in odağında ve amacında, doğal olarak ve öncelikle envantere kazandırılması planlanan gelişmiş yoğun teknoloji ürünü bir füze savunma sistemi söz konusu. Ancak Ankara’nın bu projeye yüklediği ‘anlam’ bundan ibaret değil. Bu projeyle birlikte, ülke portföyüne teknik anlamda yetişmiş insan gücü, know-how ve üretim alt yapısı kazandırılmak isteniyor. Zira bunu, bazı resmi ağızlardan deklare edilen Ankara’nın projeye ilişkin birtakım beklentileri ve ön koşullarından anlıyoruz. Bunların başında; Ankara’nın bu ihaleyi bilişim, yazılım ve füze teknolojisi alanında ‘know-how transferini’ ve ‘ortak üretimi’ sağlayacak şekilde sonuçlandırmak istemesi geliyor. Fakat bunu, salt bu projeye özgü ‘anlık bir tavır’ olarak algılamamak gerekiyor. Daha ziyade, Türkiye’nin 2000’lerin başından itibaren yeni stratejik tercihlerinin ürettiği ‘yerli üretime dayalı, milli silah sanayiini geliştirme politikasının’ bir parçasını oluşturuyor. Böylece, zihniyet değişiminin yarattığı politik ve stratejik bir akıl ortaya çıkıyor. Bu da, karşılıklı etkileşimin bir sonucu olarak, ülkenin siyasi ve ekonomik istikrarının sağladığı özgüven ile birleştiğinde, büyük bir sinerji yarattığı gibi, aynı zamanda ‘milli bir tavrı’ ve ‘milli bir duruşu’ yansıtıyor.

YERLİ SAVUNMAYI GÜÇLENDİRMEK

Etrafı kitle imha silahları geliştirme, üretme ve bunları kullanma kapasitesine ve potansiyelini haiz devlet ve devlet-dışı aktörlerle çevrili ve uzun soluklu terör hareketleriyle baş etmek durumunda kalan bir ülke olarak Türkiye; artık gerek savunma ve gerekse saldırı amaçlı silah sistemlerinde kendi yerli ürünlerini konuşturmak istiyor. Yani, 40 yıldır terörle mücadele eden, savunma sanayiinde birtakım iç ve dış faktörler nedeniyle atılım teşebbüsleri kesintiye uğramış, engellenmiş ve bazen de ihmal edilmiş bir ülkenin rasyonel tercihinden bahsediyorum… Nihayet bugün Türkiye, yakın bir zamana kadar piyade tüfeğinde bile dışa bağımlı iken, artık on yıllardır sürdürdüğü bölücü terörle mücadelesinde kendi yerli üretimi olan taarruz ve taktik keşif helikopterlerini kullanıyor… Yine, teröristlerin saklandıkları yerlerde, sığınak ve mağaralarda kendi ürettiği güdümlü füzeleri ve roketleri devreye sokuyor.. Arazide ise; yerli tanklar, topçu bataryaları ve zırhlı araçları göze çarpıyor..

Bütün bu adımlar, Türkiye’nin yükselen güç profilini konsolide ederek, O’nu bölgesel ve global ölçekte daha güçlü bir aktör olmaya aday kılıyor. İşte T-LORAMIDS ihalesini önemli kılan husus da burada yatıyor. Şöyle ki, NATO’nun Füze Kalkanı Projesi’nde kilit bir rol üstlenmesine rağmen, halihazırda kendisine ait ‘sistemik, yoğun teknoloji ürünü, entegre bir ulusal füze savunma sistemi’ bulunmayan bir ülke konumundan; ileride kendisinin de milli kaynaklarla üretip geliştirebileceği bir hava ve füze savunma sisteminin adımlarını atıyor.

Türkiye’nin karar alıcı mekanizmalarının, ihale sürecinde göz önünde bulundurmaları gereken temel parametreler de bu eksende açığa çıkıyor. Bu çerçevede, projenin müktesebatına baktığımızda, özellikle şu temel hususlara dikkat çekmek gerekiyor.

TÜRKİYE’NİN SOMUT BEKLENTİLERİ

Öncelikle Türkiye’nin beklentilerini tanımlayan kriterlerin başında ‘teknoloji transferi’ geliyor. Fakat ihale sürecinin en zorlu alanı da bu. Zira savunma amaçlı balistik füze teknolojisinin, aynı zamanda saldırı amaçlı balistik füze teknolojisine dönüştürülebilme imkân ve ihtimali nedeniyle; satıcı ülkeler, kendi iç hukuk ve uluslararası hukukun sınırlayıcı ve engelleyici hükümleri ve tabii ki kendi güvenlik kaygılarına istinaden transferden imtina ediyorlar. İkinci husus ise; ‘ortak üretim’, diğer bir tabirle ‘yerli katkı payı’ konusunu ilgilendiriyor. Türkiye, yerli savunma sektörünün önemli bir ivme yakalamış olan lokomotif kurumları Aselsan ve Roketsan’ın teknik alt yapısı ve donanımının daha da güçlenmesini istiyor. Bu nedenle projede, özellikle Roketsan, Aselsan ve bilahare Ayesaş’a iş payı verilmesini önceliyor. İhalede belirleyicilik arz eden diğer temel hususlar ise, ‘fiyat avantajı’ ve ‘teslim süresi’. Burada Türkiye’nin gayesi, en ucuz sistemi almaktan ziyade; en az maliyetle en kaliteli sistemi tedarik etmek. Bunun matematiksel anlatımı; söz konusu ürün fiyatının toplam teknik puana bölünmesi olup, bu da ‘maliyet etkinliği’ ile ifade ediliyor. Yani formüle etmek gerekir ise, Fiyat/Teknik Puan=Maliyet Etkinliği’dir. Bu sayede maliyet etkinlik analizi ile teknik puantaj sıralaması ortaya çıkmakta ve ihalede finale kalan ülkeler belirlenmiş olmaktadır. Son olarak, teslim süresinin belirleyiciliği ise, iki faktöre göre şekillenecektir. Bunlardan ilki, ortak üretim ve teknoloji transferinde uzlaşılması halinde sürenin ne kadar bir zaman dilimine işaret edeceğidir. Aksi durumda, yani sistemin paket program şeklinde Türkiye’ye gelecek olması halinde ise, teslim süresinin ne olacağıdır. Fakat açıktır ki, her iki durumda da Türkiye, bu teslim süresinin mümkün mertebe en yakın tarihte olmasını arzulayacaktır.

[Yeni Şafak, 10 Ağustos 2015]

Etiketler: