Yeni Kurulan Partilerin İttifak Arayışı Niçin Gerçekleşemedi?

Muhalefet cephesinde yürütülmeye çalışılan işbirliği görüntüsü, muhalefet içi sert rekabetle kilitleniyor. Önümüzdeki süreçte, hem parlamento seçimlerinde, hem de cumhurbaşkanı adayının kim olacağı meselesinde tartışma ve rekabet derinleşerek devam edecek.

Seçim kanununda yapılan değişiklik, pazarlık siyasetine bel bağlayan yeni kurulan partilerin büyük taleplerini anlamsız kıldı. AK Parti’den ayrılanların kurduğu Deva ve Gelecek partileri, muhalefet ve muhalefeti destekleyen medyada büyük heyecanla karşılanmıştı. Siyasetin rasyonel analizinden daha çok “wishful thinking” (hüsnü kuruntu) yaklaşımıyla, bu partilerin AK Parti tabanından büyük kopuşları getireceğine epeyce bir yatırım yapıldı. İki partiyi aktörleştirmek için muhalefet partileri ellerinden geleni arkalarına koymadı. Geçmişte özellikle Ahmet Davutuğlu’nun dış politika perspektifine çok ağır hakaret eden CHP ve elitleri bir anda geçmiş söylemlerini sümen altı ettiler.

CHP’ye yakın medya, Deva ve Gelecek partisinin yöneticilerini programlara sürekli konuk ederek, geçmişte AK Parti içinde bu siyasetçilerin de yer aldığı toplantılarda yapılan müzakereleri bağlamından ve kronolojik konjonktüründen çıkararak tartıştırdılar. Bir anlamda, iki partinin yöneticilerinin geçmişlerinden nedamet getirip getirmediği sorgulandı. Şimdi nerede durduklarına dair açık teminat isteyen sorular yönelttiler. AK Parti’nin kapalı toplantılarındaki farklı fikir teatilerini bile kamuoyuna açık ederek, kendilerinin o toplantılarda sürekli itiraz etiklerini her defasında yinelediler.

Kendilerinin AK Parti içinde etkin olduğu dönemde her şeyin iyi gittiği tezini güçlendirmek için AK Parti dönemini ikiye ayırdılar. Babacan 2013 yılını milat alırken, Davutoğlu kendi başbakanlık görevinden ayrılma tarihini bozulmanın başlangıcı olarak söylemeyi tercih etti. AK Parti’nin bazı icraatlarını sahiplenirlerken, muhalefetin eleştirdiği konularını sahiplenmediler. İçerde üretilen darbe-kriz siyasetlerini, dışardaki Türkiye’yi doğrudan etkileyen bölgesel kırılganlıkları ve savaşların siyasete ve iktidarın politika yapımına etkisini analiz etmekten kaçındılar. Türkiye’de ekonomi, özgürlükler, demokrasi ve insan hakları gibi başlıklar başta olmak üzere her alandaki devrim sayılabilecek iyileşme ve reformların devam ettiği bir dönemde – yani her şey iyi giderken- ne oldu da Gezi Parkı şiddet eylemleri, 17-25 Aralık Fetöcü darbe girişimi, hendek ve çukur terörü, 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi ve ekonomiye planlı dış müdahalelerin devreye sokulduğunu açıklayamadılar. Çoklu terör örgütleri ve demokrasi dışı müdahalelerle hükümetin nasıl mücadele etmesi ve ne tür siyaset üretmesi gerektiği konusunda esaslı bir cevap vermediler. Çünkü bu konularda sahici cevaplar verdiklerinde muhalefet tarafından kabul edilmeleri zorlaşacaktı.

Seçim Kanunu Değişikliğinin Muhalefete Etkisi

Seçim kanunu değişikliğinden önce Deva ve Gelecek partileri beklenen oyu alamasalar bile cüzi miktardaki muhtemel oy oranları, “artık oy sepeti”nden muhalefetin barajı geçebilen iki partisine yarayacaktı. İyi Parti ve CHP yetkilileri bu partilerin kendileri ile işbirliği yapmasının muhafazakar seçmendeki maliyetini de öngördükleri için önce muhafazakar seçmenlere yönelik söylem ve eylem değişikliğine gittiler. Rahmetli Necmettin Erbakan’ı anma toplantılarında duygusal konuşmalar yaptılar. 28 Şubat darbe süreci ve sonrasındaki duruşlarını hiç hesaba katmadan söz konusu dönemi eleştirdiler. Aslında özellikle CHP’nin yapmaya çalıştığı, kendini muhafazakar seçmene beğendirmenin yanında esas hedefi SP, Deva ve Gelecek gibi partilerin kendileri ile işbirliği yapmasını, bu partilerin potansiyel seçmen gruplarına normalleştirmekti. CHP yöneticileri yakın dönemde sağ seçmene ve sağ siyasetçilere yönelik farklı açılımlar yapsalar da geçmişin yükünden dolayı istedikleri desteği söz konusu seçmen gruplarından alamamışlardı.

CHP’nin, başkanlık sistemine geçilmesinin ardından en önemli hedefi, siyasal alandaki sağ ve sol ayrımını muğlaklaştırarak, bloklar arası seçmen geçişkenliğini sağlayabilecek siyasal söylemi ve taktiği üretmekti. Bu tip siyasetin ilk hamlesi, İyi Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti ile kurulan ittifaktı. Haklarını teslim edelim, yerel seçimlerde büyükşehir belediye başkan adaylarının önemli bir kısmı sağ siyasetin içinden gelenlerden seçilmiş ve bu taktik kısmen işe yaramıştı. Kısmen olarak nitelendirmemin nedeni şu: Ankara ve İstanbul gibi iki büyükşehirde belediye başkanlığını Millet İttifakı’nın adayları kazansa da belediye meclis üyeliklerinin büyük kısmını Cumhur İttifakı kazandı. Yerel seçimlerin dinamiğinden dolayı seçmen eğilimleri açısından geçmişte de benzer durumlar yaşansa da, bu husus göz ardı edilerek, son yerel seçimlerde ortaya çıkan sonuç Türkiye siyasetinin yeni gerçekliği olarak pazarlandı.

Başarı olarak sunulan süreç büyütülerek 2023 seçimlerine taşınmalıydı. İşte bu düşüncenin bir yansıması olarak CHP ve İyi Parti söylemini SP, Deva ve Gelecek partilerini kapsayacak bir minvalde ve HDP’yi memnun edecek bir çerçevede şekillendirmeye çalıştı. Neredeyse her hafta bir parti diğerini ziyaret ederek birliktelik görüntüsü verildi. CHP lideri, Deva ve Gelecek partileri ile benzerliklerini yüzde 95 olarak açıklamaktan bile geri durmadı. Deva ve Gelecek partilerinin siyasetçileri, her akşam CHP ve hatta radikal sola yakın medya mecralarına giderken, CHP ve İyi Partililer de Saadet, Deva ve Gelecek partilerine yakın medya kanallarında kendilerini anlattılar. Aslında yeni kurulan partiler ve Saadet Partisi kendilerini potansiyel seçmenlerine değil, CHP ve İyi Parti’nin elitlerine anlatmayı tercih ettiler.

Gelmek mi Zordu Yoksa Masadan Ayrılmak mı?

Bu karşılıklı ziyaretler, farklı konularda ortak söylem birliği ve AK Parti ve Erdoğan’ı aynı kavram setleri ile eleştirme seansları, bu partileri en nihayetinde bir masanın etrafında buluşturdu. Masaya bu partiler çekilmek için, seçimleri kazanmaları halinde parti başkanlarından oluşacak kabineden bahsedildi. Ekonominin Deva’ya, dışişlerinin Gelecek Partisi’ne ve içişlerinin İyi Parti’ye verileceği konuşuldu. Başkan yardımcılıklarının bu plana göre işleyebileceği senaryoları tedavüle sokuldu. 2023 sonrası için bu partilerin söz konusu alanlarda sorumluluk üstlenerek çalışmaya başladıkları duyuruldu. Yani dosyaların çalışıldığı ilan edildi. Altılı masada çalışılan dosyaların müzakere edildiği görüntüsü kamuoyuna servis edildi. Ne de olsa Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçiş konusunda anlaşmışlardı. Diğer konularda da ortaya çıkan ortak vizyon seçimden önce kamuoyuna duyurulacaktı. Halbuki, anlaştık dedikleri ve kamuoyuna bir metin olarak yayınladıkları tek gündem olan Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem meselesinde bile tam anlaşamamışlardı. En önemli konu olan cumhurbaşkanını kimin seçeceğinde bir mutabakata varamamışlardı. Deva Partili siyasetçilerin “geçiş sürecinin bir takvime bağlanarak açıklanması” talebi, bilinçli olarak müzakere edilmeden rafa kaldırıldı. Çünkü, mevcut siyasetin denkleminde ve partilerin desteklerinde çok büyük değişiklik olmadığı müddetçe, Türkiye’de bir sistem değişiminin teknik olarak mümkün olmayacağını Millet İttifakı ve onlara eklemlenen partiler de biliyordu.

Gelecek ve Deva partileri Millet İttifakı ile masaya oturduğunda ağırlıklarının ötesinde talepleri müzakereye açmayı denediler. Eğer “büyük ittifak” söz konusu olacaksa önce Millet İttifakı’nın adı değişmeliydi. Ayrıca masanın etrafındaki partiler eşit olarak meseleleri tartışmalıydılar. Cumhurbaşkanlığı ortak adaylığı konusunda yaptıkları müzakereler Millet İttifakı’nın çekirdek partilerini rahatsız ettiği, Demokrat Parti’nin Genel Başkanı Gültekin Uysal’ın sosyal medya paylaşımları ile açık edildi. Uysal, geçmişte AK Parti’de sorumluluk üstlenen siyasetçilerin ortak adaylık konusunda adının bile geçmemesi gerektiğini net ifadelerle dile getirdi. Deva ve Gelecek partilerinin talepleri, Millet İttifakı partilerinde ve bu partileri destekleyen medya ve elitlerde rahatsızlık oluşturdu. Bu iki partiye gereğinden fazla önem atfedildiği yazılmaya ve konuşulmaya başlandı. Zaten bu partiler, seçmen desteği açısından bekleneni verememişlerdi. AK Parti’den kitlesel olarak kopuşların yaşanacağı beklentisi gerçeklememiş, hatta anketlere göre Deva Partisi’nin yüzde birlik oy oranının dahi önemli bir kısmı, CHP ve İyi Parti’ye oy verebilecek seçmen kümelerinden gelmekteydi.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, masanın dağılmasının sorun olarak görüleceğinin farkında olduğundan, “seçim gelmeden anlaşamayıp dağıldılar” görüntüsünün verilmemesi için içerideki tartışmaların kamuoyu önünde tartışılmasını engellemeye çalıştı. Uysal’ın sosyal medya paylaşımından rahatsız olan genel başkanları telefonlarla arayarak krizin derinleşmesini önlemeyi denedi. Ancak ne olduysa Demokrat Parti’nin ev sahipliğinde yapılan ve epeyce uzun süren altılı masa toplantısından sonra, Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan “Seçimlere DEVA Partisi olarak gireceğiz” açıklamasını yaptı. SP lideri Karamollaoğlu bu açıklamanın biraz erken olduğu sitemini dile getirse de ok yaydan çıkmıştı. Karamollaoğlu’nun bu açıklamasından Deva’nın seçimlere kendi amblemi ile gireceğini altılı masada söylediği anlaşılıyor. Yine masada, bu kararın seçimlere yakın bir dönemde açıklanmasının daha iyi olacağı da Babacan’a söylenmiş olabilir.

Siyasetin Acı Gerçekleri

Deva’nın kendi ismi ve amblemi ile seçimlere girme kararı, siyasetin gerçekliğinden kaçılamayacağının en somut göstergesidir. Deva ve Gelecek partileri gibi bir ana partiden ayrılarak kurulan partilerin (splinter party) siyasette başarılı olmaları çok zordur. Türkiye demokrasi tarihinde ana partiden ayrılarak kurulan ve başarılı olan parti sayısı Demokrat Parti ve AK Parti ile sınırlıdır. Splinter party literatürüne dahil olabilecek onlarca parti bugüne kadar kurulmuş ve bir çoğu siyasette varlığını devam ettirememiştir. Çünkü bu tip partiler, genellikle tabandan gelen taleplerle değil, elitler tarafından kurulur. Bu elitlerin içerisinde kendi partisi içinde mikro iktidar mücadelesinde pozisyon bulamamış siyasetçiler, başka partilerde istediğini elde edememiş siyasi elitler, emeklilik sonrası kendisine konum arayan bürokratlar, erken yaşlarda siyasete eklemlenerek mücadele ile partilerin içerisinde yer alamayan ve ileri yaşlarında siyasette ortaya çıkan boşluk ve imkanlardan yararlanmak isteyen medya mensupları, işadamı ve akademisyenler bulunurlar. Dolayısıyla da ilk seçimlerde, partileri başarılı olamadığında ertelenmiş beklentileri bir kez daha gerçekleşmemiş olur. Bu yüzden bu tip parti ve onun kurucu kadrolarında motivasyon hızlı bir şekilde düşer. AK Parti ve Demokrat Parti’nin başarısında, bu partilerin tabanda oluşan siyaset arayışı ve beklentileri üzerinden kurulmuş olmalarının gerçekliği göz ardı edilmemelidir. Sadece elit siyaseti üzerinden kurulmamışlardır. Dolayısıyla da ilk girdikleri seçimlerde başarıyı yakalamışlardır.

İşte bu minvalden bakıldığında, Deva ve Gelecek partileri geniş taban eğilimlerine yaslanarak değil, ana partiden ayrılanlar tarafından kurulmuşlardır. Dolayısıyla bu partilerin siyasette bir sonraki seçime kadar var olabilmelerinin yolu anlamlı bir oy oranına ulaşmakla mümkün olabilecektir. İttifak siyaseti üzerinden başka partilerin kontenjanından girdiklerinden yüzde kaç oy aldıkları bile belli olmayacaktır. Bu partilerin yöneticileri de bu gerçekliğin farkında olduğu için, risk alarak kendi isimleri ile seçime girmeyi deneyeceklerdir. Bu gerçekliği fark eden bu partilerin yöneticilerinin, sadece AK Parti ve Erdoğan eleştirisi üzerinden ve CHP söylemine eklemlenerek başarılı olamayacaklarını anlamamaları ise burada yapılmaya çalışılan siyasi analizin çerçevesinin dışındadır. Ama en azından seçim sonrasında, “CHP listelerinden seçime girmek için mi bu partiyi kurduk” itirazına, parti yöneticilerinin “kendi adımızla seçime girdik ve başarılı olamadık” diyerek verebilecek bir cevapları olacaktır.

Seçim değişikliği kanunu aslında CHP ve İyi Parti’yi, küçük partilerin büyük pazarlığından ve maksimalist taleplerinden kurtardı. Bu iki parti değişiklikten memnundu. CHP seçim kanunu değişikliğini Anayasa Mahkemesine taşıdı. Ancak itiraz ettiği maddeler içinde elini rahatlatan, pozisyonunu güçlendiren, oyların önce ittifaklara sonra partilere dağıtılmasından vazgeçilmesi maddesini dışarda bıraktı. Dolayısıyla da bu tutumu aslında memnuniyetinin bir göstergesiydi.

Sonuç olarak gelinen süreçte, altılı masa işlevini yerine getiremedi. Muhalefette bir heyecan dalgası oluşturamadı. Ancak dağılma görüntüsü de muhalefete zarar vereceği için bundan sonraki süreçte birkaç sembolik konu üzerinden bu toplantılar devam ettirilecektir. Değilse, seçim öncesinde anlaşamayan muhalefetin seçimleri kazanması halinde Türkiye’yi ortaklaşa nasıl yöneteceği sorusu ile sürekli meşgul olmak zorunda kalacaklar. Gerçi toplumun geniş kesimleri altılı masa ve bu masaya oturmasa da varlığı dikkate alınan HDP ile birlikte en az yedi partinin Türkiye’yi yönetemeyeceğini çoktan anladı. Gelinen noktada, muhalefetin altı partisinin bir masa etrafında toplanmaları, yeni bir sınamayla karşı karşıya: Masayı kurmak mı zordu, yoksa dağıtmak mı?

Muhalefet İçinde Yürüyen Sert Rekabet Nasıl Sonuçlanacak?

Altılı masanın beklenen çıkışı yapamamasının en önemli nedeninin, muhalefet içinde baskılanmaya çalışılan rekabet olduğunu vurgulamaya bile gerek yok. Yüksek düzeyde seyreden rekabetin bir çok aktörü var. Her parti cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oyun kuruculuk konusunda kendisini merkezi önemde görüyor. İyi Parti, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun aday olma arzusunu gördüğü için “seçilebilirlik” kriterini sürekli hatırlatma ihtiyacı duyuyor. Kılıçdaroğlu ve parti genel merkezindeki çekirdek ekip, CHP liderinin adaylık hakkı olduğunu düşünüyor. Muhalefeti destekleyen bazı kesimler seçilebilecek adayın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş olduğunu gündemde tutarken, İstanbul sermayesi ve muhalefeti destekleyen medya Ekrem İmamoğlu’nda ısrarcılar.

Kılıçdaroğlu, bir çok kez belediye başkanlarının aday olmaması ve kendi işlerine yoğunlaşmaları gerektiğini üzerine basa basa söylese de Ekrem İmamoğlu, kendisinin “taca ve auta atılmayacağını” net bir şekilde ifade etti. İmamoğlu, HDP’nin denklemde olduğu bir işbirliği sürecinde, milliyetçi gelenekten gelen Yavaş’ın aday gösterilemeyeceğinden emin şekilde hareket ediyor. Kendi adaylık tartışması alt sıralara düştüğünde, HDP siyasetçileri devreye girerek “bizi dikkate almadan aday belirleyemezsiniz” diyerek İmamoğlu’nun elini güçlendiriyor. Bu durumun en somut göstergesi, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, “Mansur Yavaş’ın muhalefetin adayı olması gerektiğini” söylediğinde, Selahattin Demirtaş, “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu takip etmeye çalıştığını” belirterek HDP’nin gönlünden geçen adayı işaret etmiş oldu.

Dolayısıyla muhalefet cephesinde yürütülmeye çalışılan işbirliği görüntüsü, muhalefet içi sert rekabetle kilitleniyor. Önümüzdeki süreçte, hem parlamento seçimlerinde, hem de cumhurbaşkanı adayının kim olacağı meselesinde tartışma ve rekabet derinleşerek devam edecek. HDP, bu rekabette elinin güçlendiğini düşünüyor. İmamoğlu, tüm tartışmaların ardından kendisinin sıyrılabileceğine yatırım yapmış durumda. Hatırlanacağı gibi 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak aday arayışında Ekmeleddinin İhsanoğlu son anda aday gösterilmişti. 2018 başkanlık seçimlerinde ise, Abdullah Gül ismi üzerinde yürütülen müzakerelerin sonuca ulaşacağı bir dönemde, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in itirazı ile süreç çıkmaza girmiş ve her parti kendi adayıyla seçime gitmek zorunda kalmıştı. CHP içinde yürüyen adaylık tartışması da son anda Kılıçdaroğlu’nu “gel bakalım Muharrem buraya” demek zorunda bırakmıştı.

Siyaset mühendisliklerinin masa başı müzakerelerde işe yarayacağı düşünülebilir. Ancak, masa başında alınan kararların uygulanmasına sıra gelince masada konuşulan hususlar sahanın gerçekliği ile bir anda suya düşebilir. Yani alınan kararlar masada durduğu gibi işlemez. Uzun olduğu için okunmasının zor olduğunun bilinciyle, biraz geniş çerçevede ele almaya çalıştığım muhalefetin durumu ile ilgili bu yazıda, son bir gerçekliği de dikkatlere sunarak analizi bitireyim: Türkiye’nin seçmeni siyaseti yakından takip eder. Çok bilinçli bir seçmendir. AK Parti ve Erdoğan’ın 15 seçimi arka arkaya kazanmasının en önemli nedenlerinden biri budur. Seçmenler siyasi mühendisliklere prim vermez. Siyasi istikrarı, ülkenin sorunlarını kimin çözebileceğini düşünerek ve alternatifleri karşılaştırarak tercihini yapar. 2023 seçimlerinde de bu durum değişmeyecektir.

[Sabah, 30 Nisan 2022]

Etiketler: