Uzayda Yol Alırken Türkiye

TÜRKSAT 6A'nın alt sistem çalışmaları, yeni nesil uydu ihtiyaçlarına cevap vermeyi hedefleyen bileşenleriyle, geleceğin milli uyduları için de bir altyapı oluşturacak.

Türkiye’nin Ar-Ge üssü TÜBİTAK Gebze Yerleşkemizde son dönemlerde birçok anlamlı projeye imza atılıyor. Geçtiğimiz Pazartesi günü de, bu bağlamda Türkiye’miz için gurur verici bir gün yaşadık. Cumhurbaşkanımızı ağırladığımız proje imza töreninde, ilk “milli” haberleşme uydumuz TÜRKSAT 6A çalışmalarının startı verilirken, bir kez daha milli duygularımız kabardı.

TÜBİTAK Uzay Enstitüsü liderliğinde TÜRKSAT için hayata geçirilecek olan proje, son yıllarda teknolojisinde söz sahibi olmaya başladığımız “gözlem” uydularından, “haberleşme” uydularına doğru bir adım atarak ilerlememizi sağlayacak.

Önemli bir adım; zira projenin başarıyla tamamlanması halinde, haberleşme uydusunu kendi yapabilen sayılı ülkelerden olacağız. Başarıdan kastımız ise, hem milli imkânlarımızla bu uyduyu geliştirebilmek, hem de fırlatabilmek…

Tamamen yerli mühendislik ve tasarım eseri olacak TÜRKSAT 6A’nın alt sistem çalışmaları, yeni nesil uydu ihtiyaçlarına cevap vermeyi hedefleyen bileşenleriyle, geleceğin milli uyduları için de bir altyapı oluşturacak. Bu nedenle uydu adayımız, bir ilk göz ağrısı olmanın yanı sıra, stratejik bir hamle niteliği de taşıyor.

HER ŞEY SPUTNİK’LE BAŞLADI

Dünyada uzay çağı, bundan 57 yıl önce başladı. Jules Verne’in “Dünya’dan Ay’a” eserinden ilham alarak çalışmalar yapan Sovyet Tsiolkovsky ve ABD’li Goddard gibi uzay dehalarının 1900’lerin başındaki katkılarını saymazsak…

SSCB’nin “yol arkadaşı” anlamına gelen Sputnik’i, 1957’de gezegene eşlik etmesi amacıyla yörüngeye gönderilen ilk uydu olmuştu. 1920’lerde Goddard’ın Ay’a roket gönderme fikrini New York Times başta olmak üzere medyada alaya alan ABD ise, sonraları işin gerçekliğini idrak ettiğinden, SSCB’nin hemen arkasından 1958’de Explorer-1 uydusuyla Uzay Çağı’na merhaba dedi. Böylelikle, “Uzay Yarışı” olarak anılan soğuk bir rekabet dönemi başlamış oldu.

Sonrasındaki on yıllarda özellikle bu iki oyuncunun atak yaptığı teknolojilerle ciddi gelişmeler yaşayan uzay çalışmalarını, Çin de büyük hamlelerle izler oldu. Yeni yüzyılda, Çin’in öncülük ettiği ve Japonya ile Hindistan’ın yan rollerde oynadığı bir Asya yarışı da göze çarpmıyor değil.

İLK MİLLİ HABERLEŞME UYDUMUZ

20. yüzyılda dünya yarışırken, Türkiye ise milli kabiliyetler anlamında uzaya biraz uzak kaldı. 1994’te TÜRKSAT 1B ile başlayan hikâyemizde çeşitli uydular rol almakla birlikte, yerli teknoloji çalışmalarının filizlenmesi 2000’lerde gerçekleşti.

Bu bağlamda uzay teknolojisinde milli serüvenimizin 2003’te TÜBİTAK’ın BİLSAT uydusuyla hız kazandığını söylemek mümkün… İnancımızı pekiştiren bu başarı, 2011’de RASAT, 2012’de ise GÖKTÜRK-2 ile devam ederek, “yer gözlem uydularında” yerli anlamdaki tecrübemizi önemli ölçüde artırdı. İşte Pazartesi günü de, yeryüzünden alınan verileri yine yeryüzüne aktaran “haberleşme uyduları” adımımızı, TÜRKSAT 6A ile atmış olduk.

Bununla birlikte imza töreninde, uzay çalışmalarımızda koordinasyon ve vizyon için uzun süredir ihtiyacımız olan Türkiye Uzay Ajansı’nın da eli kulağında olduğunun vurgulanması memnuniyet vericiydi.

Hafta başında gururla alkışladığımız tüm bu girişimler, şimdiden hayırlı olsun diyelim.

UZAY VE İNSAN

Bildiğiniz gibi uzay araştırmaları, dev fonlarla yürüyor. Ülkemizde ise, bütçeler henüz ideal seviyelerde olmasa da giderek büyüyor. Tabii finansmanın yanında, diğer hayati unsur da, insan kaynağı… Bir yandan vizyonlar çizerken, bir yandan da altını dolduracak “insan” faktörü konusunda tohumlar atmamız gerek.

Bu bağlamda, imza töreninde Cumhurbaşkanımızın, uzay teknolojisinde daha fazlasını “bizim insanımız neden yapamasın?” şeklindeki sorusu, aslında kafalarımızı birçok teknoloji alanında yoran bir mesele…

Törenin tam da ertesi günü, Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nda SASAD öncülüğünde gerçekleştirilen çalıştayda bu soruya yanıt arıyorduk. Savunma, havacılık ve uzay sektöründeki paydaşların katıldığı toplantıda, “Türkiye’yi sektörde geleceğe taşıyacak insan kaynağı” konusunu tartıştık. Çalışmada öne çıkan birkaç hususu, şahsi görüşlerimi de ekleyerek maddeliyorum:

1- Hep vurguladığım “sektörde üst koordinasyon” konusunu gerçekleştirmek ve buradan hareketle ihtiyaç duyulan alanlara ilişkin etkin eğitim planlamaları yapmak

2- Bu anlamda, malzemeden mekaniğe, kimyadan biyoteknolojiye kritik alanlarda insan sayı ve kalitemizi artıracak yükseköğretim programları ve merkezler dizayn etmek

3- Bırakın sektör genelinde, paydaş kurumların kendi içlerinde dahi var olmayan “insan kaynağı planlaması” anlayışını benimsemek

4- Mevcut eğitim sisteminin uygulama konusunda yeterli yetenekleri verememesi nedeniyle, üniversitelerde, co-op gibi, öğrencilerin sektörle iç içe geçeceği açılımları devreye sokmak

5- Çalışanların lisansüstü eğitimine köstek olmak yerine destek olmak ve bunun için üniversitelerle kurumlar arasında kolaylaştırıcı anlaşmalar yapmak

6- Uzun soluklu bir tabiata sahip olan savunma ve uzay projelerinde insan sürdürülebilirliğini sağlamak adına, kuruma bağlılığı artırıcı, motive eden ve ödüllendirici bir yönetim tarzı benimsemek

Dahası var ancak yerimiz çoktan doldu. Sonuç olarak, insan faktörü konusunda hem devletimize hem de sektör paydaşlarına bol görev düşüyor.

Tüm bunları ve daha fazlasını ciddi ciddi ve yarından tezi yok ele almamız şart.

Nitekim sektördeki beşeri nicelik ve niteliğimizin, hem uzay hem de dünyadaki yerimizi belirleyeceğine şüphe yok.

[Yeni Şafak, 19 Aralık 2014]

Etiketler: