Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Zor Soru: Netanyahu İçin Yakalama Kararı Çıkaracak mı?

SETA Vakfı “Batı’nın İnsan Hakları Doktrini Çökerken İsrail-Filistin Çatışması” başlıklı web paneli düzenledi. Panel konuşmacıları İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere uyguladığı saldırıların savaş suçu ve etnik temizlik olduğunu ifade edip uluslararası arenada Filistin’e özgürlük ifadesini kullananların sansüre takıldığı hatta işlerinden olduğu belirtildi. İsrail’in Gazze'de katliam ve soykırım yaptığının ifade edildiği panelde, dünya kamuoyunda insanların insan hakları kavramına duydukları güvenin sarsıldığı ifade edildi. Panelde Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne “Netanyahu hakkında dava açacak mı, yakalama kararı çıkaracak mı?” sorusu yöneltildi. İşte detaylar…

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) “Batı’nın İnsan Hakları Doktrini Çökerken İsrail-Filistin Çatışması” başlıklı web panelini dün düzenledi. Konuşmacılar arasında SETA Araştırmacısı ve Hukukçu Mert H. Akgün, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Yücel Acer, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Cavid Abdullahzade vardı. Panelin moderatörlüğünü ise Ankara Medipol Üniversitesi’nden Doç. Dr. Cem Duran Uzun yaptı.

AKGÜN: “GAZZE’NİN YÜZDE 85’İ YERİNDEN EDİLDİ”

SETA Araştırmacısı ve hukukçu Mert H. Akgün panelde ilk söz alan kişi oldu. Akgün “Dünya, Filistin’de yaklaşık iki aydır devam eden insani bir trajediye şahit oluyor. İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik son iki aydır uluslararası insancıl hukuk ve silahlı çatışma kurallarını ihlal ederek gerçekleştirdiği saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı 18 bine yaklaştı. Sadece öldürülenlerin yüzde 40’ının çocuk olduğu istatistiği bile savaş hukuku ihlallerinin boyutu hakkında fikir vermeye yetiyor. Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı’nın (UNRWA) verilerine göre İsrail saldırıları sonrası Gazze Şeridi’nde yerinden edilen kişi sayısı 1 milyon 900 bine ulaşırken bu sayı Gazze’nin toplam nüfusunun yüzde 85’ine tekabül ediyor. Diğer taraftan Filistin’i vuran ölümcül şiddet Gazze Şeridi ile sınırlı değildir. 7 Ekim’den bu yana Batı Şeria ve Kudüs’te İsrail güvenlik güçleri saldırıları neticesinde 69’u çocuk 265 Filistinli öldürülmüştür. Yasa dışı İsrailli yerleşimciler tarafından öldürülen Filistinli sayısı ise sekizdir” şeklinde konuştu.

“TEPKİLER SANSÜRE UĞRUYOR”

Akgün sözlerine şöyle devam etti: “Bu tablo kaçınılmaz şekilde dünyanın dört bir yanındaki farklı din ve etnik kökene mensup vicdan sahibi insanların tepkisiyle karşılaşıyor. Ancak son iki ayda Batı dünyasındaki Filistin’e destek ve İsrail hükümetinin uygulamalarına eleştiri içeren tepkiler medyadan spora, akademiden sosyal medya platformlarına kadar uzanan geniş bir alanda sistematik şekilde sansüre tabi tutuluyor. Burada ihlal edilen değerin, Batı’da geliştirilen liberal demokratik düzenin en temel unsuru olan ifade özgürlüğü olması ise ironik ve bir o kadar da endişe verici niteliktedir. İfade özgürlüğüne dair hatırı sayılır bir literatür ve esaslı normlar üretmiş Batı dünyasının İsrail-Filistin savaşı söz konusu olduğunda ifade özgürlüğü ihlallerinin bizatihi faili konumuna geldiğini görüyoruz.”

Akgün daha sonra “Oysa ifade özgürlüğü, fikirlerin serbest dolaşımını sağladığı için insanlığın terakkisinin en önemli unsuru olagelmiştir. İnsanın varoluşunun ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmiştir. Bu nedenledir ki ifade özgürlüğü, Birleşmiş Milletler Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi gibi çok sayıda uluslararası antlaşmaya ve anayasaya konu olmuş, hatta kimi zaman Türkiye örneğinde görüleceği üzere savaş ve olağanüstü hallerde dahi kısıtlanamayacak “çekirdek haklar” arasında zikredilmiştir. İfade özgürlüğünün bu denli üst düzeyde güvence altına alınması onun insan hakları ve çoğulcu bir demokratik toplum için taşıdığı hayati önemden kaynaklanır. Diğer yandan yalnızca ülke yönetiminde ilişkin konularda değil diğer her meselede de insanların doğru bilgiye ve kanaate ulaşabilmesi için de ifade özgürlüğüne ihtiyaçları vardır” ifadelerini kullandı.

Sözlerine devam eden Akgün, “İfade özgürlüğünün yadsınamaz önemine rağmen Filistin ve Gazze’de yaşanan insan hakları ihlalleri ve İsrail eleştirisi söz konusu olduğunda Batı dünyasında neredeyse totaliter rejimleri andırırcasına hürriyet karşıtı bir tutum alındığını görüyoruz. Dijital ya da fiziki hemen her platformda İsrail eleştirisi, hatta Filistin’e destek açıklaması; antisemitizm ve terör propagandası gibi temelsiz iddialarla baskılanıyor ve yaptırımla karşılaşıyor. Sporcular, sanatçılar ve gazeteciler sadece Filistin’e özgürlük dediği için veya Gazze’deki saldırıların kurbanı olan sivil kayıplara tepki gösterdiği için soruşturma geçiriyor, işini kaybediyor. Konferanslar iptal ediliyor. Bu tarz hadiseler gösteriyor ki ABD’den Almanya’ya Kanada’dan Fransa’ya pek çok batılı devlet, ifade özgürlüğü konusundaki hem pozitif hem de negatif yükümlülüğünü yerine getirmemektedir. Bu ifade özgürlüğü kısıtlamaları, çoğulcu bir kamuoyu oluşmasını engelleyerek Batı toplumlarının Gazze’de yaşananlar ve Filistin meselesinde doğru bilgiye erişimini ortadan kaldırıyor, nihayet İsrail’in insan hakları ihlallerinin uluslararası toplumun gözünde kaçırılması amacına hizmet ediyor” şeklinde konuştu.

ACER: “DEVLETLERİN YANI SIRA BU EYLEMLERİ İŞLEYEN GERÇEK KİŞİLERİN DE YARGILANMASI GEREKİYOR”

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Yücel Acer ise panel konuşmasında “Pazar günü, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ydü ve ne yazık ki içinde bulunduğumuz aralık ayı Gazze’deki savaş nedeniyle insanlık tarihinin gördüğü en ağır saldırılarının yaşandığı dönem oldu. 1949 Cenevre ve 1907 Lahey sözleşmeleri gibi güce başvurma ve güce başvurulduktan sonra hangi kurallara uyulması gerektiğini açıkça düzenleyen sözleşmeler mevcuttur. Devletlerin yanı sıra bu eylemleri işleyen gerçek kişilerin de yargılanması gerekiyor” dedi.

Prof. Dr. Acer, konuşmasına devam ederek “Uluslararası Ceza Mahkemesi statüsüne bakıldığında savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, soykırım ve etnik temizlik, yasa dışı silahlı güç kullanma gibi belirli kategorilerde suçların yer aldığını görüyoruz. İsrail’in Gazze halkına yönelik kasten öldürme, yaralama, temel ihtiyaç unsurlarından mahrum bırakma, işkenceye tabii tutma, sivil yerleşim yerlerinin bombalanması gibi sistematik saldırıları, bu suçların tamamını işlediğini hatta bir adım daha ileriye giderek soykırım ve etnik temizlik suçuna yönelik eylemlerinin mevcut olduğunu göstermektedir. Sayılan bu suç kategorilerinin Gazze’de gerçekleştiğine dair somut delilleri görüyoruz. Savaş suçları net bir şekilde işleniyor. Siviller katlediliyor, kasten yaralanıyor, temel ihtiyaç unsurlarından mahrum bırakılıyorlar, bunların hepsi Filistin halkına yönelik sistematik bir saldırının parçası olduğu için insanlığa karşı da bir suç işleniyor. İsrail’in eylemleri, niyetinin her halükarda mümkün olduğunca fazla Filistinliyi yok etmeyi amaçladığı sonucuna ulaşmanıza sebep oluyor. Bu bir etnik temizliktir” şeklinde konuştu.

“NETANYAHU HAKKINDA DAVA AÇILACAK MI, YAKALAMA KARARI ÇIKARACAK MI?”

Prof. Dr. Acer, şu şekilde sözlerini tamamladı: “Filistin’de, Gazze’de gerçekleşen bu suçları işleyenlerin yargılanmasına dair açık yargı yetkisine sahip bir mahkeme var: Uluslararası Ceza Mahkemesi. Filistin, uluslararası ceza mahkemesine taraf bir ülke. Bu yüzden yargı yetkisine ilişkin bir sorun yok. Tek bir sorun var. O da şudur: Mahkeme, başta Netanyahu olmak üzere sorumlu kişileri, bu suçlarla itham edip hakkında dava açacak mı ve yakalama kararı çıkaracak mı? Ayrıca bu karar Avrupalı devletler tarafından yerine getirilip İsrailliler ve Netanyahu yakalanıp Mahkeme’ye teslim edilecek mi?”

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Cavid Abdullahzade de paneldeki konuşmasında “1. Dünya Savaşı’ndan bu yana insan haklarının gelişimi ve insan haklarına verilen değer uluslararası hukuku da geliştirmiş yeni boyutlar açmıştır. Genel anlamda uluslararası hukukun konuyla ilgili boyutlarını ele alırken ikiye ayırıyoruz: jus ad bellum ve jus in bello. Yani savaşa başvurma veya güçten yaralanma hakkı ile silahlı çatışma halinde uygulanacak kurallar. Filistin sorununda ben ikisinin de ihlal edildiğini düşünüyorum. 2. Dünya Savaşı’na doğru ilerledikçe gücün tamamen yasaklanması fikri artarken bir taraftan da silahlı çatışma veya güç kullanma söz konusu olduğunda savaşın belirli kurallar çerçevesinde yürütülmesi yani insani boyutu gündeme gelmeye başladı. Manidar olan şu ki bunun insanileştirilmesinde de İsrail toplumunun, Yahudi toplumunun yaşadıklarının etkisi vardır. 2. Dünya Savaşı’nın arkasından 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi hemen arkasından da 1949 Cenevre Protokolleri geliyor. Daha önce buna savaş hukuku kuralları derken bugün insancıl hukuk kuralları diyoruz. Çünkü Cenevre protokolleri ile bunun insan hakları boyutu da tamamlandı. Bir savaş söz konusu olacaksa BM anlaşmalarına göre o savaşa başvurmak için ortak güvenlik sistemi dediğimiz BM eli ile yürütülmesi gerekir. Devletler artık kafalarına göre ihkak-ı hakka yani ‘ben hakkımı güçten yararlanarak alırım’ deme hakkına sahip değildir. Bugün İsrail’in yaptığında bunu görüyoruz” ifadelerini kullandı.

Prof. Dr. Abdullahzade konuşmasının devamında “Güçten istifadeyi terörist faaliyetlere karşı hukukileştirsek dahi -ki orası da tartışmalı- ancak bu durumlarda da insancıl hukuk her zaman dikkate alınması gereken kurallardır. Devletler de güçten istifade edecekse bu kurallara dayanmak zorundadırlar. Meşru müdafaa halinde bile orantılılık söz konusu olmalıdır. ‘Meşru müdafaa hakkından yararlanıyorum’ diyen bir devlet ’18 bin insanı öldürme yetkisini veya anlamını nereden buluyor?’ Anlayabilmiş değiliz… Batı insan hakları kavramını o kadar siyasallaştırdı ki artık insanların insan hakları kavramına duydukları güven sarsılmaya başlıyor. Bir silahlı çatışmada özel olarak korunması gereken kişiler var ve bunların başında da siviller geliyor. İsrail hiçbir ayrım yapmadan, askeri gereklilik olmadan yaşlıları, çocukları, basın mensuplarını ve sağlık görevlilerini bombalıyor. Bütün bunlar Batı’nın 1949 Cenevre sözleşmeleriyle silahlı çatışmaları insancıllaştırması amacıyla tamamen ters. Bunlar savaş suçlarıdır ve insanlığa karşı suçlardır. Öyle ki Filistin halkına karşı soykırıma varan eylemler mevcut. Sistematik şekilde bir etnik grup gözetilerek yok etme kastıyla eylemler yapılıyor” dedi.

“BU ÇİFTE STANDART ASLINDA”

Sözlerine devam eden Prof. Dr. Abdullahzade, konuşmasını şöyle sonlandırdı: “Uluslararası Ceza Mahkemesi statüsünde düzenlenen dört durumun dördünden de burada bahsedebiliyoruz: Bir saldırı eylemi var. Bu saldırı eylemi insancıl hukuk kuralları, savaş suçları yok sayılarak hem savaş yöntem ve tekniklerine aykırı bir şekilde yürütülüyor hem de insan hakları yok sayılarak insanlığa karşı suçlar işleniyor. Bütün bunların hepsi de hem Uluslararası Adalet Mahkemesi içtihatlarına göre hem de Uluslararası Ceza Mahkemesi içtihatlarına göre hem Roma Statüsüne göre hem de Cenevre Protokolüne göre savaş suçudur. Artık bunun soykırım boyutunun olduğu da tartışılması gereken bir duruma gelindi. Çünkü sistematik bir şekilde bir etnik grup gözetilerek yok etme kastıyla eylemler yapılıyor. Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde BM kararıyla Azerbaycan ülkesinin bir parçası olduğu teyit edilen bir bölgede ‘Laçin Koridoru kapatılıyor’ diye ‘Ermeni halkına yönelik soykırım mı yapılıyor’ denilerek Batı dünyasında yer yerinden oynadı. Ama gözümüzün önünde bir işgal ve kapatma rejimi uygulanarak bir halk yok edilmeye çalışılıyor fakat Batı aynı sesi burada çıkarmıyor. Bu çifte standart aslında insan haklarında olmaması gereken bir çifte standart çünkü biz insan haklarının evrenselliğinden bahsediyoruz.”

[Sabah, Fatma Damla Kayayerli, 14 Aralık 2023]


Etkinliğe erişmek için lütfen alttaki bağlantıyı tıklayın:

Etiketler: