Tunus’un Burgibaizmle İmtihanı

Belayıd suikastını bir sonuçtan çok Tunus için yeni bir siyasi dalganın ve toplum mühendisliğinin başlangıcı olarak okumak doğru olacaktır.

Tunus, Fransız etkisi altındaki Kuzey Afrika jeopolitiğinin sessiz, sakin ve zayıf bir aktörü olarak yıllarca en kaba batılılaşma ve diktatörlük tecrübesini beraberce yaşadı. 17 Aralık 2010’da Muhammed Buazizi’nin kendisini ateşe vermesiyle başlayan Tunus isyanı, bir ay sonra, 14 Ocak 2011’da Bin Ali’nin yıkılmasıyla sonuçlandı. ‘Yeni Tunus’un iktidar bileşenleri, 14 Ocak Tunus devriminin hem bir aya sıkışmasından hem de açık bir politik renge sahip olmamasından dolayı ilk anda dışarıdan fazlaca hissedilemedi. Tunus ve Mısır hem büyük ölçüde kansız hem de liderlerin hızla çekilmesinden dolayı sakin kabul edilebilecek bir devrim süreci yaşadılar. Bu durum eski aktörlerin yeni iktidar bileşenleri içinde varlıklarını korumalarına da imkân sağladı.

Tunus isyanı Bin Ali’nin ülkeyi terk etmesini sağladı ama Mısır’daki ‘Mübareksiz Mübarekizm’ girişimleri gibi Burgibaizmin sistemden çıkışını sağlayamadı. Tunus Demokrat Yurtseverler Hareketi’nin liderlerinden Şükrü Belayıd’ın bir suikastla öldürülmesi, Tunus’un halihazırda yeterince kırılgan olan siyasi yapısını derinden sarsmaya, hükümeti ise düşme noktasına getirdi. Tunus, yıllardır devam edegelen dikta yönetimine rağmen, üst düzey suikastların Türkiye gibi yaygın olduğu bir ülke değil. Belayıd’ın öldürülmesine kadar, 1961’de Güney Afrika’da suikastla öldürülen Burgiba’nın muhalifi Salah Bin Yusuf bilinen en ünlü siyasi suikast durumundaydı.

Belayıd İslamofobiye varacak derecede fanatik seküler ve solcu bir isimdi. Siyasi potansiyel olarak anlamlı bir yere oturmadığı gibi şahsından kaynaklanan bir karizma da bulunmamaktaydı. Başka bir ifade ile Belayıd’ın öldürülmesiyle amaçlanan şey, önemli bir siyasi aktörü ortadan kaldırmaktan ziyade, medyatik bir kampanyanın ve komplo teorilerinin önünü açmaktan ibaret görünmektedir. Dolayısıyla, Belayıd suikastını bir sonuçtan çok Tunus için yeni bir siyasi dalganın ve toplum mühendisliğinin başlangıcı olarak okumak doğru olacaktır.

NAHDA VE İKTİDAR DENKLEMLERİ

23 Ekim 2011 seçimleriyle iktidara gelen Nahda, Cumhuriyet İçin Kongre ve İş ve Özgürlük İçin Demokratik Kongre partileriyle üçlü bir koalisyon kurmuştu. 23 Ekim 2011 seçimlerinden bu yana Bin Ali dönemi psikolojik harekâtlarını aratmayacak şekilde propaganda savaşının doğrudan hedefinde olan Cibali hükümeti, ekonomik olarak oldukça zayıf olan Tunus’u toparlama gayretiyle muhalefet, sermaye, medya, yargı, sendikalar, üniversiteler ve Fransa destekli aktörlerin arasına sıkışmış durumdaydı. Bu siyasi sıkışmışlık ve tecrübesizliğe Nahda’nın yıllar sonra, ümitlerinin tükendiği bir zaman diliminde, yeniden Tunus’un kapılarının kendilerine açılması karşısında yaşadıkları şaşkınlığı da ekleyince 23 Ekim sonrasında başarılı bir hükümetten bahsetmek neredeyse imkânsızdı. Nahda’nın ürkek, siyasi irade kullanma konusunda kararsız tavırları muhalefetin psikolojik üstünlüğü yer yer ele geçirmesine yol açtı. Aynı dönemde, Nahda ürkekliğinin de imkân açtığı ama genel anlamda bölgede güçlenen selefi hareket de oldukça negatif bir rol oynayarak Nahda karşıtı bir başka cephenin de açılmasına sebep oldu. Sükrü Belayıd olayı sonrasında hükümet düşerse Tunus açısından siyasi takvimin karışacağı muhakkak. 2013 içinde önce cumhurbaşkanlığı ardından da meclis seçimleri yapılması planlanıyordu. Bu durumda zaten Nahda içinde de taban kaybına uğrayan El-Cibali’nin başbakanlığı bırakacağı bir senaryo da gündeme gelebilir. İçişle

Etiketler: