Trump Sonrası Ortadoğu: Rüzgar Eken Fırtına Biçer

Trump döneminde bölge jeopolitiğinde önemli değişimler yaşandı. Biden bu değişimi tersine çevirerek ABD'yi Ortadoğu'da yeniden prestijli bir aktör haline dönüştürebilecek mi göreceğiz.

Kasım 2020 tarihinde gerçekleşen ABD Başkanlık seçimlerinin ardından Cumhuriyetçi Trump koltuğunu Demokrat Biden’a kaptırdı. Seçimin resmî sonuçları henüz açıklanmasa da Biden zaferini ilan etti, ancak Trump itirazlarını sürdürmeye devam ediyor. Trump’ın temel iddiası seçimlerde usulsüzlük yapıldığı yönünde. Cumhuriyetçiler ise ikiye bölündü: Bir kısmı Trump’ın yenilgiyi kabul etmesi yönünde tavır alırken, bir kısmı da Trump’ın seçim sonuçlarını kabul etmeden mücadeleye devam etmesi yönünde bir pozisyon ortaya koyuyor. Trump mahkeme sürecini başlatmış olması büyük ihtimalle seçim sonuçlarını değiştirmeyecek ve Biden önümüzdeki Ocak ayında ABD’nin yeni başkanı olarak koltuğa oturacak.

Biden, son yüz yıllık Amerikan seçimleri dikkate alındığında en yüksek oyla koltuğa oturacak başkan olacak. İlk görünüşte bu büyük bir zafer anlamına geliyor ancak Biden’ın önünde çok zorlu bir süreç var. Zaferin büyüklüğü Biden’ın başkanlığının sorunsuz süreceği anlamına gelmiyor. Zira Trump kaybetti ancak kaybeden başkanlar arasında en çok oyu alan aday oldu.

Zorlu süreçlerin en başında korona salgını ile mücadele geliyor. Biden seçim kampanyası devam ederken korona ile mücadele stratejisini açıklamıştı. Ancak ABD’de korona vaka sayısı her geçen gün artıyor. Günlük vaka sayıları yüz bini aştığı gibi hayatını kaybeden insan sayısı da bini geçti. Biden başkanlığının ilk yılını koronavirüsle mücadeleye ayırmak zorunda kalacak. Korona ile birlikte Biden’ın ilgilenmesi gereken bir başka önemli konu ise ekonomi. Amerikan ekonomisi korona salgınının etkisiyle ciddi bir küçülme ile karşı karşıya. İşsizlik rakamları, devletin teşvik paketlerinin büyüklüğü, küresel ekonomideki durgunluk ve yeni ekonomik rekabet gibi faktörler Amerikan ekonomisine yönelik baskıyı arttırdı.

Biden’ın ilk yılını meşgul edecek konular bunlarla da sınırlı değil. Trump döneminin ağır toplumsal kutuplaşmasını Biden yumuşatmak zorunda. Bu noktada karşısında kalabalık bir “siyah öfke” bulunuyor. Floyd olaylarıyla başlayan ırkçılık tartışmaları Biden için tam bir meydan okuma niteliği taşıyor. Seçim kampanyası döneminde bu sorunla ilgileneceğine ve çözüm üreteceğine dair ciddi vaatlerde bulundu. Ancak bu meselenin bir çırpıda halledilmesi çok kolay olmayacak. Bu nedenle Biden geçiş dönemi hazırlıkları kapsamında dört öncelik belirlemiş durumda: salgınla mücadele, ekonominin iyileştirilmesi, ırksal eşitlik ve iklim değişikliği.

Biden restorasyonu

Biden’ın başkanlık döneminde en çok merak edilen bir başka önemli konu da dış politika. Biden kendi dönemini Amerikan liderliğinin “restorasyonu” olarak tanımladı. Diğer bir ifade ile Biden, Trump döneminde prestijini ve etki alanını kaybeden ABD’ye yeniden prestij kazandırmaya çalışacak ve Washington’ın etkisini uluslararası siyasette yeniden hissettirecek adımlar atacak. Bu kapsamda Trump’ın çekildiği Paris iklim değişikliği anlaşmasına başkanlık koltuğuna oturur oturmaz ABD’nin geri döneceğini açıkladı. Yine Trump’ın Dünya Sağlık Örgütü’ne Amerikan yardımlarını kesme kararını hızlı bir şekilde geriye döndürecek bir adım atması da Biden’ın ilk dış politika tercihlerinden biri olacak. Dolayısıyla Biden’ın, “küreselci” ya da “uluslararasıcı” gelenek olarak tanımlanan Amerikan dış politika eğilimini yeniden devreye sokacağını söyleyebiliriz. Bu yaklaşımın Obama döneminin bir tekrarı olacağını da söylemek mümkün. Bu noktada Biden’ın dış politikada uluslararası düzeni Amerikan liderliği ekseninde yeniden tahkim etmeye çalışacak bir dış politika stratejisi hayata geçirmeye çalışacaktır. Çin ve Rusya ile mücadele ise küresel liderlik arayışında Biden’ın en kapsamlı sınamaları arasına yer alıyor.

Ortadoğu’da ABD’nin yeni dış politikasının ne olacağı konusu ise merak konusu. Biden’ın Trump’ın dış politika çizgisini takip etmeyeceği oldukça açık. Nitekim İran nükleer meselesi konusunda daha önceden yapmış olduğu açıklamalarda İran politikasının ipuçlarını vermişti. İran Nükleer Anlaşmasına geri dönmek bu opsiyonlardan birisi. Ancak nasıl bir anlaşma olacak bu merak konusu. 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmanın aynı şekilde Biden yönetimi tarafından anlaşmaya geri dönerken temel alınması da pek mümkün görünmüyor. Tahran yönetimi, Trump’ın iktidarını kaybetmesine sevinmiş görünüyor ancak gelen gideni aratabilir. Zira Biden ve dış politika ekibinin 2015 anlaşmasına, İran’ın Balistik füze programını dahil etme konusunda ısrarlı olacağı görünüyor. İsrail’i bu şekilde sakinleştirebileceğinin farkında olan Biden, İran ile yeni bir diyalog zemini oluşturması çok kolay değil. 2015’in üzerinden çok uzun bir zaman geçti ve bölgesel dinamiklerde önemli değişimler oldu.

İran artık sadece potansiyel bir nükleer tehdit olarak görülmüyor. Vekil unsurları aracılığıyla bölgesel ölçekli enstrümanlara sahip bir ülke. Bu nedenle Trump ve Cumhuriyetçi dış politika eğiliminin sert İran karşıtı retoriğinden kendini farklılaştırsa da Biden’ın İran stratejisinin yumuşak olacağını söylemek pek mümkün değil. Daha doğrusu tam bir İran stratejisi ortaya koyabilecek mi o da muğlak görünüyor.

İsrail’e açık çek mi?

Biden’ın bir diğer önemli Ortadoğu meselesi de İsrail. Aslında bu mesele bir Ortadoğu meselesi değil; Amerikan iç siyasetinin ayrılmaz bir parçası. Kimilerine göre Amerikan çıkarlarının önüne geçen bir İsrail dosyası var Amerikan sisteminde. Ancak Biden’ın İsrail meselesinde Trump’ın “İsrail’e açık çek” politikasından da vazgeçmesi olasılıklar arasında. Biden liderliğinde İsrail’in manevra alanı epey daralabilir. Küdüs’ün statüsü konusunda geleneksel Amerikan dış politika çizgisini aşan Trump’ın attığı adımların geri döndürülmesi pek mümkün görünmüyor. Golan’ın işgali konusunda ise Biden yönetiminde farklı sesler çıkacağa benziyor. Bu konuda neler yaşanacağı büyük ölçüde İsrail’de Netenyahu iktidarının devamı ile de ilgili bir durum.

“Açık çek” politikasından etkilenecek bir başka ülke ise Suudi Arabistan. Kaşıkçı cinayetinin Biden’ın Suudi Arabistan’a yönelik yaklaşımında etkili olacağını söyleyebiliriz. BAE ve Mısır gibi aktörler de kendi pozisyonlarını yeniden değerlendirmek zorunda kalabilir. Ancak köklü bir değişimi beklemek doğru olmaz. Söz konusu ülkelerin Amerikan siyasetindeki yerini belirleyen en temel unsur kuşkusuz askeri-endüstriyel mimari. Her birinin bu anlamda önemli bir yer tuttuğu anlaşılıyor. BAE’ye satılacak 50 adet F 35 savaş uçağı bunun ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Suriye konusunda Biden’ın kapsamlı bir strateji ilan etmesi ise olasılıklar arasında. Bu noktada Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler akla geliyor. Suriye yüzünden birçok açıdan Türk-Amerikan ilişkilerindeki krizin derinleşme ihtimali söz konusu olabilir. Zira Biden yönetiminde dış politika ve güvenlik ekibinin Suriye konusunda Obama döneminden kalma kişiler olacağı anlaşılıyor. Özellikle terörle mücadele adı altında daha az maliyetli görünen yerel aktörlerin devreye sokulmasına ilişkin Obama yönetiminin stratejisinde Biden’ın kapsamlı bir değişiklik yapması beklenmiyor. Eğer Suriye meselesini DEAŞ penceresinden bakan bir stratejisi ortaya çıkarsa o zaman Suriye eksenli Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir sayfa açmak pek mümkün olmayabilir. Bu konuda Biden’ın başkanlık koltuğuna oturmasını bekleyerek Suriye konusunda bütüncül bir perspektif geliştirip geliştiremeyeceğini görmek lazım.

Trump döneminde bölge jeopolitiğinde önemli değişimler yaşandı. Biden bu değişimi tersine çevirerek ABD’yi Ortadoğu’da yeniden prestijli bir aktör haline dönüştürebilecek mi göreceğiz. Ancak işinin hiç de kolay olmadığını söyleyebiliriz. Obama’nın ikinci dönemi de dahil ABD bölgede rüzgar ekti. Trump şimdi Biden’a daha kötü bir Ortadoğu bırakıyor. Biden’ın fırtınalı bir Ortadoğu’da korona gölgesinde ABD’ye bir “çıkış” ya da “yeniden liderlik” stratejisi çizip çizemeyeceği ise belirsiz. Bekleyip göreceğiz.

Türkiye’nin bu yeni döneme hazırlıklı olması gerekiyor. Libya, Doğu Akdeniz, Suriye ve Körfez başta olmak üzere çıkarlarını daha da somutlaştıran Türkiye’nin her bir dış politika vakasına bütüncül bir perspektiften bakarak kapsamlı bir yol haritası geliştirmesi gerekir. Bekleyen değil ön alan, sadece askeri pozisyon değil siyasi ufkunu ve vizyonu da beraberinde inşa eden, kısa vadeli değil en azından orta vadeli süreç analizi yapabilen, hem savaşan hem anlaşabilen hem kavga edebilen hem de konuşabilen bir Türkiye yeni dönemde çok daha kazançlı çıkacaktır. Korona salgınıyla mücadelede tünelin ucunun görünmesiyle birlikte bu krizli süreçten çıkarken sıkı bir hazırlık dönemi geçirmiş bir Türkiye, Biden sonrası oluşacak muhtemelen yeni küresel ve bölgesel ortamda çok daha güçlü bir pozisyon alabilir.

[Sabah, 14 Kasım 2020]

Etiketler: