Yeni Türkiye, Yeni Kuşaklar, Yeni Anayasa

Madem genç dimağlar eski Türkiye'yi hatırlamakta zorlanıyor, eskiyi hatırlatmak yerine yeni bir başarı hikayesi yazmak lazım artık. Bu hikaye için yeni bir kurucu metin, yeni bir toplumsal sözleşme kaleme almak lazım. Yeni anayasadan beklenen belki de en önemli değişiklik de bunu başarabilecek bir çerçeve inşa etmesi olacak.

Cumhurbaşkanı Erdoğan salı günü grup toplantısında yeni bir anayasa hazırlanmasına yönelik ihtiyacı bir kez daha vurguladı ve farklı toplumsal talepleri tartışabilmek için siyasi partiler ve toplumsal kesimleri kapsayacak bir sürece işaret etti. Bu toplumsal kesimler içinde artık dile pelesenk olmuş Türk, Kürt, Laz, Çerkez ya da Alevi, Sünni yahut sağcı, solcu kalıpları değil yeni bir kuşak, gençler de var.

Öncelikle “Yeni bir anayasaya ihtiyaç var mı?” sorusundan başlayalım. 1982 Anayasası askeri yönetim tarafından yazdırılan, o koşullarda oylanan bir darbe anayasasıydı. İçeriği büyük oranda değişse de sivil bir anayasaya olan ihtiyaç vurgusu aradan geçen kırk yıl içinde sayısız başbakan ve siyasi parti lideri tarafından dile getirilmişti. Nitekim mevcut anayasayı 1982 Anayasası olarak adlandırmak, idamlardan işkencelere kadar pek çok yüz karası karara imza atmış darbecilere bir kurucu rol payesi vermek sivil siyaseti halen daha rahatsız etmektedir.

Ancak yukarıda bahsedildiği gibi 1982 Anayasası içeriği büyük oranda değiştirilmiş olan bir anayasa. En son 2010 ve 2017 referandumlarında kapsamlı değişikliklere gidildi. Vatandaşlara Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı tanınması, siyasi parti kapatma davalarında Anayasa Mahkemesi üyelerinin 3/5’i yerine 2/3’ünün oyunun aranması, dolayısıyla parti kapatmaların oldukça zorlaştırılması, 12 Eylül Darbesi’nin sorumlularının yargılanmasını engelleyen geçici 15. maddenin kaldırılması, memurlara toplu sözleşme hakkı tanınması, çocuklar, yaşlılar, engelliler, şehit yakınları ile gazilere pozitif ayrımcılık tanınması gibi maddelerle 2010 referandumu hak ve özgürlükler açısından kapsamlı değişiklikler getirmişti.

2017 referandumu ise sistemsel bir dönüşümün metniydi. Meclisteki sandalye sayısının artırılmasından seçilme koşullarının değişimine, başbakanlığın kaldırılmasından cumhurbaşkanının görev ve yetkilerinin yeniden tanımlanmasına kadar değişiklikler ile yeni bir sistem inşa edildi.

Ancak sistemden bağımsız olarak da toplumsal yapılar ve talepler zamanla değişiyor. Bu yüzden anayasaların dönüşen toplumlar için toplumsal sözleşme özelliğini koruyabilmesi de ancak dönüşümle, değişimle mümkün. Henüz ilk dönemini doldurmamış başkanlık sisteminin en etkin şekilde çalışabilmesi için sistemin aksayan, ağır işleyen yahut halen yasal zemini zayıf olan yönlerine çare bulunması, Z kuşağını konuştuğumuz günlerde bu yeni neslin de anayasası olacak yeni bir kurucu metnin hazırlanması kaçınılmaz bir ihtiyaç.

Kabaca 1997-2012 arasında doğan bu kuşak eski Türkiye’yi tanımadı. Kuşağın en yaşlısı bile AK Parti iktidara geldiğinde daha 5 yaşındaydı. Okulda öğretmenden, karakolda polisten, askerde komutandan dayak yemenin “normal” olduğu günleri ancak filmlerde görüp kitaplardan okuyabilir. Yüzü gözü şiş, kan revan içinde itiraf edilen işlenmemiş suçlar, Filistin askıları, yakılan köyler, beyaz Toroslar, ikna odaları, başörtüsü yasakları Z kuşağına Orta Çağ kadar uzak bir tarihin efsaneleri gibi geliyor. Patlayan çöp dağlarına, devlet hastanelerinde iki kişi tarafından paylaşılan yataklara, muayene olabilmek için gecenin karanlığında girilen hastane kuyruklarına inanmıyor bile, cevabı “Yok artık, o kadar da değil”. Yokluğu görenler aza razıydı, onların çocukları ise artık azla yetinmiyor, daha fazlasını istiyor, istemeli de. Daha iyi bir gelecek için hayal kurmalı, o yönde çalışmalı.

“Z kuşağı yokluğu bilmiyor” dedik çünkü ebeveynlerinden daha iyi şartlara sahip oldular. Doğal olarak kendi çocuklarının da kendilerinden daha iyi şartlara sahip olmasını istiyorlar. Tabii bu bilmeme durumunun tek sebebi şartların iyiye gitmesi değil. Gerçekler kadar kurgu da bu algıda rol oynuyor. Eski Türkiye Z kuşağına farklı yansıtılıyor. Pek müreffeh, pek özgür, pek demokratmışız eskiden. “Kürdüm” diyenin hapsi boyladığı günlerden Kürtçe yayın yapan devlet televizyonuna kadar uzun bir yol geldik ama her nasılsa Z kuşağı geriye gidildiğine ikna edilmeye çalışılıyor. “Türkiye’de Kürtler var, ben de Kürdüm” dediği için hapse atılan Şerafettin Elçi’nin adı bugün Şırnak’taki havalimanında yaşatılıyor ama her nasılsa Kürtler daha özgürmüş eskiden.

Mütedeyyinlere “Yallah Arabistan’a” denilen günlerden geçti bu ülke. Başörtülülere değil çalışma, eğitim alma imkanı bile tanınmadığı günler benim kuşağım için çok yakın, Z kuşağı için ise çağlar öncesinde kaldı. Hoş, etrafına biraz dikkatli bakan biri bugün de bırakalım özel işletmeleri, devlet üniversitelerinde bile benzer uygulamalara rastlayabiliyor. Yüzlerce çalışanı içinde tek bir başörtülüye kadro açmayan “kurtarılmış bölge” üniversiteleri bu ayrımcılığı “üniversitelerin özerkliği” maskesinin ardından savunabiliyorlar.

Üniversite demişken rektör seçimlerine değinmemek olmaz. Rektörlerin eskiden seçimle geldiğini sanıyor Z kuşağı. Eski cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 22 üniversite rektörlüğü için Yükseköğretim Genel Kurulunca belirlenen aday listesini YÖK’e geri göndermesini, bir oyla rektör seçilen (!) Bahri Gökçebay’ı bilmiyor. Rektör olarak atanan emekli binbaşılar, Genelkurmay hukuk müşavirleri, Cumhuriyet mitinglerinin neferleri, hepsi unutuldu gitti.

Bu unutkanlık gençlerin hatası değil elbette. Yeni bir Türkiye’ye, yeni standartlar içine doğdular. Artan iletişim ve seyahat imkanlarıyla, artan eğitim fırsatlarıyla gençler hep daha iyisini istedi, istemeliydi de. İşte yeni anayasa da en genci 50’lerinde olan siyasi parti liderleri için değil asıl Z kuşağı için gerekli.

Türkiye geçen yirmi yılını sivilleşebilmek için askeri vesayet rejimiyle mücadeleye adadı, bu mücadeleyi kazandı da. PKK, DEAŞ, FETÖ, biri bitmeden diğeri baş gösterdi. Nitekim bu mücadelelerde de büyük başarı elde edildi. Üçünün de kökü dışarıda artık, mücadele büyük oranda merkezi dışarıdaki terör odaklarına karşı sürdürülüyor. İlaç kuyrukları, muayene kuyrukları, patlayan çöp dağları da geride kaldı, hepsi bir masal gibi hafızalarda silikleşti artık.

Madem genç dimağlar eski Türkiye’yi hatırlamakta zorlanıyor, eskiyi hatırlatmak yerine yeni bir başarı hikayesi yazmak lazım artık. Bu hikaye için yeni bir kurucu metin, yeni bir toplumsal sözleşme kaleme almak lazım. Yeni anayasadan beklenen belki de en önemli değişiklik de bunu başarabilecek bir çerçeve inşa etmesi olacak.

[Sabah, 13 Şubat 2021]

Etiketler: