Mehmet Rakipoğlu

Mehmet Rakipoğlu

Insight Kitap İnceleme Editörü
2016 yılında Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladı. 2017 yılında başladığı doktora eğitimini 2023 yılında ‘Dış Politikada Korunma (Hedging) Stratejisi: Soğuk Savaş Sonrası Suudi Arabistan’ın ABD, Çin ve Rusya ile İlişkileri’ başlıklı tezi ile tamamladı. Birçok düşünce kuruluşu ve mecrada rapor, analiz ve görüş yazıları yayımlandı. 2019’dan beri Batman Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde görev yapmaktadır. Aynı zamanda Dimensions for Strategic Studies isimli düşünce merkezinde Akademik Koordinatörlük görevini yürütmektedir. Rakipoğlu ‘Küresel İhvan: Müslüman Kardeşlerin Rejimlerle İlişkisi ve Ulus Ötesi Niteliği’ başlıklı edisyon ve ‘Dış Politikada Korunma (Hedging) Stratejisi: Soğuk Savaş Sonrası Suudi Arabistan’ın ABD, Çin ve Rusya ile İlişkileri’ başlıklı telif kitapları bulunmaktadır. Religions, Insight Turkey, All Azimuth gibi dergilerde makaleler neşretmiştir. Arapça ve İngilizce bilmektedir.
  • Ortadoğu'daki çatışma ve krizler sadece bölgesel değil, aynı zamanda küresel siyasetin dinamiklerini de etkilemektedir. Bu anlamda İsrail'in yalnızca Filistin ölçeğinde bir güvenlik problemi olmadığı, aynı zamanda küresel siyasetin istikrarına ve evrensel barışa da doğrudan tehdit olduğu ifade edilebilir. Nitekim İsrail uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler kararları gibi üzerinde uzlaşıya varılmış, uluslararası barışın tesisini hedefleyen her türlü sürece karşı çıkıp aykırı bir aktör olmaya devam ediyor. Bu kapsamda Gazze'deki sivilleri, özellikle kadın ve çocukları kasten hedef alan İsrail, apaçık bir soykırım işliyor.
  • 15 Mayıs 1948'de devlet olarak kurulan ve bu tarihten itibaren diğer devletler tarafından "tanınma"; dolayısıyla diplomatik ilişki kurmayı önceleyen İsrail'i zaman içerisinde birçok ülke tanıma kararı almıştı. İsrail'i kurulduğu andan itibaren dönemin büyük güçleri Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği tanımış ve diplomatik ilişkiler tesis edilmişti. Arap ülkeleri ise İsrail'in Filistin topraklarını işgal etmesine karşı çıkmış ve İsrail'i tanımama kararını benimsemişti. Fakat 1978'daki Camp David zirvesi ile Mısır, 1994'te ise Ürdün İsrail'i tanıdı ve Arapların İsrail'e yönelik diplomatik boykotu sona erdi. Bu kararın arkasında büyük oranda 1948, 1967 ve 1973 savaşlarında Arap devletlerinin askeri olarak İsrail'e karşı zafer elde edememeleri büyük rol oynadı. Dolayısıyla askeri olarak savaşları kaybeden ve tarihsel olarak İsrail ile savaşan en önemli aktörler olan Mısır ve Ürdün, İsrail'i tanımak zorunda kaldı. Bu süreç büyük oranda ABD'nin girişimleri ve arabuluculuğunda hayata geçirildi.
  • 7 Ekim’deki Kassam Tugayları’nın gerçekleştirdiği Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında bölgedeki tüm dengeler alt üst oldu. İsrail ile Arap normalleşmesi durduğu gibi Gazze eksenli olarak bölgesel çatışma riskleri de giderek arttı. İran’ın başta Hizbullah ve Husiler olmak üzere bölgedeki vekil unsurlarının, İsrail’in Gazze’ye yönelik işgal girişimine karşı eylemler içerisinde olması, İsrail’i de karşı adımlar atmaya sevk etti. Bu kapsamda Suriye ve Irak’ta hava saldırıları gerçekleştiren İsrail, son olarak Lübnan’da Hamas liderlerinden Salih Aruri’yi öldürdü. Bu suikast öncesinde de İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun Suriye’deki komutanlarından Razi Musevi, İsrail’in Şam yakınlarına düzenlediği saldırıda öldürülmüştü. 3 Ocak 2024’te ise Kasım Süleymani’nin mezarı yakınında iki ayrı bombalı saldırıda 103 kişinin hayatını kaybettiği, 146 kişinin de yaralandığı bir terör saldırısı gerçekleştirildi. Hayatını kaybedenlerin sayısının artması muhtemel bu terör saldırısının zamanlamasını ve bölgesel etkilerini uzmanlarına sorduk.
  • SETA’nın her yılın sonunda hazırladığı gelenekselleşen SETA Yıllığı Türkiye’nin hem temel gündem maddelerini zengin bir içerikle analiz etmekte hem de gelecek yıllara dair bütüncül bir bakış açısı sağlamaktadır.
  • Bu analiz 2020’nin sonunda başlayan ve devam eden süreçte hızlı bir şekilde normalleşme ve iş birliği boyutuna evrilen ilişkilerin temel dinamiklerini, Körfez ile yakınlaşmanın Türk dış politikası açısından anlamını ve Ankara ile yakınlaşmanın Körfez bağlamındaki stratejik mantığını tartışmaktadır.
  • SETA’nın her yılın sonunda hazırladığı gelenekselleşen SETA Yıllığı Türkiye’nin hem temel gündem maddelerini zengin bir içerikle analiz etmekte hem de gelecek yıllara dair bütüncül bir bakış açısı sağlamaktadır.
  • SETA’nın her yılın sonunda hazırladığı gelenekselleşen SETA Yıllığı Türkiye’nin hem temel gündem maddelerini zengin bir içerikle analiz etmekte hem de gelecek yıllara dair bütüncül bir bakış açısı sağlamaktadır.
  • Bu analiz 2020’nin sonunda başlayan ve devam eden süreçte hızlı bir şekilde normalleşme ve iş birliği boyutuna evrilen ilişkilerin temel dinamiklerini, Körfez ile yakınlaşmanın Türk dış politikası açısından anlamını ve Ankara ile yakınlaşmanın Körfez bağlamındaki stratejik mantığını tartışmaktadır.
  • Analizde Suudi Arabistan, BAE ve Katar’ın Afganistan politikaları incelenmektedir. Üç ülkenin farklı yoğunlukta olmakla beraber temkinli pragmatist bir Afganistan siyaseti izlediği görülmektedir
  • Ortadoğu'daki çatışma ve krizler sadece bölgesel değil, aynı zamanda küresel siyasetin dinamiklerini de etkilemektedir. Bu anlamda İsrail'in yalnızca Filistin ölçeğinde bir güvenlik problemi olmadığı, aynı zamanda küresel siyasetin istikrarına ve evrensel barışa da doğrudan tehdit olduğu ifade edilebilir. Nitekim İsrail uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler kararları gibi üzerinde uzlaşıya varılmış, uluslararası barışın tesisini hedefleyen her türlü sürece karşı çıkıp aykırı bir aktör olmaya devam ediyor. Bu kapsamda Gazze'deki sivilleri, özellikle kadın ve çocukları kasten hedef alan İsrail, apaçık bir soykırım işliyor.
  • 15 Mayıs 1948'de devlet olarak kurulan ve bu tarihten itibaren diğer devletler tarafından "tanınma"; dolayısıyla diplomatik ilişki kurmayı önceleyen İsrail'i zaman içerisinde birçok ülke tanıma kararı almıştı. İsrail'i kurulduğu andan itibaren dönemin büyük güçleri Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği tanımış ve diplomatik ilişkiler tesis edilmişti. Arap ülkeleri ise İsrail'in Filistin topraklarını işgal etmesine karşı çıkmış ve İsrail'i tanımama kararını benimsemişti. Fakat 1978'daki Camp David zirvesi ile Mısır, 1994'te ise Ürdün İsrail'i tanıdı ve Arapların İsrail'e yönelik diplomatik boykotu sona erdi. Bu kararın arkasında büyük oranda 1948, 1967 ve 1973 savaşlarında Arap devletlerinin askeri olarak İsrail'e karşı zafer elde edememeleri büyük rol oynadı. Dolayısıyla askeri olarak savaşları kaybeden ve tarihsel olarak İsrail ile savaşan en önemli aktörler olan Mısır ve Ürdün, İsrail'i tanımak zorunda kaldı. Bu süreç büyük oranda ABD'nin girişimleri ve arabuluculuğunda hayata geçirildi.
  • 7 Ekim’deki Kassam Tugayları’nın gerçekleştirdiği Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında bölgedeki tüm dengeler alt üst oldu. İsrail ile Arap normalleşmesi durduğu gibi Gazze eksenli olarak bölgesel çatışma riskleri de giderek arttı. İran’ın başta Hizbullah ve Husiler olmak üzere bölgedeki vekil unsurlarının, İsrail’in Gazze’ye yönelik işgal girişimine karşı eylemler içerisinde olması, İsrail’i de karşı adımlar atmaya sevk etti. Bu kapsamda Suriye ve Irak’ta hava saldırıları gerçekleştiren İsrail, son olarak Lübnan’da Hamas liderlerinden Salih Aruri’yi öldürdü. Bu suikast öncesinde de İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun Suriye’deki komutanlarından Razi Musevi, İsrail’in Şam yakınlarına düzenlediği saldırıda öldürülmüştü. 3 Ocak 2024’te ise Kasım Süleymani’nin mezarı yakınında iki ayrı bombalı saldırıda 103 kişinin hayatını kaybettiği, 146 kişinin de yaralandığı bir terör saldırısı gerçekleştirildi. Hayatını kaybedenlerin sayısının artması muhtemel bu terör saldırısının zamanlamasını ve bölgesel etkilerini uzmanlarına sorduk.
  • Muhammed bin Selman’ın stratejik müttefikleri olan ABD ve İsrail’in uzun vadeli stratejileri belirsizliğini korumaktadır. Nitekim bu ülkelerdeki liderliklerin iktidarını konsolide etme konusunda zorluklar çektiği unutulmamalıdır. Suriye ve Yemen’de kendi çıkarları doğrultusunda dönüşümlerin gerçekleşmesini başaramayan Riyad yönetimi, Katar krizinde de tüm çabasına rağmen ciddi bir etki yaratamamıştır.