Vesayetin Yüzyılı: İki Dereceli Seçimden Anayasal Vesayete

Türkiye tek dereceli seçime ancak 1946’da, çok partili hayata başlamasıyla geçebilecektir. Dikkat çekici husus, daha Birinci Meşrutiyet’te iki dereceli seçimleri savunan vesayetçi siyasi kültür kodunun, 50 yıl sonra CHP ideoloğu Recep Peker örneğinde olduğu gibi aynı gerekçeleri kullanarak, antidemokratik anlayışla devam edebilmesidir.

Türkiye’nin vesayetle mücadelesi, demokrasi mücadelesinin de tarihidir. Türkiye’nin meşruti monarşiye ve anayasal devlete geçiş sürecinde daha hemen başlangıçta, padişahın yetkilerini sınırlayan bürokrasinin, bu yetkiyi vatandaşlara vermemek ve kendi üzerine almak için buldukları ilk yol, “iki dereceli seçim”lerdir. Buna göre seçimler doğrudan yapılmaz, seçmenler milletvekillerini seçmek için önce ikinci seçmenleri seçeceklerdir. İki dereceli seçim tartışmalarında kullanılan gerekçelerin 1946’da çok partili hayata karşı çıkanlarla ve 1961 darbe anayasasından sonra ihdas edilen çoğunluğun yönetme hakkını elinden alan anayasal vesayet sistemine destek verenlerle benzerlikleri dikkat çekicidir. Bu yazıda vesayet zihniyetinin tarihi kökleri, iki dereceli seçim tartışmaları üzerinden resimlenecektir.

Birinci Meşrutiyet Meclisi Mebusan’ında İki Dereceli Seçim Tartışması

İki dereceli seçim konusu ilk defa Birinci Meşrutiyet dönemi Meclis-i Mebusan’ında tartışılmıştır. Ancak 1877 Meclis-i Mebusan’ının oluştuğu 1877’deki ilk seçim de iki dereceli olarak yapılmıştır. Bu seçimin dayanağı Mithat Paşa’nın anayasa kesin şeklini almadan, seçim ve toplantı şekillerini düzenleyen 01.10.1876 (10 Şevval 1293) tarihinde yayınlattığı “Meclisi Mebusan Azasının Sureti İntihap ve Tayinine Dair Talimatı Muvakkate”dir. “İntihab-ı Mebusan Kanunu” görüşmelerinde, kanunun iki dereceli seçimi düzenleyen maddelerine gelindiğinde, daha sonraları da devam edecek tartışma konuları açılmıştır.

İlk olarak Ali Naki Bey (Yanya) bu konunun encümende de tartışmalar doğurduğunu, seçimin iki dereceli olarak yürütülmesinin haksızlık olarak görüldüğünü söyleyerek şöyle devam ediyor: “Devletin ihsan eylediği serbestiyi biz men etmiş oluyoruz. Burada beş yüz kişinin hürriyeti bir adama veriliyor. Ben dahi efkarımca (fikrimce) diyorum ki, herkes doğrudan doğruya intihap etsin. Böyle olmazsa gelen mebusa elli bin kişi tarafından (seçilen) mebus denemez. Yirmi, otuz, seksen, yüz kişi tarafından (seçilen) mebus, diyebiliriz.

Söz alan Vesaliki Bey de doğrudan doğruya olmayan, iki dereceli seçimin Kanun-u Esasiye aykırı olduğunu iddia etmiştir. Sadi Efendi (Halep) ise Vesaliki Bey’in ifadesinin güzel olduğunun ahalinin hürriyet hukukunu genişlettiğini ancak “…bizim ahalinin istidadı daha bu derece olmadığı”nın malum olduğunu belirtmiştir. Yenişehirlizade Ahmed Efendi (İzmir) bu sözleri itirazla karşılarken Solidi Efendi (İzmir) çok sert bir cevap vermiştir: “Bu meclisi alide ahalimizin daha bir techil (cahil) ve tahmik (ahmak) edilmesini kabul edemem. Bizim milletimiz Avrupa milletlerinden daha ahmak değildir. Onlardan daha istidatlıdır.

Daha sonra söz alan Hüsnü Bey (Edirne) ahali malumat bakımından tamamlanırsa o zaman sahiden Avrupalılardan üstün olur diyerek, kendisinin iki dereceli seçime taraftar olduğunu, ancak beş yüz adama bir ikinci seçmenin hürriyeti darlaştırdığını, bunun yerine elli adama bir ikinci seçmen seçilmesinin arzu edileni yerine getireceğini beyan etmiştir.

Manok Efendi (Halep) birinci derece seçim yerine niçin ikinci derecenin tercih edildiğine ilişkin Şura-yı Devlet memurlarına bir soru sorması üzerine…

Devamını Kriter sitesinde okumak için tıklayın: Vesayetin Yüzyılı: İki Dereceli Seçimden Anayasal Vesayete

Etiketler: