Dünya Bankası ile birlikte Bretton Woods küresel ekonomik yönetişim sisteminin iki sacayağından biri olarak kurulan Uluslararası Para Fonu (IMF), yarım asırdan uzunca bir süredir küresel finansal sistemin nabzını tutmaya devam ediyor.
2007 yılı Türkiye için zor geçecek. Siyaset arenasında son dört yılın biriken hesaplaşmaları bu sene içerisinde farklı ‘mevziler’ üzerinden yürütülecek. AKP iktidarı, hükümete geldiği ilk iki yıl boyunca, ekonomik alanda küresel likiditenin sağladığı rahatlama, siyasal boyutta ise Irak işgaline ortak olmamanın sağladığı imkanları bu yıl içerisinde bulamayacak. Nerdeyse tamamen ‘rölantide’ geçen 2006 senesinin ardından, tehir edilmiş birçok sorun ve dosya ülke gündemini işgal edecektir. İşte bu müşkilatlı tablo içerisinde, Türkiye’nin en can alıcı sorunlarının başında, son 5 yılın oldukça avantajlı küresel şartlarına rağmen, ekonomik yönsüzlüğü aşacak adımların atılamamış olması gelmektedir
Küresel ekonomideki dengesizlikler yapısal derinlik kazanma yolunda hızla ilerliyor. Cari açıklar, sermaye hareketleri, enflasyon sıkıntıları ve gelir dağılımı eşitsizlikleri en başta gelen sıkıntılardan. Amerika küresel tasarrufları kontrol etmeye devam ediyor. Dünya genelindeki net tasarruf akışının üçte ikisi Amerika’ya yönelmiş durumda. Japonya ve Almanya gibi ülkeler Amerika’nın ithal ettiği kapitalin yarısına denk gelen kapitali ihraç etmeye devam ediyorlar. Amerika geriye kalan kapital akışını ise orta ölçekli ülkelerden karşılıyor. Petrol üreticisi ülkeler bu pastada büyük bir yer tutmuyor, Çin hatta düşük gelirli ülkelerden Hindistan, Endonezya ve Nijerya da paylarına,
Son üç yıl içindeki gelişmelerin, -Afganistan ve Irak işgalleri, Amerika, Avrupa ve Çin arasında gelişen jeopolitik ve jeoekonomik saflaşmalar- ortaya çıkarmış olduğu gerçek, küresel örgütlerin artık neredeyse işlevsiz bir hale geldiğidir. Bu tespit elbette küresel örgütlerin tamamen anlamsız hale geldiğine delalet etmez. Fakat vakıa küresel örgütlerdeki kurumsal şemanın ezici ana gövdesini oluşturan kitlenin, azınlığı teşkil eden kuzeyli kitle karşısında şamar oğlanına dönüşmüş olmasıdır. Küresel organizasyonlarda bir hiyerarşinin olması kaçınılmazdır. Siyasi doğruculuk, liberal adalet ve eşitlik nosyonlarına gözü kapalı bir şekilde iman etmemiş olan her aklıselim yaklaşım, belli bir hiyerarşinin bu tarz kurumlarda kaçınılmaz olduğu hakikatini teslim edecektir. Sorun bundan ziyade hiyerarşinin hangi kıstaslara göre kurulduğu ve yönetim hiyerarşisi içinde fiilen bulunamayanların nasıl bir adalet mekanizması ile ve ne kadar korunduğu meselesi ile ilgilidir. Belli başlı küresel örgütlerde bugün yaşanan durum ancak iki katmanlı nihilist bir kast sistemi hiyerarşisi diye tarif edilebilir. Hemen her küresel kurumda bu iki katmanlı kast sisteminin üst tarafında veto hakkına sahip olan kuzeyli azınlık ve altında kabaca dünyanın geriye kalan halklarını oluşturan güneyli çoğunluk bulunmaktadır. Güneyli çoğunluk içerisinde her hangi bir hiyerarşik ayırım olmaması ve tüm önemli kararlarının kast sisteminde üstün olanlar tarafından nesh edilebilmesi, iptal edilebilmesi gibi hakikatlerden dolayı küresel örgütlerin durumunu özetleyen en güzel ifade bütün hiyerarşik düzeylerin anlamsızlaştığı ‘nihilist bir girdap’ olsa gerek.