Avrupa'da çok kültürlülük söyleminin geldiği noktayı da sorgulamamız gerekir. Fakat şu anda aslolan, Avrupa Parlamentosu seçimleri vesilesiyle konuşulması gereken, Avrupa Birliği fikrine ne olduğu sorusudur.
Hristiyanlığın çağlar içerisinde geçirdiği dönüşüm sonucunda artık ne siyasal ne sosyal alanda neredeyse hiçbir etkide bulunmadığı tamamen seküler Batı Avrupa toplumlarında ve Amerika'da geçerli olabilecek 'müzakereci demokrasi' kavramını, çoğunluğu Müslüman toplumların ve İslam'ın kabul etmesi ne derece mümkündür ve doğrudur?
Dünya post-seküler bir siyasal-toplumsal yapıya evrilirken Türkiye'de laikliği bir hukuki ilke ve düzenleme olarak değil de bir ideoloji ve hayat biçimi olarak yorumlayanlar içine düştükleri fasit daireden çıkamıyor.
İktidar partisi, geride bıraktığımız 22 Mart’ta 23 maddeden oluşan bir anayasa değişikliği taslağını kamusal müzakereye sundu. Kamusal müzakerenin işlemesi için de tek tek siyasi partilerle; sivil toplum örgütleri, meslek ve medya kuruluşlarıyla ise toplu görüşmeler gerçekleştirdi. Yarına kadar da (29 Mart) yeni öneri ve değişiklikleri kapsayacak müzakereler için kapıların açık tutulduğunu deklare etti. İktidar partisi teklifini müzakereye açık olduğu vurgusuyla “taslak” olarak sunmasına rağmen, bu faaliyetin bürokratik vesayetin politik karını paylaşan kesimler tarafından “pazarlık etmek,” “müzakere yapmak,” “sus payı vermek” gibi çoğu zaman alçaltıcı anlamda kullanılan ifadelerle karşılanması tam anlamıyla bir teşhir anıydı.
'Toplumsal alan" (public sphere) ve "iletişimsel eylem" (communicative action) kavramlarını literatüre kazandıran ünlü Alman filozofu Jürgen Habermas, 'The Future of Human Nature' adlı kitabında Batı toplumlarının gereğinden fazla sekülerleşmiş olduğunu, bu yüzden gereksiz bir nihilizme sürüklendiğini söyler. Habermas'a göre Avrupa'nın öncülüğünü yaptığı "yıkıcı sekülerizm" sadece manevi bir kriz yaratmakla kalmamış, aynı zamanda kökten dinci hareketlerin doğmasına neden olmuştur. Seküler dünya görüşünün pozitivist mutlak doğru modelini takip eden bu hareketler, tek boyutlu ve lineer bir epistemolojiyi esas alır ve karşı çıktıkları seküler modernizmi farkında olmadan yeniden üretirler.