Taha Özhan: “Bu Kavga Türkiye-Suriye Kavgası Değil”

SETA Başkanı Taha Özhan, Yeni Şafak gazetesinden Murat Aksoy ile Suriye'deki gelişmeleri ve son durumu değerlendirdi. Özhan’a göre Türkiye, Suriye'de “ulusal çıkar gözetmiyor, ülkede yaşanan insan hakkı ihlallerine son vermek istiyor."

Tüm dünyanın gözü Suriye’de. Buna rağmen Esed’in güçleri Cuma günü tarihe ikinci Hama Katliamı olarak geçecek saldırıyı gerçekleştirdi. 16 ay önce başlayan gösteriler geride binlerce ölü, yaralı, tutuklu ve göç etmiş insan bıraktı. Uluslararası toplum, bütün bu yaşananlar karşısında arayışta ama sonuç alınabilmiş değil.

Özellikle Rusya’nın Suriye’yi koruyan tavrı değişmedikçe de, Suriye’de değişim zor görülüyor. Rusya Akdeniz’deki son kalesini kaybetmemek için insanlık trajedisine göz yumuyor.

Röportaj: Murat Aksoy

Suriye’de 16 aydır rejimin değişmesi için insanlar sokakta. Rejim değişmediği gibi son olarak Hama katliamı yaşandı. Daha ne kadar sürecek böyle? Hama, Suriye’deki hüznün ve mustazaflığın başkenti gibi. Baas katliamlarının en ağırını yaşamış olan Hama sadece Suriye için değil bölgemizin tarihinde de önemli bir yere oturur. Bundan otuz yıl önce Hama katliamını gerçekleştirebilecek bir siyasal atmosfer mevcuttu. Soğuk Savaş’ın kırılma yıllarıydı, İsrail işgallerinin ve katlettiği binlerce Filistinlinin içselleşti-rildiği yıllardı, Rusya’nın Afganistan’a girdiği, Irak Baas Rejimi’nin Batı’nın tam desteğini aldığı, Batı’nın tam desteğini almış olan Şah’ın İran’da yıkıldığı, Türkiye’nin darbe yıllarının acı faturasının ortaya çıktığı yıllardı. Hama katliamı 30 yıl önce böylesi bir ortamda gerçekleşti. Bugün biraz önce saydığım ülkelerin neredeyse hiçbiri aynı pozisyonda değil. O tarihlerde katliamı görmezden gelen İran, bugün de aynı çizgisinde. Türkiye’de Baasçılık sahneden çekildikçe duyarlılık arttı ve bugün gündemin en önemli maddelerinden biri Suriye’de yaşananlar oldu. 

SURİYE İSRAİLLEŞİYOR
Ne oldu bu 16 ayda?

Aylar önce, Suriye hızla ABD, Avrupa ve İsrail siyasal üçgenine doğru gidiyor demiştim. Şu an aynen bu yaşanıyor. Suriye Baas katliamlarıyla hızla İsrailleşiyor. Rusya, Avrupa’nın İsrail’e Amerika’ya göre ölçülü destek vermesi gibi kendince Baas Rejimi’ne oldukça hesaplı ve dengeli desteği ile Avrupalaşıyor, İran ise Suriye Baas rejimi ile ideolojik ve misyon ortaklığına kadar işi götürerek ABD’nin İsrail’le kurduğu teopolitik ve jeopolitik bir ilişki geliştirerek Amerikanlaşıyor.

Hama katliamı kırılma noktası olur mu? Esed rejimi son tahlilde çete tarzı örgütlenen bir aile devleti. En fazla kanı döken Şebbiha yani ‘hayalet’ gibi bir yapısı var. Rejimi sadece zulmüyle fark etmek mümkün. Kurumsal altyapıları olan, süreçleri olan bir ciddi devlet yok karşımızda. Koskoca bir istihbarat örgütü var. Bu yönüyle bir ordudan da bahsetmek mümkün değil. Bu tür rejimlerde ordular kendi halklarına karşı caydırıcı olmak için kullanılır. Bu rejiminin katliamları durmayacak. Çünkü örgütlenme yapısı kan durdurarak veya müzakere ederek süreçleri yürütmeye müsait değil. Çünkü her müzakere doğrudan iktidar kaybı demek. Dolayısıyla Baas Rejimi açısından bir kırılma noktası olacağını düşünmüyorum. Ama başta Rusya olmak üzere, Hula’da köşeye sıkışan stratejileri Hama’da tamamen çökebilir. 

HAMA KATLİAMI KIRILMA OLABİLİR 
Rusya Suriye’yi terk edebilir mi?

Rusya’nın tıpkı 2010’da İran’ın aylarca arkasında durup ardından UAE’de ihtiyacı olanları alınca BMGK’de, ambargo kararını veto etmeyerek, Türkiye’yi Brezilya ile birlikte İran’a destek veren tek komşu ülke olarak ortada bırakması gibi bir durum. Bu yönüyle, eğer Rusya köprüden önce son çıkış stratejisine evrilirse bu türden katliamlar kırılma noktası olabilir. Yoksa Esed rejimi yaklaşan Ramazan ayı dahil geçen sene ne yapıyorsa onu yapmaya devam edecektir.

Rusya Suriye’deki rejimi neden destekliyor? Rusya’nın durumu çöp tahvillere yatırım dev finans şirketlerini andırıyor. Hatırlayalım, 2008-2009’da dev finansal şirketler, yüzlerce ekonomisti ve uzmanı, yılların tecrübesine rağmen konut kredileri üzerinden kendi icat ettikleri çöp tahvillere milyarlarca dolar yatırım yapmış ve balon patlamıştı. Onlar da yıllarca yatırımlarının ne kadar stratejik, ne kadar rasyonel ve ne kadar kârlı olduğunu anlatıp durmuşlardı. Rusya, Esed’e yatırım yaparak Ortadoğu’ya bırakın bir aktör olarak müdahil olmayı orta ve uzun vadede bu bölgede siyaseten çekileceğini ilan etmiş oluyor.

ERDOĞAN PUTİN’İ İKNA EDEBİLİR
Başbakan Erdoğan’ın Rusya ziyareti bir sonuç doğurabilir mi?

Türkiye içerisinde ve Batı’da birçok isim Rusya-Türkiye ilişkilerini adam akıllı okuyamıyorlar. Çok basit bir tespiti akıldan çıkarmamakta fayda var. İşlerin kırılma noktasına geldiği bir durumda Rusya’nın, Esed rejimi, Tartus limanı gibi konuları Türkiye ile ilişkilerin alt üst olması ihtimali karşısında vazgeçilmez jeopolitik araçlar olarak görmesi mümkün değildir. Meseleye, bu tespiti akılda tutarak yaklaştığınızda, Rusya’nın da Esed’e destek vererek neleri kazanıp neleri kaybettiğini hesapladığı muhakkaktır. Başbakan’ın ziyareti, Putin’le artık senelere uzanan ilişkisi, önemli adımların atılmasına yol açabilir.

Yani bu ziyaret Rusya’nın Esed’e desteğine son verebilir mi? Böyle bir gelişme olursa kimse şaşırmamalı. 

TÜRKİYE ELEŞTİRİLİYOR ÇÜNKÜ…
Ancak Suriye söz konusu olduğunda sanki en önde Türkiye oldu…

Türkiye bugüne kadar üç aşamadan oluşan bir strateji izledi. Birinci aşamada Esed Rejimi ile olan ilişkilerini ve siyasi yatırımlarını bir kaldıraç olarak kullanmaya gayret etti. Maalesef bu süreci çok hızlı bir şekilde Baas Rejimi akıttığı kanla sonlandırdı. İkinci aşamada ise Rusya’nın BMGK’yi kilitlemesi sonucu Suriye Dostları grubunun kurulması ve bu şekilde rejime siyasi baskı uygulanmasında oldukça aktif bir rol üstlendi. Bu süreç bir taraftan da Suriye muhalefetinin Türkiye’de yerleşmesi dönemine denk geldi. Üçüncü aşamaya ise Baas Rejimi’nin doğrudan Türkiye’ye saldırmasıyla geçmiş olduk. Türkiye bu noktada oldukça dikkatli davranarak meselenin bir Türkiye-Suriye sorununa dönüşmesini ve dolayısıyla dikkatin Suriye’de yaşananlardan uzaklaşmasını engelledi. Bu yeni durumda, Türkiye, Baas Rejimi ile ayrıca bir hesabı olan ama Suriye’de yaşanan insanlık dramının bir an önce durması ve Esed yönetiminin sona ermesi için meşru bir zemini Esed eliyle inşa etmiş oldu. Bu noktadan sonra süreç bu zemin üzerinde yürüyecek. Kısaca bir kez daha ifade etmekte fayda var: Suriye konuşurken Suriye’yi, orada yaşanan insanlık dramını konuşan tek ülke Türkiye’dir. Tam da bundan dolayı Suriye meselesinde en fazla eleştiriyi Türkiye alıyor.

Nasıl direnebildi bugüne kadar Esed? Esed ailesi, kırk yıldır, yaptığı her katliamı bilinçli ve planlı bir şekilde hayata geçirdi. Otuz yıl önce Hama’da onbinlerce insanı katlederken de ne yaptıklarını çok iyi biliyorlardı bugün yine binlerce insanı katlederken de ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. 2007’de İsrail Suriye’de bombalamalar yaparken Baas rejimi bilinçli bir şekilde nasıl sessiz kaldıysa, Türk silahsız jetini düşürürken de bilinçli bir adım atıyordu. Çünkü, rejimin akıl danıştığı sözde stratejik akla sahip güçler iki şeyi çok iyi tavsiye etmişti. Birincisi, isyanı ancak Çeçenistan modeli ile bastırabilirsin. Başka bir deyişle o kadar çok kan akıtmalısın ki, isyan edenler bu kanda boğulsunlar. İkincisi, işler çok kötüye giderse, Suriye’deki kanın bölgeye sıçramasını sağlayıp bölgesel aktörlerin şerrinden korkmalarını sağlamalısın. Esed ikisini de yaptı. Lakin Suriye’deki isyanın ne coğrafi ne siyasi olarak Çeçenistan ile alakası var. Ayrıca Suriye Rusya değil ve son olarak Türkiye de Gürcistan değil! 

BAAS REJİMİ’NİN VARLIĞINI SÜRDÜRECEĞİ ORTAM KALMADI
İran neden destekliyor Esed’i?

İran meselesi elbette daha girift. Bölgemizde Arap isyanlarıyla iktidara gelen veya gelecek olan aktörler sadece etnik akraba değil aynı zamanda isyanların motor gücü olan aktörler ideolojik olarak da akrabalar. Libya’dan Suriye’ye ters bir hilal şeklindeki hatta yaşanan değişimin aktörleriyle konuşmamayı göze alan Esed’e yatırım yapabilir. Ama bunu jeopolitik derinliği olan bir ilişki veya hesap olarak bize pazarlayamaz. Bunun en güzel delili, Arap uyanışının kalbi olan Mısır’ın yeni lideri Mürsi’nin Esed’in tebrik mesajını reddetmesinde görmek mümkündür.

İran Baas rejiminin arkasında durarak kendisinin ve bölgenin geleceğinde ne gibi kayıplara yol açtı? İran’ın mezhepçi bir aile çete devletine destek vermemesi, bölgemizi derinden tedirgin eden mezhepçi gerilimlerin yumuşamasına yol açardı. “Sünni ve Şii selefiliğinin” ideolojik tahrik ve motivasyon alanına temelden bir müdahale yapılmış olurdu. Bambaşka bir Ortadoğu tartışması başlayabilir; mezhepçi siyasi yatırımlar anlamsızlaşırdı. Batılı jeopolitik okuma ve hesapların birçoğu anlamsızlaşırdı.

İRAN BÜYÜK FIRSATI KAÇIRIYOR
Yani…

İran, Esed yönetimiyle arasına mesafe koymayı başarsaydı, bugün sadece Camp David düzeninin çöküşüne değil, aynı zamanda I. Dünya Savaşı düzeninin de baştan aşağı tartışılmasının önü açılmış olurdu. İran, Suriye Baas rejimine destek vermeseydi; gerçekten yeni, bölge dışından dizayn edilmeyen, oryantalist jeopolitiği anlamsızlaştıran bir Ortadoğu’yu hemen konuşmaya başlayabilirdik. Bu ihtimaller büyük ölçüde heba edildi. Batı’nın kavgalarını, iç savaşlarını bu bölgede bir süre daha vekâleten sürdürmesi mukadder. Bu netice, orta vadede, Suriye Baas rejiminin yıkılıp yıkılmasından da bağımsız bir gelişme olmaya devam edecektir. Baas Rejimi fiziken yıkılsın veya yıkılmasın siyasi olarak varlığını sürdürebileceği bir atmosfer bölgemizde olmayacak. Sözün özü, Baas rejimi için var olma şartları çoktan ortadan kalkmış durumda. Tarihsel bir jetlag sorunu yaşayan Baas yönetimi ve destekçilerinin bu hakikati anlayıp anlamaması da neticeyi değiştirmeyecek.

Suriye’de yaşananlar Arap Baharı’nın sonu gibi görünüyor. Fakat Mısır ve Libya’da seçimler yapıldı. Arap Baharı mı, kışı mı? Bahar isimlendirmesi bize ait bir kavram değil. Batılı siyasal kodlamanın icat ettiği bir kavramın Türkçe tüketiminden ibaret. Her geçiş süreci gibi, Arap isyanları da kendi iniş çıkışlarını yaşamaya devam ediyorlar. Benzer şekilde, aynı Batılı kalemler, geçen sene ortasından beri ‘Arap baharı, Türkiye sonbaharı’ söylemini de kullandılar. Bunlar da yeterince tüketildi. Bütün bölge hareketlenmiş durumda. Sykes-Picot düzeni bir asrı görmeden fiilen çökmeye başladı. Bu düzenin yenilenmiş versiyonu olan Camp David düzeninin anlamsızlaşmasıyla beraber Sykes-Picot da anlamsızlaştı. Ne demek bu? Arap Baharı, kışı söylemlerini ciddiye alanlar, 1915-16’ya tekrar baksınlar. Sykes-Picot’ta hiç değilse görünen aktörlerin o zamanki ve bugünkü durumlarını tekrar değerlendirsinler. Yerli bir oryantalizm aracı olan komploculuktan dada fazla zihin açıcı olacaktır.

ANNAN PLANI ÖLÜ DOĞDU
İlk Annan Planı başarısız oldu. Annan buna rağmen Şam, ardından da İran’ı ziyeret etti. Bu kez hedef ne?

6 maddelik Annan Planı’nın kanlı süreci çok daha tahrik edeceği tespitini yapmıştık, maalesef haklı çıktık. Annan’ın görevi aldığında Türkiye dışındaki aktörlerle hem de Esed’e destek veren ülkelerle görüşerek işe başlaması sürecinin ölü doğmasını sağladı. Emekli BM bürokratı Suriye misyonuna başladığında süreç zaten geri döndürülemez bir noktaya ulaşmıştı. Tam da bundan dolayı takvimsiz ve yaptırımsız 6 maddelik planın uygulanması Esed’in aklında elbette yoktu. Esed açısından Annan Planı’nın iki anlamı vardı: zaman kazanmak ve hepsinden önemlisi BM ve Arap Birliği marifetiyle, plandan sonra yapacağı bütün katliamları Baas katliamları olmaktan çıkarıp Annan Planı ihlallerine dönüştürmekti. Aynen de böyle oldu. Hula’ya kadar ölen binlerce insan ‘Annan Barış Planı ihlallerinde’ öldürüldüler. Medya aylarca bu klişeyi kullandı.

Uluslararası sistem için artık askeri müdahale seçeneğini masada mı? Suriye tamamlanmış Tunus, Mısır ve Libya ile Yemen ve Bahreyn gibi inişli çıkışlı süreçlerin ortasındaki isyanı temsil etmektedir. Suriye isyanı sadece diğer Arap uyanışlarının ortasında bir yerde olsaydı iyiydi. Maalesef Suriye, bölgesel ve küresel jeopolitiğin de ortasında kalmış durumda. Bütün bu sıkışmışlıklar, en başta Baas Rejimi tarafından ardından da bölgesel ve küresel aktörler tarafından suiistimal ediliyor. Başka bir deyişle, bölgesel ve küresel tıkanma noktaları Esed yönetimi tarafından zaman kazanma, İran ve Suud tarafından pespaye mezhepçi taktik hamleler, İsrail’in konforlu düşmanının yıkılma ihtimali karşısında duyduğu tedirginlik, Rusya tarafından sıfır risk ve Suriyelilerin kanı üzerinden bilek güreşi, ABD tarafından da seçim yılında sorunla yüzleşmeme imkânı olarak görülüyor.

ABD neden sonuç alamadı? ABD Camp David Düzeni’nin çöküşünü gayet iyi görüyor. Irak işgaliyle beraber harekete geçen siyasal fay hatları Mısır’da tsunamiye dönüştü. ABD’nin güvenlik stratejilerini Uzakdoğu’ya yoğunlaştırdığı bir döneme denk gelen bu kırılmanın yönetilmesi ciddi bir kapasite sorunu oluşturuyor. İsrail ABD’nin yeni dönem ve yeni düzene dair karar alma mekanizmalarını felç ediyor. Bu ise ABD’yi bir tek seçeneğe mahkum ediyor: zaman kazanma! Bunun anlamı ise Mısır’da, Suriye’de süreçlerin uzamasının ABD için zımmi bir tercih haline gelmesidir. Diğer yandan süreçler uzarken, Türkiye bölgede daha da derinleşiyor. ABD İsrail maliyetine, Ortadoğu jeopolitiğinde kurucu bir aktör olmaktan uzaklaşmanın maliyetiyle yeniden siyasete dönme arasında sıkışmış durumda. Ve bu makastan kısa vadede çıkması mümkün değil. 

ANKARA – ŞAM GERİLİMİ İÇİN JET DÜŞÜRÜLDÜ
Türkiye, Suriye konusunda başından bu yana uluslararası sistemle hareket etti. Hâlâ aynı noktada mı?

Uluslararası sistem dediğimiz oldukça derin krizler yaşayan, büyük ölçüde adaletten uzak ama elimizdeki tek ehveni şer meşruiyet mekanizması. Türkiye’nin uluslararası kurumları Suriye konusunda bilgilendirmesi, istişarelerde bulunması hem işin bürokratik ritüelleri açısından gerekli hem de devlet ciddiyeti açısından. Burada önemli olan Türkiye’nin kurumları bir taraftan bilgilendirirken diğer yandan Batılı bir askeri müdahaleye bu kurumlar veya müstakil ülkeler marifetiyle yapılmasına açıktan karşı çıkması.

O zaman neden Türk jeti hedef oldu? Suriye’de Baas Rejimi’nin Türk jetini ne düşürecek cesareti ne gücü ne de kurumsal bir karar alma mekanizması olduğunu zannetmiyorum. Suriye rejimi tarihsel olarak bölgesel güç dengeleri arasında iktidarını sürdürecek bir orta yolu bulmaya gayret eden bir butik Baas yönetimidir. Bu elbette Şam’ın tarihsel birikiminden bağımsız, son 30-40 yıllık bir durumdur. Zaten Baas Rejimi’nin Şam’ın tarihsel, siyasi ve sosyolojik derinliğini taşıması tabiatı gereği imkansızdır. Suriye Baas Rejimi, zamanın ruhunun sağladığı jeopolitik imkanları iyi değerlendirerek iktidara gelmiş ve aynı atmosfer içerisinde zulüm ile iktidarını sürdürmüştür.

Karşılığı ne olacak uçak düşürmenin? Şahsi kanaatim bu düşmanca girişime müstakil bir cevap verilmesi yönünde. Meseleyi Türkiye-Suriye gerilimine dönüştürmeden bunu başarmak gerekiyor. Bundan şunu kast ediyorum. Ama yaşanan kavga bir Türkiye-Suriye kavgası değildir. Türkiye, Suriye halkıyla, kendisine sığınan on binlerce mülteciyle beraber Baas Rejimine karşı duruyor. Dolayısıyla, Baas Rejimi’nin yaptıkları ettikleri Türkiye-Suriye gerilimi denkleminde kaybolmamalı.

Yeni Şafak (16.07.2012)

Etiketler: