A migrant from Afghanistan grabs for an EU flag next to his tent at a makeshift camp for migrants and refugees near the village of Idomeni not far from the Greek-Macedonian border on May 1, 2016. Some 54,000 people, many of them fleeing the war in Syria, have been stranded on Greek territory since the closure of the migrant route through the Balkans in February. / AFP PHOTO / TOBIAS SCHWARZ

Vize Muafiyeti ve Terörle Mücadele Yasası

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkışı ile Türkiye’nin, vize muafiyeti görüşmelerinde AB tarafından sergilenen yaklaşımdan ciddi anlamda rahatsız olduğu ve aldatılmak istemediği dile getirilmiş oldu.

Son dönemde AB ile Türkiye arasındaki müzakerelerin neden hız kazandığı ve neden bir tartışma yarattığı gündem meselesi oldu. Bunlara kısaca cevap vermek gerekirse aslında olan şudur: AB, Türkiye ile katılım müzakerelerini çok uzun zaman önce dondurmuştu. Mülteciler Avrupa’nın duvarlarını aşındırmaya başladığında bu durumdan rahatsız olan Avrupa, kendini Türkiye ile işbirliği yapmak durumunda hissetti. Bu nedenle vize muafiyetinin gündeme gelebileceği bir anlaşma önerildi. Buna karşılık Türkiye geri kabul anlaşmasını imzalayacaktı. Yani Avrupa’ya gitmiş olan düzensiz göçmenleri Türkiye geri kabul edecekti. Asıl itibariyle anlaşma bu göçü sınırlandırmayı hedefliyordu. Buna karşılık Türkiye’ye vize muafiyetinin erken bir tarihe çekileceği dile getiriliyordu. Yapılan müzakereler bu çerçevede gerçekleşti.

Fakat tüm bu müzakere süreçlerinde ortaya çıkan bir gerçek dikkat çekti. Avrupa Birliği, Türkiye’ye vize muafiyeti vaadiyle isteklerini yerine getirmesini talep ediyordu. Aslında bu Türkiye’nin alışık olmadığı bir durum değildi. Basında her ne kadar ekonomik yardımlar, vize muafiyeti gibi ifadelerle bir arada kullanılsa da asıl mesele mültecilerin sınırlandırılmasıydı. Bu nedenle Türkiye açısından AB’nin yaklaşımında iki temel sorun olduğu düşünülebilir. Birincisi AB gerçekten vermek durumunda olduğu hakları sanki bir imtiyazmış gibi sunmaya çalıştı. Normal akış halinde Türkiye’nin elde etmesi gereken vize muafiyeti sanki bir imtiyazmış gibi sunulacaktı. Asıl itibariyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu duruma itiraz ettiği ortaya çıkıyor. Erdoğan yaptığı açıklamalarda bunun Türkiye’ye verilmiş bir lütuf gibi sunulmasına başından beri itiraz ediyordu. Bugün aslında AB’nin zorlandığı anlarda dilini hemen değiştirivermiş olması bu tespitin ne kadar yerinde bir siyasal okuma olduğunu gösteriyor. Vize muafiyeti tüm ülkelere doğal süreçlerinde işletilirken, Türkiye’ye yapılması hukuki bir zorunluluk olan bir düzenlemenin 3-5 ay öne alınıyormuş gibi gösterilerek, bir lütufmuş gibi sunulması düpedüz bir aldatmacaydı. Bu aldatmacaya itiraz edince AB pozisyonunu yeniden değerlendirip, Türkiye’nin terörle mücadele yöntemlerini sorgulama aşamasına geçiverdi.

MÜZAKEREYİ BOZAN TARAF

İkinci olarak ise AB’nin bu hakları verip vermeyeceği de ciddi şüphe konusudur. Baştan beri de aslında birçok kimsenin aklında ciddi soru işaretleri vardı. AB kendi isteklerini aldıktan sonra Türkiye’nin taleplerini yerine getirmeyi engelleyecek bahaneler bulabilirdi. Yani geri dönüş anlaşması devreye girer ve Türkiye çeşitli özverilerde bulunur, fakat AB kendi vaatlerini yerine getirmemek için bahaneler bulabilir. Örneğin bazı başlıklarda Türkiye’nin yeterli ilerleme sağlayamadığını her zaman öne sürüp vize muafiyetini engelleyebilir. AB bu gibi anlaşma metinlerini özellikle muğlak tutar ki vakti geldiğinde verdiği sözden dönebilsin. Türkiye’deki son gelişmeler çerçevesinde olduğu gibi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB’ye yönelik sert mesajlarının ardından AB tarafı vize muafiyeti için terörle mücadele yasasında değişiklik yapılması gerektiğini bildiren mesajlar yayınladı. Aslında vize muafiyetini bir teşvik aracı gibi kullanmak isteyen AB, bu teşvikin işe yaramadığını hissettiği anda hemen sopa ve tehdit kullanma yoluna geçti. Türkiye’nin terörle mücadele verdiği şu günlerde en fazla canını acıtabilecek alanda bir açıklama yaparak, Türkiye’yi sıkıştırmak ve müzakereleri bozan taraf olarak göstermek istemektedir. Bu Türkiye’nin alışık olmadığı bir durum değildir. AB ile bu zamana kadar olan müzakere süreçlerinde Türkiye her seferinde kendi taleplerinin bir yolla ertelenebileceği gerçeğini zaten çok kez öğrendi. Kıbrıs meselesi bunun en güzel örneklerinden biriydi. Annan Planı çerçevesinde yapılan referandumda Türk tarafı üzerine düşeni yapmış olmasına karşın, AB Türkiye lehine tavır sergilemedi. Daha da kötüsü Türkiye’nin müzakere sürecini Güney Kıbrıs vetosuna mahkûm etmekte sorun görmedi. Bugün katılım çerçevesinde açılmış fasılların neredeyse tümü Güney Kıbrıs nedeniyle dondurulmuş ve Türkiye’nin tam üyelik yolu nerdeyse kapatılmıştır.

Göçmenlerin durumu çerçevesinde Türkiye yeniden AB’nin gözünde kıymetli bir işbirliği partneri gibi gözükmesine rağmen, AB somut hiçbir şey vermeden Türkiye’den geri dönüş anlaşmasını uygulamasını beklemektedir. Aslında AB tarafından yapılan bu açıklamayı bu çerçevede okumak gerekir. AB Türkiye’deki terörle mücadele konusunu yeni fark etmiş değil. Geçtiğimiz Temmuz ayından bu yana Türkiye yoğun bir terör saldırısı altında. Şehir merkezlerinde etkinliğini arttırmak isteyen terör örgütleri zaman zaman bombalı eylemlerle karşımıza çıktı. Ama bundan daha önemlisi PKK çeşitli şehir merkezlerinde şehir savaşı yürüterek halkı ayaklanma çıkarmaya teşvik etmek istedi. Buna karşılık Türkiye şehir merkezlerinde terörle mücadeleye girişti. Şehirde yürütülen bu mücadele hiç şüphesiz istenmeyen sonuçlar doğurmaktadır. Güvenlik güçlerinin sivilleri korumaya yönelik yoğun çabaları mevcuttur. Fakat yan binasında çatışmalar süren sivil halkın bu mahallelerde daha fazla tutunamaması kadar doğal bir sonuç yoktur. Bu nedenle bölge halkının bu mücadele sırasında yaşadığı birçok zorluktan bahsedilebilir. Fakat AB’nin Temmuz’dan bu yana hatta terörle şehirlerdeki mücadelenin en yoğun haliyle yapıldığı dönemlerde bu konuyu ele almamış olması oldukça ilginç. Çünkü o sıralar Türkiye ile AB arasında geri dönüş anlaşması müzakere ediliyordu. Bu çerçevede AB, Türkiye’nin terörle mücadelesine saygı duyar. Ama ne zaman anlaşmanın farklı boyutları ortaya çıkar, AB de bildiğimiz eski kozunu Türkiye’ye karşı devreye sokar. Aylardır özgürlükler meselesini ağzına almayan AB’nin bugün birden özgürlükler konusunda aşırı hassaslaşmış olması hepimizin dikkati çekiyor. Geri dönüş müzakereleri esnasında Brüksel’deki PKK çadırına karşı Türkiye’nin baskısından sonra tedbir almak zorunda kalan AB ülkeleri, sürecin zora girdiğini görünce Türkiye’yi yine aynı yerden vurmak istiyor.

YILAN HİKÂYESİNE DÖNDÜ

Bir başka mesele ise Avrupa Birliği’nin göçmenlere yapmayı planladığı 3 milyon Avroluk yardım meselesidir. Yılan hikâyesine dönen bu mesele de benzer özellikler taşımaktadır. O kadar çok gündeme geldi ki, bu konuya uzak birisi AB’nin ayda bir Türkiye’ye 3 milyon Avro verdiğini düşünebilir. Aslında yapılmak istenen tam da budur. AB o parayı Türkiye’ye değil, göçmenlere, vermiyor, vermeyi vaat ediyor. Bu yardımı defalardır müzakere ediyor ve sıkı şartlara bağlıyor. Aslında böylesi bir yardım Türkiye’nin yüklendiği maliyetleri hafifletmek için önemli katkı sunabilirdi. Fakat bu AB tarafından öylesine bir pazarlık havasına büründürülüyor ki, Türkiye’nin bu zamana kadar Suriyeli mültecilere yaptığı yardımları gölgede bırakacak hale gelebilir. Hâlbuki Türkiye bu maliyetin çok daha fazlasını zaten üstlenmiş durumdadır. Fakat AB bu noktayı da sömürmek için elinden geleni yaptı.  Aslında hepimiz çok açık bir biçimde biliyoruz ki, müzakerelerin durumu ne olursa olsun, AB’nin tek derdi Avrupa ülkelerine özellikle de Almanya’ya olabilecek göçmen akınını engellemekten başka bir şey değildir. Bunu her türlü hukuki ve normatif formlarda sunmasına rağmen, AB’nin neyin peşinde olduğunu gayet iyi biliyoruz. Bu anlamda terörle mücadele yasasının değiştirilmesine dair talebinin siyasal bir gerçekliği yoktur. Ne Türkiye tarafı bunu ciddiye alır ne de AB tarafının Türkiye üzerinde bunu sağlayabilecek bir nüfuzu mevcuttur. Bugün AB’nin bırakın Türkiye için, kendisi için bile ümit vaat eden bir hali yok. Ancak AB’nin önümüzdeki günlerde bu tip araçlara sıklıkla başvuracağını da akıldan çıkarmamak gerekir. Tüm ilkeler yerine getirilse de AB vize muafiyetini ertelemenin ve bunun suçunu Türkiye’nin üzerine yıkmanın yollarını arayacaktır. Bu nedenle de Türkiye’nin AB’ye bunun bir sonucu olacağını hissettirmesi kadar doğal bir şey yoktur. Özellikle Almanya bu anlamda kilit ülke olarak görünüyor. Almanya ve Merkel geri dönüş anlaşmasına iç siyasal meseleler nedeniyle diğer AB üyesi ülkelerden daha fazla ihtiyaç hissetmektedir. Bu nedenle Türkiye, Almanya üzerindeki baskıyı arttırma şansına hala sahip. Fakat bunun bir müzakere şeklinde sunulması ve soyut düzlemde kalmasından kaçınılması gerekir. AB meselenin hem reklamını yapıp hem de somut adım atmamak istemektedir. Türkiye bu reklamı yaptırmadan somut ilerleme kaydetmelidir. Her ne kadar hukuki ve idari bir meseleymiş gibi sunuluyor olsa da AB- Türkiye müzakereleri 2006 yılından bu yana oturduğu siyasal zeminin dışına çıkamadı. Yani kuralları belirlenmiş adilane müzakere süreçleri olmaktan ziyade tarafların kendi siyasal çıkarlarını ön plana çıkardıkları müzakereler halini aldı. Son vize muafiyeti de bu durumdan bağımsız değildi. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkışı ile Türkiye’nin vize muafiyeti görüşmelerinde AB tarafından sergilenen yaklaşımdan ciddi anlamda rahatsız olduğu ve aldatılmak istemediği dile getirilmiş oldu. Özellikle AB’nin vize muafiyetinin önüne terörle mücadele engeli çıkarmış olması bu sorunun berraklaşması için oldukça açık bir gösterge halini aldı. Türkiye bu anlamda hem uyanık hem de cesur adımlar atabilir.

[Star Açık Görüş, 15 Mayıs 2016]

Etiketler: