İsrail ile İran arasındaki çatışmanın uzun bir süredir devam ettiği bilinen bir gerçek. İsrail’in yıllardır Irak ve Suriye sahaları başta olmak üzere İran destekli Şii milis unsurlara yönelik hava saldırıları düzenlediği de kamuoyunun malumu. Özellikle 2020’den itibaren İsrail’in hava saldırılarında ciddi bir artış olduğu da söylenebilir. Ancak Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısının ardından İsrail ile İran arasındaki çatışma hem siyasi hem de askeri olarak başka bir noktaya evrilme eğilimi göstermekte. İsrail’in direkt olarak İran’ın Şam Büyükelçiliği hedef alması da bu mihenk taşlarından biri olarak görülebilir. Bu saldırının ardından İran’ın 13-14 Nisan’da kendi topraklarından balistik füzeler de dahil olmak üzere misilleme saldırısı gerçekleştirmesi çatışmayı tüm dünyanın gündemine soktu. Biz de söz konusu saldırıyı tüm boyutlarıyla uzmanlarıyla konuştuk.
Hazırlayan
Uzmanlar
Tuğçe Ersoy Ceylan
Mustafa Caner
Muhammed Hüseyin Mercan
Can Acun
Sibel Düz
Yücel Acer
Mustafa Caner
Sakarya Üniversitesi, SETA
İran’ın İsrail’e yönelik saldırılarındaki amacı ve bu saldırıların anlamı nedir?
İran’ın 1 Nisan’daki konsolosluk saldırısına misillemesi olarak kayıtlara geçen 13-14 Nisan’daki saldırılarının iki temel amacı olduğu söylenebilir. Birincisi İran iç kamuoyunun İsrail’e bir cevap verilmesi gerektiğine dair artan beklentilerini karşılamak. İkincisi de bölgesel bir güç olarak caydırıcılığını pekiştirmek ve egemenlik haklarının çiğnenemeyeceğini göstermek. İran’ın buna bağlı olarak saldırısını sınırlı tuttuğu ve İsrail’in eline bir başka misilleme ile çatışmayı büyütmek ve gerilimi tırmandırmak için malzeme vermek istemediği görülüyor.
BM Antlaşması’nın 51. maddesine dayandırdığı saldırısında İran, önce dronelar ile İsrail’in Demir Kubbe sistemini meşgul etmiş ve ardından seyir ve balistik füzeleriyle penetrasyon sağlayarak Necef Çölü’ndeki Nevatim Hava Üssü dahil olmak üzere birkaç noktaya sınırlı zarar vermiştir. İran’ın en başından itibaren hasarı minimize etmek istediği ve askeri zaferden ziyade siyasi/sembolik bir zafer kazanmak istediği anlaşılıyor. Suriye, Irak ve Lübnan gibi ülkeler ve İsrail’e coğrafi olarak daha yakın İran şehirlerinin yanında Şiraz gibi uzak bir noktadan füze ateşlemesinin arkasında İran’ın füze kapasitesinin gücünü göstermek ve gerekirse daha etkili bir saldırı yapabileceği mesajını vermek gibi sebepler bulunuyor.
Tarihte ilk kez İran’ın kendi topraklarından ve doğrudan İsrail’i hedef alarak saldırması, Tahran-Tel Aviv gerginliğinde yeni bir safhaya geçildiği anlamına da geliyor. Bu saldırıyla İran bundan sonra İsrail’in doğrudan ya da dolaylı saldırılarına direkt cevap vereceğini ifade etti. Dolayısıyla bu tarihi saldırı tek seferlik değil, çatışmanın niteliğini her iki taraf için de temelden değiştiren bir anlam arz ediyor. İran’ın İsrail’e karşı askeri potansiyelinin bir kısmını teşhir etmesi, buna karşılık İsrail’in ABD ve İngiltere yardımlarıyla İran’ın sınırlı saldırısına karşı koyabilmesi, nükleer seçenek devre dışı bırakıldığında İran’ın İsrail’e karşı üstünlüğünü gösterdi. İran için psikolojik bir zafer, İsrail için de psikolojik bir yenilgi. Bu sebeple İran bu kazancı yeterli görüyor ve daha ileri gitmek istemiyor. İsrail ise telafi peşinde bir cevap vermek istiyor.
Muhammed Hüseyin Mercan
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
İran’ın İsrail’e yönelik saldırısı nasıl bir anlam taşıyor? İran, İsrail’i Gazze nedeniyle mi hedef aldı?
İran’ın 13 Nisan Cumartesi gecesi İsrail’e saldırısı iki ülke arasındaki gerilimde bir dönüm noktasıdır. Saldırının bölgesel denklemde yapısal bir kırılmaya evrilip evrilmeyeceğini şu an için kestirmek güç. Bununla birlikte 1973’teki Yom Kippur Savaşı’ndan bu yana İsrail’e ilk defa devlet düzeyinde bir saldırının gerçekleşmesi birçok parametrenin göz önünde bulundurularak meselenin ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. İran’ın Şam’daki misyon temsilciliğinin vurulması, Tahran yönetimi tarafından kurumsal kimliğine yönelik bir saldırı olarak algılanmıştır. Bugüne kadar vekillerine ya da paramiliter yapı mensuplarına yönelik saldırıları bir şekilde tolere eden İran’ın kurumsal devlet yapısının İsrail’in son hamlesini farklı bir şekilde ele aldığı sürecin seyrinden anlaşılmaktadır.
Bu noktada İran, İsrail’e düzenlediği saldırıyla ulus devlet kimliğini korumak için gerekli adımları atmaktan imtina etmeyeceğine dair bir mesaj vermiştir. Ayrıca ABD ve İsrail tarafına bu savaşın kazananının olmayacağı ve her iki gücün de büyük zarar görmesi halinde bölgede alternatif güçler eliyle yeni bir siyasal düzenin kurulma potansiyeline işaret ederek olası ve ciddi bir İsrail-İran savaşının makul olmadığını göstermeyi de amaçlamıştır. Son tahlilde saldırılara dair şöyle bir tespit yapmak yerinde olacaktır: İran ne Filistin’in yanında yer almak adına ümmetçi bir motivasyonla bu saldırıyı gerçekleştirdi ne de sadece kamuoyunun ikna edilmesi için İsrail ile bir tiyatro sergiledi. İran, güçlü ulus devlet refleksine sahip bir ülke olarak bu saldırısıyla İsrail ile şu aşamada savaşa girmenin her iki tarafa da bir fayda sağlamayacağını anlatmaya çalıştı.
Can Acun
SETA
İsrail’in karşı hamlesi bölgeyi savaşa sürükler mi?
İran’ın doğrudan İsrail’i füze ve kamikaze dronelarla hedef alması bir ilk oldu. Bu yeni hareket tarzı daha önce oynanan oyunun kurallarının güncellendiğini gösteriyor. Esasında süreci analiz ettiğimizde Netanyahu liderliğindeki İsrail’in İran’ı böyle bir hamle yapmaya zorladığını görüyoruz. İran, Şam’daki büyükelçiliği vurulduktan sonra caydırıcılığını ve ulusal onurunu korumak ile İsrail/ABD ile bir savaşa girmek arasında ikilem içerisine sokuldu. Nihayetinde tüm aktörler mevcut kontrollü çatışma ve gerginliğin devamından yana iken burada Netanyahu’nun istisna teşkil ettiğini ve eskalasyonu artırarak ABD’nin de içine dahil olduğu büyük bir savaşa bölgeyi sürüklemek istediği görülüyor. Netanyahu, İsrail’den ziyade kendi iktidarının geleceği için bu adımları atıyor.
Netanyahu tarafından İran’ı defalarca kışkırtacak askeri hamleler ardı ardına gelirken nihayetinde Tahran mukabelede bulunmak zorunda kaldı. Doğrudan İran topraklarından İsrail’i hedef alarak İsrail ve müttefiklerine mevcut kapasitesini ve verebileceği hasarı göstermek durumunda kaldı. Şimdi bundan sonraki sürecin seyrini İsrail’in olası karşı adımı belirleyecektir. İsrail’de savaş kabinesi İran’a misilleme yapma konusunda karar alırsa çatışma dinamiği daha da genişleyebilir. İran’ın vekil unsurları da Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen’den İsrail’e karşı hamleler yapabilirler. Bu da bölgesel bir savaş anlamına gelecektir. Ne ABD ne İran ne de diğer aktörlerin böylesine bir eskalasyondan çıkarı bulunmuyor. Küresel konjonktür ve bölgesel jeopolitik gerçekler de böyle bir çatışmayı hazmedecek durumda değil. Bu yüzden özellikle ABD’nin İsrail’e baskı yaparak bir karşı tepki vermemesi ya da bunu çok sınırlı tutmasını sağlamaya yönelik bir siyaset izlediğini görüyoruz. Sonuç olarak İsrail’in ABD’nin güvenlik garantisi ve desteği olmadan İran’a ve vekillerine karşı büyük bir maceraya girmesi çok olası görünmüyor.
Yücel Acer
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, SETA
İran ve İsrail arasındaki çatışmanın hukuki dayanakları var mıdır? Uluslararası hukuk son saldırıyı nasıl ele almaktadır?
İsrail 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e yönelik askeri eyleminden önceki dönemlerde de uzun yıllardır Suriye topraklarına, özellikle de Hizbullah hedeflerine saldırılar düzenliyordu. 7 Ekim’den sonra ise Suriye topraklarına yönelik hava saldırılarını daha da artırdı.
1 Nisan’da İsrail’in bir hava saldırısında Şam’daki İran Büyükelçiliğindeki bir bina hedef alındı. Patlamada aralarında çok sayıda üst düzey İranlı subayın da bulunduğu yedi kişi hayatını kaybetti. Saldırıda İran Devrim Muhafızları Ordusunun seferi kanadı Kudüs Gücü Komutanı General Muhammed Rıza Zahedi de öldürülenler arasındaydı.
İran, İsrail’in İranlı yetkilileri ve nihayetinde İran Büyükelçiliğini hedef alan saldırılarının meydana getirdiği öfkeye karşı bir nevi misilleme olarak 13 Nisan gecesi doğrudan İsrail topraklarını insansız silahlı araçlarla hedef alan bir saldırı gerçekleştirdi. İfade edildiği gibi İsrail ne zaman iyi bir istihbarata, iyi bir fırsata ve bu işi yapabilecek silah sistemlerine sahip olduğunu hissederse saldırıyor. Ancak teknik olarak mümkün olması ve siyaseten uygun olması bu saldırıların hukuken de uygun olduğu anlamına gelmiyor.
İran’ın saldırısından sonra İsrail tarafından acilen talep edilen ve 14 Nisan Pazar günü toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde (BMGK) ABD, İngiltere ve Fransa, İran’ı kınama yönünde fikir beyan edip İsrail’e destek verirken Rusya ve Çin temsilcileri ise İsrail’in İran’ın Şam misyonunu vurmasına neden tepki gösterilmediğini sorguladılar. İsrail’in BM Büyükelçisi Gilad Erdan’ın ise “İran saldırısı küresel barış ve güvenliğe yönelik ciddi bir tehdittir ve Konseyin İran’a karşı somut adımlar atmak için her türlü aracı kullanmasını bekliyorum” diyerek İran’ı daha geniş çaplı bir tehdit gibi gösterme çabasına girdiği görüldü.
Uluslararası hukuku tanımamasıyla ünlü İsrail, saldırılarını çoğu kez somut hukuki çerçeveye oturtma gereği duymasa da yapılan açıklamalardan İsrail’in Suriye ve İran’a yönelik olanları da dahil gerçekleştirdiği bütün saldırılarını meşru müdafaa hakkına dayandırdığı anlaşılmaktadır. Hatta İsrail kendisini bir nevi dört bir yandan tehdit altında bulunan bir ülkeymiş gibi sunarak her askeri eylemini bu gerekçe üzerinden açıklamaya ve işgal ettiği topraklarda 2000’lerin başında inşa etmeye başladığı duvarı dahi bu gerekçeye dayandırmaya çalışmaktadır.
Oysa uzun yıllardır Suriye’deki hedeflere saldırılar düzenleyen ve bunu neredeyse sistematik hale getiren İsrail’e karşı diğer taraf ve tarafların meşru müdafaa haklarından bahsedebilecekken neredeyse izole bir eylemle İsrail topraklarına yapılmış ve olmuş bitmiş bir saldırı karşısında İsrail adına meşru müdafaa hakkı bulunduğunu ifade etmek hukuki temelden yoksundur. Zira meşru müdafaa hakkını düzenleyen BM Antlaşması’nın 51. maddesinin saydığı açık unsurlardan birisi olan mevcut-devam eden (occurs) bir saldırı olması unsuru bulunmamaktadır. Bu bağlamda İran’ın saldırısından ziyade İsrail’in saldırılarının “devam eden saldırı” olarak nitelenmesi çok daha mümkündür. Dolayısıyla İsrail’in meşru müdafaa hakkından bahsetmek hukuken temelsizdir ve bu bağlamda İsrail’in İran’a yönelik herhangi bir muhtemel karşı saldırısı uluslararası hukukun bir ihlali olacaktır.
BMGK’nin esasen kınaması gereken saldırılar İsrail’in saldırıları iken ABD, İngiltere ve Fransa’nın İran’ı kınanması ve Tahran’a yönelik yaptırım talepleri ayrıca hukuken tutarsız ve temelsizdir. Özellikle de dokunulmazlığı bulunan elçilik binalarına saldırı uluslararası hukukta geleneksel olarak ağır ihlaller arasında sayıldığından kınamaya ve zarar giderilmesi ve tekrarının engellenmesi için yaptırıma hedef olması gereken taraf İsrail olmak durumundadır.
Etiketler:
- Dış Politika
- Güvenlik
- Hukuk ve İnsan Hakları
- Uzmanlar Cevaplıyor
- Yorum
- 1 Nisan 2024 | Şam İran Büyükelçiliği Saldırısı
- 7 Ekim 2023 İsrail-Gazze Savaşı
- ABD
- BM Antlaşması 51. Madde | Meşru Savunma Hakkı
- Filistin
- Filistin Dosyası
- Gazze
- Irak
- İran
- İran-İsrail Gerilimi
- İsrail
- Ortadoğu
- SETA
- SETA Çalışmaları
- SETA Uzmanları Cevaplıyor
- Uluslararası Hukuk