Uzmanlar Cevaplıyor: NATO’nun Vilnius Zirvesi

11-12 Temmuz arasında Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta gerçekleşecek olan NATO zirvesi geçtiğimiz yılki Madrid zirvesi gibi tarihsel bir önem taşıyor. Avrupa güvenlik mimarisi ve uluslararası güvenlik ortamını derinden sarsan Rusya’nın Ukrayna saldırısının ikinci yılında zirvede birçok önemli gündem maddesi bulunuyor. Bu kapsamda NATO’nun aldığı tedbirler, Ukrayna’ya verilen askeri destek ve bu ülkenin gelecekteki muhtemel NATO üyeliğinin yanı sıra İsveç’in üyelik başvurusu ve Türkiye’nin İttifak içindeki rolü gibi hususları konunun uzmanlar cevapladı.

11-12 Temmuz arasında Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta gerçekleşecek olan NATO zirvesi geçtiğimiz yılki Madrid zirvesi gibi tarihsel bir önem taşıyor. Avrupa güvenlik mimarisi ve uluslararası güvenlik ortamını derinden sarsan Rusya’nın Ukrayna saldırısının ikinci yılında zirvede birçok önemli gündem maddesi bulunuyor. Bu kapsamda NATO’nun aldığı tedbirler, Ukrayna’ya verilen askeri destek ve bu ülkenin gelecekteki muhtemel NATO üyeliğinin yanı sıra İsveç’in üyelik başvurusu ve Türkiye’nin İttifak içindeki rolü gibi hususları konunun uzmanlar cevapladı.

Sorular

  1. NATO, doğu kanadını güçlendirmek adına ne tür tedbirler aldı? Bu tedbirler yeterli mi?
  2. Ukrayna’ya verilen askeri desteğin geleceği için ne söylenebilir? Ukrayna NATO üyesi olabilir mi? Ukrayna’ya çeşitli güvenlik garantileri sağlanabilir mi?
  3. NATO müttefiklerinin askeri harcamalarını daha fazla artırmaları istenmekte, GSYH’nin yüzde 2’sinin alt taban olması gerektiği belirtilmektedir. Bu hedef ulaşılabilir midir? Önündeki engeller nelerdir?
  4. Çin’in Ukrayna’daki savaşa karşı tutumu ve Rusya ile ilişkileri yakından takip edilmektedir. Bu anlamda Ukrayna’daki savaşla birlikte düşünüldüğünde NATO’nun Amerikan-Çin rekabetindeki rolü nasıl tanımlanabilir?
  5. Türkiye’nin NATO Vilnius zirvesinde İttifaka katkısı, öncelikleri ve beklentileri nelerdir? İsveç’in üyeliği meselesi ne durumdadır?

Hazırlayan

Rıfat Öncel

Uzmanlar

Murat Yeşiltaş
Kemal İnat
Murat Aslan
Rıfat Öncel
Aylin Ünver Noi


Murat YeşiltaşMurat Yeşiltaş
Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi

Öncelikle Ukrayna’ya verilen desteğin birçok farklı kapsamı var ve savaş başladığından bu yana bu kapsam sürekli genişledi. Artık eğilim stratejik nitelikte ya da stratejik niteliği haiz silahların ve platformların Ukrayna’ya verildiğini söyleyebiliriz. Bu destek tabii ki Ukrayna’nın özellikle yeni başlattığı operasyonda etkili oluyor. Ancak bu etkiyi sadece belirli alanlarda görebiliyoruz. Rusya’nın bütün bölgelerden geri çekilmesini sağlayabilecek ölçüde bir askeri desteğin söz konusu olmadığını biliyoruz. Bunun arkasında yatan temel sebep de böylesi bir desteğin savaşı daha da derinleştirebileceği veya çatışmayı daha da artırabileceğidir. Rusya’nın öngörülemez cevaplar vermesini mümkün kılacağının böylesi bir gerekçe olduğunu söyleyebiliriz. Ama hava üstünlüğünün olmadığı bir durumda –ki şu anda Ukrayna’da böylesi bir üstünlük Rusya’ya karşı sağlanamadı– bu hal ve şartlarda verilen askeri destek ise Ukrayna’nın Rusya’yı bölgeden tamamıyla uzaklaştıracak ve bazı bölgeleri geri alabilecek kabiliyete ulaşmasını engelliyor. F-16’ların verilmesi, eğitim döneminin akabinde harp sahasına yönlendirilmesi sonrasında daha farklı ve hızlı gelişmeler yaşanabilir. Ancak şu anda verilen askeri desteğin Batı’nın istediği şekilde Rusya’nın yenilmesini sağlayacak veya Moskova yönetimini masada bir barışa/anlaşmaya zorlayacak nitelikte olmadığını görüyoruz.

Bu sorunun bir parçası olan Ukrayna, NATO üyesi olabilir mi? Bu soruya evet cevabı veren hiç kimse yok. Ukrayna’da böyle bir eğilim, böyle bir istek söz konusu ancak bu isteğin NATO tarafından İttifak üyeliği kapsamında desteklenmesi çok mümkün gözükmüyor. Evet, NATO üyesi ülkelerin en az yirmi biri Ukrayna’ya üyelik konusunda destek verdiğini, ancak bu işgal durumunun devam etmesinin üyelik önünde en büyük engellerden biri olduğunu biliyoruz. NATO böyle bir riske hiçbir zaman girmeyecektir. Güvenlik garantileri de bu bağlamda düşünülmeli. Güvenlik garantileri bir anlaşma sağlanmadan ve savaşın geleceğinin nereye doğru evrileceğini görmeden çok mümkün değil. Güvenlik garantileri zaten NATO kapsamında çok mümkün değil şu anda. İkili ilişkiler düzeyinde ülkelerin verdikleri desteklerle de o ülkeler Rusya ile çatışmaya girebilecek bir güvenlik garantisini Ukrayna’ya sağlayamayacak gibi gözüküyor.

Diğer taraftan Çin meselesi, NATO’nun geçtiğimiz yıl yayımlanan strateji belgesinde (yeni stratejik konsept belgesinde) çok detaylı bir şekilde ele alınmıyor. Ancak ilk defa Çin’in stratejik bir meydan okuma olarak tanımlanması, NATO’nun Soğuk Savaş sonrası tarihi ve dönüşümü düşünüldüğünde bir ilk olarak değerlendirilebilir. Bu noktada Çin’in meydan okumasının, NATO’ya yani İttifak üyesi ülkeler ve bu ülkelerin oluşturduğu bölgeye bir askeri meydan okumasından ziyade siyasi ve ekonomik bir meydan okuma oluşturduğu şeklinde. Henüz NATO, Çin’i bir tehdit olarak nitelendirme konusunda hazır değil. Öte yandan Çin ile ABD arasındaki rekabette Amerikan perspektifinin İttifakı daha küresel bir formata ve forma dönüştürme noktasında bir politika olduğunu ancak bütün NATO üyelerinin bu yaklaşımı benimsemediğini biliyoruz. Dolayısıyla Çin’e karşı NATO’nun bir bütün olarak hareket etmesi şu anda pek mümkün gözükmüyor. Ancak önümüzdeki dönemde Washington-Pekin rekabetinin boyutlarının nereye doğru evrileceğine bağlı olarak NATO da kendi içerisinde böyle bir pozisyon yenilemesi yapabilir. Ama yakın vadede Çin’in tehdit kavramı ile tarif edilmesinin de pek mümkün olmadığını söyleyebiliriz.

Diğer taraftan Türkiye’nin Vilnius zirvesindeki en önemli ajandalarından bir tanesi tabii ki İsveç’in üyeliği konusu. Bu durum şu anda Türkiye tarafından en azından yeşil ışık yakılmamış bir üyelik süreci. Bunun da sebepleri arasında elbette İsveç’in terör örgütü PKK konusunda aldığı ve uyguladığı kararların, yasal/anayasal değişikliklerin ve kanun değişikliklerinin henüz sahaya yansıması noktasında olumlu bir durumun oluşmaması yer almakta. Öte yandan böylesi bir süreç devam ederken İsveç’te PKK’nın gösteriler yapması, İsveç hükümetinin buna izin vermesi ve Kur’an-ı Kerim yakma gibi olaylar İsveç’in Türkiye açısından NATO üyeliğini henüz destekle(ye)meyeceğini bize gösteriyor. Tabii ki Türkiye’nin öncelikleri arasında bu bağlamda kendi terörizmle mücadele politikasına hem NATO’nun kurumsal olarak hem de İttifak üyelerinin destek vermeleri bulunuyor.

Öte yandan Ukrayna, Türkiye’nin yine bu zirvede öncelikleri arasında yer alabilir. Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşındaki dengeli veya dengeci balancing act politikası halihazırda güncelliğini koruyor. Türkiye, Ukrayna’daki çatışmanın sona erdirilmesi veya ateşkes ilan edilmesi ve bir müzakere zemini oluşturulması konusunda İttifak üyelerinden farklı düşünüyor. Bu bakımdan Ukrayna meselesinde ülkenin toprak bütünlüğü, bağımsızlığı ve egemenliği desteklenmekle birlikte NATO’nun bu sürecin içerisinde öyle ya da böyle yer alması konusunda Türkiye’nin çekinceleri var. Bu çekinceleri de zirvede açık bir şekilde dile getireceğini söyleyebiliriz.

Yukarı git


Kemal İnat
Sakarya Üniversitesi

Ukrayna’ya verilen askeri desteğin sürdürülmesi ve bu ülkenin NATO üyeliği meselelerini ayrı ayrı ele almak gerekir. Zira Ukrayna’ya askeri destek verilmesi konusunda İttifak üyeleri arasında neredeyse tam bir fikir birliği söz konusudur. Almanya gibi bazı NATO üyeleri bu konuda başta tereddütlü davransalar da gerek iç kamuoylarından gerekse Avrupa ve ABD’den gelen baskılarla bu meselede Washington’ın çizgisine uyum sağladılar. Rusya-Ukrayna savaşının ilk aşamasında Ukrayna’ya sadece asker mihverleri vermeye razı olan Berlin yönetiminin gelinen noktada bu ülkeye Leopar 2 tankları ve gelişmiş hava savunma füzeleri teslim ettiği görülüyor. Bu açıdan bakıldığında Ukrayna’nın askeri olarak desteklenmesi konusunda oldukça hızlı ve kararlı bir şekilde organize olan NATO’nun Rusya’ya dair hedeflerine ulaşana kadar bu desteği sürdüreceği söylenebilir. Ukrayna cephesinde yoğun mühimmat kullanımına bağlı olarak bazı silahlara ait cephane üretiminde sorunlar yaşansa da Rusya’nın da benzer sorunları çok daha sert bir şekilde yaşadığı düşünüldüğünde NATO ile Rusya arasındaki bu mücadelenin seyrini belirleyecek en önemli unsurlardan birinin silah ve cephane üretimi olacağını ileri sürmek yanlış olmayacaktır.

Ukrayna’nın NATO üyeliği konusuna gelince, Vilnius’daki zirvenin ana gündemlerinden biri olacak bu meselede İttifak üyeleri arasında ciddi görüş ayrılıklarının olduğunu belirtmek gerekir. Başta Baltık ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri olmak üzere bazı İttifak üyeleri Ukrayna’nın hızlı bir şekilde NATO’ya üye olması gerektiğini söylerken bu konuda yoğun iç tartışmaların yaşandığı ABD ve Almanya gibi üyeler ise o kadar hızlı karar verilmesine karşı çıkmaktadır. Ukrayna’nın savaş devam ederken gerçekleşecek muhtemel NATO üyeliğinin kendilerini Rusya ile doğrudan bir silahlı çatışmaya sürükleyeceği ve böyle bir üyeliğin Rusya ile barış müzakerelerini zorlaştıracağı gibi endişelerle bu konuda karar vermek için savaşın sonunu bekleme eğilimindeler. Savaşın sonunda Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşı çıkamayacak derecede zayıflamış bir Rusya söz konusu olursa üyeliğin gerçekleşebileceği düşüncesiyle bu konuda verilecek kararı ertelemeyi düşünüyorlar.

Bu nedenle Vilnius zirvesinde Ukrayna’nın NATO üyeliği yönünde bir kararın alınması çok zor görünüyor. Ancak bir NATO-Ukrayna Konseyi’nin kurulması ve yeni üye katılımına dair daha önce Bükreş zirvesinde alınan Üyelik Eylem Planı’nda (Membership Action Plan) söz konusu olan yolsuzlukla mücadele gibi ön koşulların Ukrayna’dan istenmemesi yönünde kararlar alınması ihtimalinin güçlü olduğu düşünüldüğünde, Ukrayna’nın üyeliği için orta vadede kapının açık bırakılacağı söylenebilir. Bu meselenin NATO’nun Rusya politikasının gelişimi ile yakından ilgili olacağı ve savaşın nasıl sonuçlanacağı ile Rusya’nın bundan sonraki süreçte Batı’ya karşı nasıl bir politika izleyeceği Ukrayna’nın İttifak üyeliği konusunda belirleyici olacaktır.

Zirvenin ana gündem maddelerinden biri de askeri harcamaların artırılması olacak. Bazı NATO üyeleri açısından bunun kolay bir hedef olmadığını ifade etmek gerekir. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının oluşturduğu şok, askeri harcamalar konusunda gevşek davranan bu ülkeleri silahlanma ihtiyacı konusunda motive etse de ekonomilerinin ve askeri altyapılarının uzun yıllar düşük askeri harcamaya ayarlanmış olması nedeniyle hızlı bir şekilde bu harcamaları artırmaları zor olacaktır. Bu konuda en büyük değişimin söz konusu olduğu düşünülen Almanya’nın bile askeri harcamalarını GSYH’sinin yüzde 2’si seviyesine taşıması konusunda tereddütler vardır. Şu anda iktidarda olan SPD-Yeşiller-FDP koalisyon hükümeti bu hedefe ulaşma konusunda ortak bir karara vardığını açıklasa da koalisyonun küçük ortakları Yeşiller ve FDP daha kısa sürede bu hedefin gerçekleştirilmesini isterken büyük ortak SPD’nin ise bunu zamana yaymak istediği görülüyor. Askeri harcamalarda on milyarlarca dolarlık artış gerektiren söz konusu hedefe ulaşmak için bütçe planlamasında radikal değişiklikler yapılmasının gerekecek olması 1949’dan beri kendisini bir “ticaret devleti” olarak inşa eden Almanya için birtakım yapısal sorunlara yol açabilir.

İtalya ve İspanya gibi Avro Krizi döneminden kalma ekonomik sorunlarını halen çözememiş NATO üyeleri için de yüzde 1,5’ler düzeyindeki askeri harcamalarını yüzde 2’nin üzerine çıkarmak, bütçe dengelerinde ek sorunlar anlamına gelecektir. Bunların yanında Kanada, Belçika, Hollanda, Çekya ve İrlanda gibi NATO üyelerinin askeri harcamaları İttifak hedefinin oldukça altında seyretmeye devam ediyor. Bu arada NATO’nun yüzde 2’lik sınırı asgari hedef olarak koyduğunu ve Genel Sekreter Jens Stoltenberg’in ziyaret ettiği üye ülkelerde askeri harcamalar için yüzde 2’nin de üzerinde pay ayrılması için ısrarlı taleplerde bulunduğunu hatırlamak gerekir.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, bir yandan NATO’da askeri harcamaların artırılması yönünde kuvvetli bir motivasyon oluştursa da diğer yandan enerji ve gıda tedarikinde ve fiyatlarında yol açtığı türbülans ve bundan kaynaklı ekonomik sorunlar nedeniyle birçok İttifak üyesinin askeri harcamalarını artırmak için gerekli finansal kaynakları bulmakta zorlanmalarına da sebep oldu. Bu nedenle özellikle ekonomik sorunları artan İttifak üyelerinin askeri harcamaların artırılmasına dair NATO hedeflerine uyum konusunda zorlanacaklarını ifade etmek gerekir.

Diğer taraftan Amerikan yönetiminin, Rusya konusunda olduğu gibi Çin’e karşı mücadelede de NATO çatısı altındaki müttefiklerini yanında görmek istediği açıktır. Bu konuda tereddüdü olan İttifak üyelerinin varlığı da sır değil. Farklı motivasyonları olsa da Almanya, Fransa ve Türkiye bunlar arasında sayılabilir. Oldukça rahatsız edici politikalar izleyen Trump döneminin ardından Avrupalı NATO üyeleri ABD’ye güven konusunda sorun yaşıyor ve bu da onların özellikle Çin’e yönelik politikalar konusunda Washington’ın peşine takılmalarını zorlaştırıyor. Aynı tereddüt Rusya’ya karşı izlenecek politika konusunda da yaşanıyordu ancak Rusya-Ukrayna savaşı bu tereddüdün ortadan kalkmasına ve ABD’nin arkasında hizalanmalarına yol açtı. Şimdi Washington yönetimi bu şok momentumunu kullanmak ve Avrupalı müttefiklerini Çin’e karşı çizgisinde de arkasına almak istiyor.

ABD’nin Avrupalıları arkasına toplama konusunda, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının oluşturduğu şok etkisinin yanında bir başka avantajı daha var: Avrupa’daki “Amerikan dostları”. Genel olarak Atlantikçiler diye bilinen bu “Amerikan dostları” Avrupa’nın her yerindeler. Litvanya, Estonya ve Polonya gibi ülkelerde iktidardalar, Almanya gibi ülkelerde koalisyon hükümetine ortaklar. Ancak Çin’in Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısına benzer bir hata yapmadığı, daha çok ekonomik iş birlikleri üzerinden kendisine nüfuz alanı oluşturmaya çalıştığı ve bazı Avrupa ülkeleriyle yakın ekonomik ilişkileri düşünüldüğünde Washington’ın Pekin’e karşı mücadelesinde NATO üyesi ülkeleri arkasına almasının Moskova karşısındaki kadar kolay olmayacağını belirtmek gerekir.

Son olarak Türkiye’nin gerek NATO’nun genişlemesi gerekse NATO-Rusya ilişkileri konusundaki politikası açıktır. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmasına prensip olarak karşı olmadığını ancak bu ülkelerin bir güvenlik ittifakının ruhuna uygun şekilde davranarak Ankara’nın terörle mücadele konusundaki kaygılarına uygun hareket etmelerini ve Türkiye’nin güvenliğine kasteden terör örgütlerine destek mahiyetindeki politikalarından uzak durmalarını istemiştir. Bu beklentilerine uygun adımlar atan Finlandiya’nın üyeliğine onay vererek bu konuda tutarlı politika izlediğini de göstermiştir. Ancak İsveç’in terörle mücadele konusunda daha önce Madrid zirvesinde kararlaştırılan adımların bir kısmını atmak istememesi, ülkesinde terör örgütü PKK gösterilerine izin vermesi ve buna ek olarak ülkesinde Kur’an-ı Kerim yakılmasına müsaade etmesi Ankara’nın bu ülkenin üyeliği konusunda onay vermek istememesine neden olmaktadır.

Bu konuda Türkiye’yi ikna etmek için zirve öncesinde birçok girişim söz konusu ancak bu ikna çabalarının İsveç nezdinde yürütülmesi gerekiyor. Türkiye’nin prensip olarak İsveç’in üyeliğine karşı olmamasına rağmen baskıların bazı adımlar atması gereken İsveç değil de Türkiye üzerine yoğunlaşmasının nedeni başta ABD olmak üzere bazı NATO üyelerinin bu meseleyi bahane ederek Ankara’ya karşı yıllardır uyguladıkları baskı ve yaptırım politikasını yoğunlaştırmak istemesi olabilir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin İsveç’in üyeliğini bloke etmesinin Ankara açısından birtakım riskleri barındırdığı söylenebilir ancak daha yakından bakıldığında meselenin Batılı ülkelerin küresel güç mücadelesinde Türkiye’yi nasıl konumlandırdıklarıyla yakından ilgili olduğunu ifade etmek gerekir. Türkiye’de yeni yapılan seçimlerle beş yıl daha ülkeyi yönetme hakkını kazanan Recep Tayyip Erdoğan yönetimine karşı yakın geçmişte uyguladıkları baskı politikasını sürdürerek Ankara’yı daha fazla kendilerinden uzaklaştırmayı mı yoksa halkın tercihiyle iktidarını sürdüren Erdoğan yönetimindeki Türkiye’yi egemen ve eşit ortak olarak kabul edip küresel güç mücadelesinde Ankara’yı yanlarına almayı mı tercih edecekler? ABD ve Avrupa ülkelerinin bu sorunun cevabına göre tercih edecekleri politikalar Türkiye-NATO ilişkilerinin geleceğini belirleyecek. Onların bu konudaki tercihleri Türkiye’nin NATO-Rusya ilişkilerine yönelik politikalarının geleceğini de belirleyecektir.

Yukarı git


Murat AslanMurat Aslan
Hasan Kalyoncu Üniversitesi

Avrupalı müttefikler –Soğuk Savaş dönemi dahil– Rusya’nın Ukrayna saldırısına kadar güvenliklerini Amerikan garantilerine endeksleyerek refah devleti olmaya çalıştı. Savunma sanayilerini ve teknolojilerini geliştirirken kendi ordularını donatmak yerine savunma ihracına odaklandılar. Bu anlayışı rayından çıkaran iki gelişme oldu. Birincisi Fransa’nın Avrupa’yı NATO’dan “kurtarma” ve Kara Avrupası’nı domine etme hırsı, ikincisi de ABD Başkanı Trump’ın Avrupa devletlerine Amerikan silahlarını ithal etme diktesiydi. Rusya’nın Ukrayna saldırısı ile hem Fransa ütopyasının yanlışlığı idrak edildi hem de Almanya 100 milyar dolarlık ek savunma bütçesi oluşturdu. Böylece Trump’ın ısrarı Biden yönetimine “kısmet yolu” açmış oldu. Dolayısıyla Avrupalılar refah devleti olma tercihini “güvenlik devleti” olma istikametinde değiştirmek zorunda kaldı.

Böyle bir “zorunlu” güvenlikleştirme yönelimi NATO’nun muharebe yeteneğinin artırılması ve her üyenin karşılıklı çalışabilirlik prensibine uygun kabiliyetler kazanması açısından gerekli. NATO ülkelerinin GSYH’lerinin yüzde 2’lik bölümünün savunma sektörüne ayrılması gerçekleştiğinde İttifakın savunma planlarının ABD, Türkiye ve Birleşik Krallık muharebe kapasitelerine havale edilmesi lüksünden de uzaklaşılabilecek. Öte yandan artan savunma harcamalarında dikkate alınması gereken iki konu bulunmakta. Öncelikle Avrupa ordularının sadece Amerikan silahlarıyla donatılması başta Fransız ve İtalyan olmak üzere Avrupalı savunma sanayi şirketlerini rahatsız ediyor. Nitekim Alman savunma firmaları da bu konuda net açıklamalar yapıyor. İkinci konu ise personel harcamaları ile ilgili. Tüm silahlı kuvvetlerde en büyük harcama kaleminin personel gideri olduğu dikkate alındığında NATO ülkelerinin yüzde 2 ile ifade edilen savunma payının ne kadarını silahlanmaya ayırdığı da önemli. O halde NATO’nun yüzde 2’lik savunma harcaması anlayışını detaylandırması ve tüm üye ülkelerini belirgin parametrelerle yönlendirmesi gerekmekte. Amerikan menşeli silahların satılması veya personel giderlerinin savunma meblağına dahil edilmesi yoluyla temennilerin istismarının önüne geçilmesi gerekir.

Diğer taraftan ABD ve Avrupalı müttefikler Çin’i açıkça “rakip” olarak tarif etmiş durumda. Ayrıca NATO’nun sadece Transatlantik bölgesinde değil kürenin herhangi bir yerinde aktif hale getirilmesinin önü açık. Bu nedenle Washington-Pekin gerginliği artık NATO’nun da bir meselesi. Öte yandan büyük resmin bir parçası olarak ABD, NATO üyesi olmayan Pasifik ve Uzak Doğu ülkelerini dolaylı yollardan NATO’nun şemsiyesi altına çekiyor. NATO, Çin ile rekabeti yöneten ve yürüten bir örgüt olmamakla birlikte ABD’nin bir aracı haline dönüştü. O halde Vilnius zirvesinde Çin meselesinde açıkça durum tespiti yapmak, Afganistan’da düşülen hataya kapılmadan NATO’nun limitlerini ve çizgilerini tespit etmek gerekiyor.

NATO üyesi ülkelerin her birinin farklı gündemleri ve çıkarları olduğunu da hatırlatmak gerek. Fransız Cumhurbaşkanı Macron’un Çin gezisi sonrasındaki beyanları dikkate alındığında Çin ile ilgili ortak bir payda halen mevcut değil.

Ayrıca Pasifik’e odaklanırken Afrika, Orta ve Güney Asya coğrafyalarında Çin’in belirgin bir ticari ve siyasi üstünlüğü var. Sonuçta sadece Pasifik üzerine odaklanan bir stratejinin tek ayak üzerinde dengede kalması pek mümkün görünmüyor.

İsveç’in muhtemel NATO üyeliği hususunda ise Global Firepower isimli düşünce kuruluşuna göre İsveç’te 10,5 milyon nüfus ve 270 bin civarında göçmen mevcut. Askerliğe uygun ve seferber edilebilecek insan sayısı 3,5 milyon civarında. Ayrıca İsveç Silahlı Kuvvetlerinin personel mevcudu 38 bin ancak aktif askerlik yapanların sayısı ise 16 bin. Geri kalanı paramiliter olarak nitelendiriliyor. Kişi başına düşen milli gelir ise 55 bin ABD dolarının üzerinde.

Askeri kapasitesi ele alındığında İsveç’in röntgeni daha net incelenebilir. Hava Kuvvetlerinde muharip savaş uçağı sayısı sadece 71 adet 4,5 nesil Gripen’dan oluşuyor. Kara Kuvvetlerinin 121 tankı ve 48 top/obüsü var; çok namlulu roketatar sistemi ise yok. Deniz Kuvvetlerinde ise 7 korvet ve 5 gelişmiş denizaltısı var. Bu rakamlardan şu sonuç çıkarılabilir: İsveç zengin bir ülke ama kendini savunabilecek askeri kapasitesi zayıf. Bu nedenle NATO’nun güvenlik garantilerini istiyor.

Belirtilen rakamlar dikkate alındığında İsveç, NATO için aslında bir savunma yükü olacak. İttifakın Avrupalı üyeleri ve ABD ise iki nedenden ötürü İsveç’i NATO’da görmek istiyor. İlki İsveç’in Batı kulübünün bir üyesi olması. AB’nin dayanışma ilkesi çerçevesinde Macaristan hariç AB ülkeleri, biraz da Amerikan kamu diplomasisi nedeniyle İsveç’e koşulsuz “evet” yanıtı verdi. Öte yandan ABD için İsveç, Baltık Denizi’nde stratejik öneme sahip değil. Asli amaç zengin ve ihtiyaç sahibi İsveç’e savunma ürünleri satmak. Yani Başkan Biden’ın İsveç başbakanı ile görüşmesinde Amerikalı savunma sanayii firmalarının etkisini dikkate almak gerek.

Türkiye açısından İsveç meselesi okunduğunda öncelikle NATO çatısı altında katlanılması gereken bir yükten bahsetmek gerekir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 4 Temmuz’da basın toplantısında ifade ettiği üzere İsveç’in NATO’ya getireceği yük aslında savunma zafiyeti olan Avrupa devletlerinin değil Amerikan, Türk ve Birleşik Krallık askerlerinin omuzlarında olacak. Durum böyleyse Türk askerinin, PKK ve FETÖ’ye destek veren bir ülke için hayatlarını riske etmesi beklenemez.

PKK, 1982’den bu yana İsveç’te ve Avrupa’daki propaganda ve örgütlenme faaliyetlerini bu ülkede gerçekleştiriyor. Olof Palme’ye suikast sicili henüz temizlenmemiş PKK, İsveç’te geçirdiği kırk yıl içinde vatandaşlık ve evlilikler aracılığıyla bu ülkeyi kendi ajandasına esir etmiş halde. Örneğin İsveç’in PKK’nın Suriye uzantısı PYD’ye 2022’de 210 milyon dolar yardım yapması ve 2023 için de 376 milyon dolar yardımı öngörmesi Türkiye’nin kaygılarını haklı çıkarıyor. FETÖ üyelerinin İsveç’te NORDIC Monitor isimli haber ajansı ve serbest ikametleri dikkate alındığında PKK’ya desteğin yanında FETÖ meselesinin halli de önemli.

Sonuçta Türkiye, İsveç’in NATO üyeliğine karşı olmasa da diğer İttifak üyelerinden beklenildiği gibi terör örgütlerinin bu ülkede güvenli alan oluşturmasına engel olunmasını da bekliyor. Öte yandan İsveç’in silahlanma gayretleri pek de Türkiye’nin meselesi değil.

Yukarı git


Rıfat Öncel
SETA

NATO müttefikleri ve İttifakın yakın ortakları savaşın başlangıcından bu yana Ukrayna’ya artan oranda askeri destek sağladılar. Zamanla desteğin niteliği de değişti ve önceden Rusya’nın “kırmızı çizgilerini” aşmamak adına kaçınılan bazı hamleler uygulamaya konuldu. Örneğin çokça tartışmaya konu olduktan sonra Almanya Ukrayna’ya Leopard tankı sevkinin önünü açmayı kabul etti. İngiltere Challenger tankları sağladı. Polonya ve Slovakya MiG-29 uçaklarını verdi. Verilen askeri destek savaşın seyri üzerinde önemli bir etkide bulundu. Ukrayna’ya sağlanan askeri yardımlarla NATO üyelerinin envanterindeki Sovyet yapımı silahların hızlı bir şekilde çıkarılma süreci de başladı. Bunların yerini çoğunlukla Amerikan askeri teçhizatı almaya başladı. Gelinen noktada sağlanan yoğun askeri destekle birlikte Ukrayna ordusunun savaş öncesine göre oldukça modernize bir seviyeye ulaştığı kabul edilmektedir.

Ancak Ukrayna askeri desteğin –en azından uzun vadede– yeterli olduğunu düşünmüyor. Vilnius zirvesi yaklaşırken Ukrayna’nın temel hedefi, NATO tarafından kendisine üyelik doğrultusunda bir yol haritasının sunulması. Bu hususta Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski ve üst düzey Ukraynalı yetkililer sık sık açıklama yaparak NATO üzerinde bir baskı oluşturmayı başardılar. Hatta İttifaktan bu yönde bir sinyal gelmemesi durumunda Zelenski’nin zirveye katılımının bir anlamı olmayacağı belirtilerek bu baskı artırıldı. Bu şekilde Ukrayna’nın gelecekteki muhtemel NATO üyeliği ve o döneme kadar sağlanabilecek güvenlik garantileri Vilnius zirvesi öncesinde ana gündem maddelerinde biri haline geldi.

Eylül 2022’de Zelenski Ukrayna’nın fiili olarak zaten bir NATO üyesi olduğunu ve bunu resmi bir niteliğe kavuşturmak için İttifak üyeliğine başvurduklarını açıklamıştı. Şu anda ise bu başvuruya cevap olarak Ukrayna üyeliğe davet bekliyor. Ukrayna’ya göre savaş sona erdiğinde NATO’ya katılım mümkün olmazsa Rusya ile yeni bir savaş kaçınılmaz olacak ve bunu engellemenin tek yolu ancak İttifak üyesi olduklarında Rusya’ya karşı sağlanacak caydırıcılık.

Ukrayna’nın NATO üyeliği ancak savaş bittikten sonra mümkün olacakken ara dönemde somut güvenlik garantileri içeren net bir yol haritasının çizilmesi zor olacak zira güvenlik garantileri doğası gereği muğlaklık gösterecektir. Belirsizlik ortamında ise birçok ülkenin bu tarz taahhütler altına girmekten kaçınması ve Ukrayna’ya verilen askeri desteği sürdürme arzusu göstermesi daha olasıdır. Ancak ABD’nin açık bir sorumluluk alması durumunda bu açmaz çözülebilir.

Diğer taraftan NATO’nun Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı başladığından bu yana en önemli önceliği doğal olarak İttifakın doğu kanadının güçlendirilmesi oldu. Bu kapsamda başta harbe hazırlık seviyesinin artırılması olmak üzere çeşitli tedbirler alındı. Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Slovakya’da yeni çok uluslu savaş grupları kuruldu ve konuşlandırıldı. Bulgaristan ve Macaristan’da konuşlanan savaş gruplarında Türk askeri de görev yapıyor. Daha önce 2016 Varşova zirvesinde alınan karar doğrultusunda Baltık Denizi bölgesinin savunulması amacıyla Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya’da savaş grupları konuşlandırılırken yeni düzenlemelerle NATO’nun savaş grubu sayısı sekize yükselmiş oldu. Ayrıca önceden konuşlu bulunan savaş gruplarındaki asker sayıları artırılırken bazı ülkeler NATO kapsamı dışında da çeşitli askeri birlikler konuşlandırmaya başladı. NATO müttefiklerinin halihazırda amaçları arasında savaş gruplarının büyüklüğünü tabur seviyesinden tugay seviyesine çıkarmak bulunuyor. Zaten Ukrayna’da savaşın başlamasından itibaren söz konusu birliklere önemli oranda takviyeler yapılmaya başlandı. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda NATO’nun Doğu Avrupa’da bulunan askeri varlığı giderek artış gösterecektir.

Bunun yanında geçtiğimiz yıl Madrid zirvesinde varılan uzlaşı sonucunda NATO yeni kuvvet modelini oluşturarak daha fazla sayıda birliği daha süratli bir şekilde konuşlandırma kabiliyetine erişmeyi amaçlamaktadır. NATO’nun halihazırda on beş gün içerisinde 40 bin askeri konuşlandırma yeteneğinin olduğu değerlendirilmektedir. Yeni kuvvet modeli ile İttifakın yüksek hazırlıklı 300 binin üzerinde askeri konuşlandırma yeteneğine kavuşması planlanmaktadır. Tabii ki böylesine büyüklükte çok uluslu bir kuvveti kısa bir zamanda seferber etmek oldukça meşakkatli ve masraflı bir uğraştır. Bu ise birlikleri teşkil edecek üye ülkelerin ciddi manada personel, lojistik ve teçhizat gibi birçok boyuttan oluşacak şekilde askeri harcamalarını artırmalarını gerektirmektedir.

Diğer taraftan Rusya’nın Ukrayna saldırısı sonrasında tarafsızlığını terk etmek ve NATO’ya katılmak isteyen İsveç’in üyeliği, bu ülkenin başta PKK olmak üzere terörizmle yeterince mücadele etmemesi nedeniyle Türkiye tarafından onaylanmadı. Geçtiğimiz ay yeni terörle mücadele yasasını yürürlüğe koysa da İsveç’in söz konusu hususta attığı adımlar Türkiye tarafından tatmin edici bulunmuyor. İsveç’te sürekli tekrar eden provokatif ve anlamsız eylemler, mevcut süreci zehirleyen önemli faktörler olarak ortaya çıkarken bu olaylar Türkiye’nin onayının alınmasına hiç yardımcı olmuyor. Diğer taraftan Türkiye Mart 2023’te Finlandiya’nın üyeliğini onaylayarak açık kapı politikasına olan tarihsel ve ilkesel desteğini gösterirken Finlandiya’yı ayrı tuttuğu sinyalini vererek İsveç’e bir mesaj yolladı.

NATO müttefikleri nezdinde genel beklenti Türkiye’deki seçimlerden sonra İsveç’in üyeliğinin hızlı bir şekilde onaylanacağıydı ancak bu beklenti gerçekleşmedi. Artık İsveç’in üyeliğinin zirvenin sonrasına kaldığı daha hakim bir görüş haline geldi. Ancak geçtiğimiz yıl Madrid’de bir çıkmazın aşılmasını sağlayan Üçlü Muhtıra hızlı bir şekilde diplomatik bir uzlaşının ortaya çıkabileceğini göstermişti. Bu tarz büyük zirveler öncesinde son ana kadar çeşitli çözümlerin ortaya koyulma ihtimali değerlendirilebilir.

Yukarı git


Aylin Ünver NoiAylin Ünver Noi
Haliç Üniversitesi

Aslında NATO’nun doğu kanadını güçlendirmek adına aldığı tedbirlerin başında müttefiklerini korumak ve savunmak için hazırlıklarını güçlendirmek yer almıştır. Bu süreci tetikleyen gelişme 2014’te Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ile başlayan ve 2022’de Ukrayna’yı işgali ile devam eden politikalardır. Müttefikler NATO sınırlarında ve ötesinde güvenlik çevresinin değişimiyle NATO’nun 2014’teki Wales Zirvesi Hazırlık Harekat Planı’nın uygulanması konusunda anlaşmışlardı. Bu 2016 Varşova zirvesinde NATO’nun caydırıcılığı ve savunmasının güçlendirilmesi kararıyla daha ileri bir boyuta taşınmıştır. Bu ileri mevcudiyet 2017’deki Estonya, Litvanya, Letonya ve Polonya’ya muharebe gruplarının konuşlandırılması ile neticelenmiştir. Şubat 2022 sonrasında ise müttefikler bu bölgeye ek gemi, uçak ve asker göndermiştir.

Çok uluslu müttefik güçlerinin ileri mevcudiyeti NATO’nun bu yeni Avrupa-Atlantik güvenlik mimarisinin parçasıdır. Tabii ki bu süreçte NATO’nun 5. maddesi (kolektif savunma maddesi) ön plana çıkmaktadır. Yani doğu kanadından herhangi bir müttefike yapılacak saldırı tüm müttefiklere yapılmış sayılacaktır. Haziran 2023 itibarıyla NATO komuta yapısına entegre edilen sekiz çok uluslu muharebe grubu Bulgaristan, Estonya, Macaristan, Litvanya, Polonya, Romanya ve Slovakya’da konuşlandırılmıştır. Bunun dışında NATO müttefikleri ulusal olarak İttifakın doğu kanadındaki aktivitelere katkı sağlamaktadır.

2022 Madrid zirvesinde müttefiklerin üzerinde anlaştıkları NATO Gücü Modeli NATO’nun Daha Yüksek Hazırlıklı Ortak Görev Gücü’nün istenilen yerde ve zamanda hazır olmasını sağlayacak bir hedefle kurulmuştu. Vilnius zirvesinde bu yeni modelin tamamlanması bekleniyor. Yine bu da İttifakın doğu kanadını güçlendirmek adına atılan önemli adımlardan. Bunun içinde savunma sistemlerini konuşlandırmak, silah stoklarını ve mühimmatı daha öncesinde konumlandırmak, komuta kontrolü güçlendirmek ve özel güçlerin müttefiklerini savunması için savunma planlarını güncellemek yer almaktadır.

Tüm bu önlemlerin NATO müttefiklerinin –özellikle de doğu kanadında yer alan üyelerinin– güvenliğini sağlamada hem caydırıcılığını hem de savunmalarını güçlendirmede katkısı vardır. Ancak son dönemlerde Ukrayna Başkanı Volodomir Zelenski’nin iddia ettiği Rusya’nın Ukrayna’daki Zaporijya Nükleer Santrali’ni patlatacağı ve Çernobil’den çok daha büyük bir nükleer faciaya neden olarak Türkiye’nin de dahil olduğu NATO üye devletlerinin bundan olumsuz etkilenebileceği senaryosunda ise bahsi geçen önlemlerin bu tehdidi bertaraf etmeye yeterli olmayacağıdır. Savaş devam ettikçe ve farklı tehditler ortaya çıktıkça bunlarla mücadele etmek ve NATO üyelerini bu tehditlerin olası etkilerinden korumak adına yeni tedbirler geliştirme gerekliliği bulunmaktadır.

NATO zirvesi öncesinde AB’nin Ukrayna’ya askeri destek konusunda aldığı bazı kararlar var. Bunlardan birisi Ukrayna için daha fazla mühimmat üretmek. AB’nin bu kararı hem Birliğin savunma sanayiini canlandıracak hem de NATO üyesi olan AB üyelerine bu açıdan katkı sağlayacak bir adım olarak yorumlanabilir. AB Mayıs 2023’te bu hedefe hizmet edecek 500 milyon avroluk bir bütçenin ayrılacağını açıklamıştı.

Ukrayna’nın kendisini Rusya’ya karşı savunabilmesi için hem mühimmat sağlanması hem de Ukraynalı askerlerin eğitilmesi özellikle dördüncü nesil uçakların kullanılması konuları gündemdeki en önemli konular. Mühimmat konusundaki eksikliklerin giderilmesi adına NATO müttefiklerinin desteği Ukrayna için önem arz ediyor.

Ukrayna için bir diğer önemli mesele olan Ukrayna’nın NATO açık kapı politikası kapsamında değerlendirilmesi ve İttifaka üye olabileceği meselesi 2008 Bükreş zirvesinden beri gündemde olan bir konu. Ancak Zelenski’nin Vilnius zirvesinde de gündeme alınmasını arzu ettiği Ukrayna’nın üyeliği meselesi, NATO’nun yeni üye kabul standartlarına uygun olmadığı gerekçesiyle diğer bir deyişle toprak bütünlüğü ve egemenliği Rusya-Ukrayna savaşı ve Rusya’nın ilhakları ile sorunlu olduğu sürece pek mümkün görünmemektedir.

NATO’nun üyelik için belli koşulları var. Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 10. maddesine dayalı genişleme politikası NATO üyeliğinin İttifakı kuran antlaşmanın prensiplerini daha öteye taşıyacak ve Kuzey Atlantik bölgesinin güvenliğine katkı yapabilecek durumda olan herhangi bir Avrupa devletine açık olduğunu ifade eder. Genişleme kararı oy birliği ile alınan bir karardır. Bu süreç içinde yer almak isteyen ülke yoğunlaşmış diyaloğa davet edilerek süreç başlatılır. Üyelik Aksiyon Planı’na sonrasında davet edilir ve üyelik için hazırlanması sağlanır. Ancak bu da üyeliği garanti etmez. Aday ülkenin pazar ekonomisiyle işleyen demokratik siyasi sisteme sahip olması, azınlıklara adil muamele etmesi, çatışmaların barışçı yollardan çözülmesine bağlılık ve NATO operasyonlarına askeri katkı yapmak için yetkin olması gibi birtakım kriterler de bulunmaktadır.

NATO her egemen ulusun kendi güvenliğiyle ilgili karar verme hakkına sahip olduğunu söylüyor ve yürüttüğü açık kapı politikası ile yeni üyelerle İttifakın genişleme sürecini destekliyor. Ukrayna’nın demokratik gelişimini ve savunma reformlarını gerçekleştirmesi gerekiyor. Ülkenin demokrasi ve yolsuzluk karnesinin zayıf olduğu zaman zaman gündeme getirilen meselelerden. Bir başka üyelik için gerekli olan şart savunma konusunda reform ve modernizasyon, ki Rusya-Ukrayna savaşı bu açıdan Ukrayna’yı bir şekilde belli bir noktaya getirdi. Ukrayna için en sıkıntılı konu ise harici toprak anlaşmazlıklarını AGİT ilkelerine uygun olarak barışçı yollarla çözmek ve iyi komşuluk ilişkisi sürdürmek. Bu maddeye göre Ukrayna’nın çözülmemiş toprak anlaşmazlıkları ve sınır sorunları üyelik yolunda ilerleyebilmesi için bir engel teşkil ediyor.

Ukrayna NATO üyesi olduğunda her İttifak üyesi için geçerli olabilecek NATO’nun 5. maddesi kolektif savunmasını harekete geçirmesi gerekebilir. Bununla ilgili olarak eski NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Rusya-Ukrayna savaşı öncesinde bu toprak anlaşmazlığı sorununa rağmen üyelik için bir yol önermişti. Onun önerisine göre NATO’nun toplu savunma ile ilgili meşhur 5. maddesi sadece “Ukrayna’nın kontrolü altında olan topraklar için geçerlidir” şerhi düşülecekti ve böylece Ukrayna için NATO Üyelik Eylem Planı geliştirilecekti. Halen devam eden bir savaş var. Savaş sona ermeden neresi Ukrayna toprağı sayılacak konusu muamma, ayrıca zaten Rusya tarafından ilhak edilen topraklar ne Ukrayna tarafından ne de uluslararası toplum tarafından Rusya toprağı olarak tanınmıyor. Tüm bu süreçlerden geçebilen bir aday ülkenin NATO üyeliği ise otuz NATO üyesinin oy birliğiyle o ülkenin İttifak üyeliğini kabul etmesi gerekiyor. Ancak Macaristan gibi savaştan önce bile Ukrayna’nın NATO üyeliğine destek vermeyen üye devletler var.

NATO üyeliği olmasa da Ukrayna’yı İttifaka daha yakın tutma adına bir paketin Vilnius zirvesinde sunulması bekleniyor. Ancak 2008 Bükreş zirvesinde olduğu gibi Ukrayna’nın İttifaka üye olabileceği yeniden teyit edilecek. Bu zirvede üye devletler ortak karar alabilirlerse askeri desteğin artırılması, askeri envanterin modernizasyonu ve dönüştürülmesi gibi Ukrayna’nın güvenliğini garantiye alma adına atılacak adımlar olacak.

2014’ten bu yana her ABD başkanının gündeme getirdiği müttefiklerin kendi GSYH’sinden yıllık olarak NATO’ya yaptıkları savunma bütçesi katkılarını yüzde 2’den daha fazla yapma taahhütlerini yerine getirmeleri beklenmiştir. Bu konuda daha önceleri yapılan eleştirilerin geride kalarak Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında birçok NATO müttefiki Avrupalı devletin bu hedefe ulaştığı hatta aştığı görülmektedir. Ayrıca Almanya gibi tarihsel olarak bu konuda adım atmaya isteksiz bir devletin bile savunma bütçesini 100 milyar avroya çıkaracağını duyurması ve F-35 alacağını açıklaması yıllardır ulaşılmak istenilen aşamaya Rusya sayesinde gelindiğini göstermektedir. Rusya-Ukrayna savaşı müttefiklere hem NATO’nun kolektif savunmaları için önemini hatırlatmış hem de savunma güçlerini artıracak adımların ne kadar gerekli olduğunu göstermiştir. Her zirvede olduğu gibi bu zirvenin de önemli gündem maddelerinden birisi yeni bir savunma yatırım sözü olacaktır.

Yukarı git


Etiketler: