NATO Dışişleri Bakanları bu hafta Brüksel'de bir araya gelerek ittifakın öncelikleri ve hedefleri doğrultusunda ne tür adımların atılması gerektiğini ve daha önce alınan kararların uygulamadaki etkinliğini görüştü. Toplantının ana gündemi ittifakın savunma durumu, Ukrayna'ya yapılan yardımların geleceği, Balkanlar'daki istikrar ve İsveç'in üyelik başvurusu olarak ifade edilebilir. Bu anlamda yıl içinde gerçekleştirilen Vilnius Zirvesi'nde alınan kararlar doğrultusunda Ukrayna ile olan ilişkilerin derinleştiği görülürken, Balkanlar'da geçtiğimiz aylarda ortaya çıkan gerginliklerin de ittifakın kararlılığı bakımından bir test niteliğinde olduğu anlaşılıyor.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) bünyesinde hazırlanan Kriter dergisinin 84. sayısı raflarda yerini aldı.
İç siyasetin gündemini hareketlendirecek iki önemli haber dün medyada yer aldı. İlki, AK Parti İstanbul İl Başkanlığı'nın önümüzdeki cumartesi günü Büyük Filistin Mitingi düzenleyeceği, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı liderlerinin de mitinge katılacağı SABAH Gazetesi'nde yer aldı. İkincisi de İletişim Başkanlığı'nın İsveç'in NATO'ya Katılım Protokolü'nün Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından imzalanarak TBMM'ye sevk edildiğini açıklamasıydı. Bu iki haber Türkiye'nin uluslararası sistemdeki yeri, ne yapmak istediği, Batı ile ilişkileri ve İsrail-Filistin çatışmasına dair nasıl bir politika izlediği üzerine yaygın bir tartışmanın bizi beklediğini gösteriyor. Erdoğan'ın çarşamba günkü grup toplantısında Gazze ve İsveç konularında vereceği mesajların gündemi belirleyeceği anlaşılıyor.
Batı ittifakının Yeni Türkiye gerçeğini kabullenmesi gerekiyor.
Türk dış politikasının bölgesel ve küresel dengelere göre pragmatik adımlar atarak kendine alan açma çabasının yeterince anlaşıldığı söylenemez. Batı ittifakından ‘koptu kopacak’ şeklinde yapılan analizler, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını rasyonel biçimde tespit edip ona göre hareket edemeyeceği yanılgısına dayanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Transatlantik İttifakı ötesinde geliştirdiği her ilişki ya Batı’ya alternatif ya da Batı’dan uzaklaşma olarak sunulunca, Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili temelsiz önyargılar oluşuyor. Türkiye analizleri Batı’yla Doğu arasında sıkışmış ve sürekli gelgit yaşayan bir ülke algısının farklı varyasyonları haline gelince, Türk dış politikasına ilişkin sorunlu perspektifler yaygınlık kazanıyor. Türkiye’nin meşru ulusal çıkarları ve öncelikleri olduğu varsayımından hareket edilmedikçe bu analizlerin derinlikli bir izah sunma imkanları da ortadan kalkıyor.