Siyaset ve Ekonomi: Türkiye’de İşler Nasıl Yürüyor?

2002 sonrası AK Parti iktidarları dönemleri, 2001'deki krizden ve sonrasında dibi bulan ekonomiden aldığı destek ve avantaj ile, yeni bir kalkınma ve dönüşüm hikayesi başlattı. Kamu destekli ciddi altyapı yatırımları, savunma, sağlık, eğitim ve hatta sanayi sistemindeki dönüşüm ile yepyeni bir hikâye yazılmaya başlandı. Kemal Derviş döneminin IMF destekli neo-liberal ekonomi programı olarak başlayan 2001 krizi sonrası toparlanma programı da AK Parti iktidarı ile birlikte Keynezyen tonlarla, daha milli ve özgün bir kalkınma programına dönüştürüldü.

2002 sonrası AK Parti iktidarları dönemleri, 2001’deki krizden ve sonrasında dibi bulan ekonomiden aldığı destek ve avantaj ile, yeni bir kalkınma ve dönüşüm hikayesi başlattı. Kamu destekli ciddi altyapı yatırımları, savunma, sağlık, eğitim ve hatta sanayi sistemindeki dönüşüm ile yepyeni bir hikâye yazılmaya başlandı. Kemal Derviş döneminin IMF destekli neo-liberal ekonomi programı olarak başlayan 2001 krizi sonrası toparlanma programı da AK Parti iktidarı ile birlikte Keynezyen tonlarla, daha milli ve özgün bir kalkınma programına dönüştürüldü.

Öte yandan, elbette, politika enstrümanlarının aktif ve etkin kullanımı kadar, bunları kullanacak siyasi hareketlerin; devletin müdahaleci yapısına, ekonomik düşünce yapısına bakışı da bir o kadar önemli bir konudur. Örneğin, Türkiye’de iktidardaki merkez sağ Ak Parti’nin aktif müdahaleci programlarına, önüne çıkan her şeyi acımasızca eleştiren mevcut ana-muhalefetin (merkez sol) karşı çıkıyor olması, birçok oy verenin kafasını karıştırsa da aslında klasik tutucu, muhafazakâr görüşle de fazlasıyla uyuşmaktadır.

Bu eleştirilerin bilinçli mi yapıldığı da tartışılabilir ancak klasik ve tutucu görüşün önerileriyle uyumlu görünmektedir. Yine de, ‘merkez sol’un duruşunun, klasik ekolün diğer önerileriyle çatışması biraz kafa karışıklığı yaratmaktadır. Bu anlamda da politik sistemimizin ve politikalarının iyi bir analizi ve öz eleştirisi gerekmektedir. Örneğin, Türkiye’deki politik sistemin hep karşılaştırılan ABD’den bir farkı; Türkiye’deki sosyal demokrat bir partinin, ABD’deki muhafazakâr partinin politikalarını benimsiyor olmasıdır. Daha çok Demokrat Parti çizgisindeki muhafazakâr demokrat AK Parti’nin, Cumhuriyetçi Parti çizgisinde, piyasalara olan inancı da diğer bir fark olarak göze çarpmaktadır.

Ancak, bu noktada daha çok merak edilen ise, var ise, merkez sağdaki veya daha sol tandanslı diğer partilerin ekonomi politikaları ve görüşleridir. Türkiye’de muhalefetin genelde daha temel sorunları olduğu için ekonomiyle ilgili politikalarına sıra gelmiyor gibi görünmektedir. Dolayısıyla da politika yaklaşımlarını daha iyi anlamak için uzunca bir süre daha beklemek gerekiyor izlenimi verilmektedir. ABD’de ise durum biraz daha net. Unutulmamalı ki bugünkü (Biden) müdahaleci yaklaşım döneminde de 2008 Krizi ile mücadele döneminde (Obama) de ABD’de Demokratlar iktidarda idi. Cumhuriyetçiler ve klasikler ise doğal olarak bu müdahaleci bakışa karşı çıkarlar.

Türkiye’deki siyasi hareketlerin çoğunun politika uygulamalarına yaklaşımları, sosyal politika önerileri, mali ve para politikaların aktif kullanımı, iklim değişikliği ve girişimciliğe yönelik planlamaları, daha uzun vadeli yapısal dönüşümlere yönelik programları ise hala cevap bekliyor. Bu doğrultuda da Türkiye gibi yeni yükselen ekonomilerin merkez veya daha sol tandanslı diğer partilerinin ekonomi politikaları duruşu, doğal olarak, daha çok merak edilmektedir. Ancak, Türkiye’deki kısır iç siyasi tartışmalar gibi daha temel sorunlar, ekonomiyle ilgili tartışmalara, politikalara nadiren sıra gelmesine neden olur. Bu yüzden de en azından Türkiye’deki mevcut muhalefet partilerinin bu noktadaki duruşlarını daha iyi anlamak için uzunca bir süre daha beklememiz gerekebilir.

Ekonomi ve Siyaset İlişkisi Pratiği

Bu tür aktif mali politikaların kullanımının yanında, Keynezyen ekolde, merkez bankaları da nispeten özerk yapıları ile daha bağımsız durmaya çalışırlar. Tıpkı bugün Türkiye ve Batıda yapılmaya çalışıldığı gibi… Keynezyenler, merkez bankalarının para politikasının etkin kullanımı, iş döngülerinin etkin yönetimi, mevcut durumda ve 2009 krizinde olduğu gibi kriz durumlarında bankaların sübvanse edilmesi gerektiğini savunurlar. Hasılı, hem 2008’deki Küresel Finansal Kriz’den sonraki toparlanma sürecinde, hem 2020’den bugüne pandemi, krizler ve savaşların getirdiği sorunlu küresel ekonomik, politik ve finansal konjonktürde ekonomilerin desteklenmesi noktasında önemli katkılar da sundular.

Bunun da ötesinde, bizdeki merkez solun böyle bir politikası gerçekten de var mıdır, ondan da emin olmak zordur ancak, kesin olan bir şey var ki o da klasikler merkez bankalarının varlığını bile sorgular. O yüzden de merkez bankalarında çalışanların belki de iktidar adaylarının politikalarını daha dikkatle takip etmesinde faydalar bulunmaktadır. Örneğin, ABD’de, Cumhuriyetçi ve liberal (daha doğrusu libertarian) Ron Paul’un ‘End the Fed’ adlı kitabı, 2008 krizi sonrası, gördüğü ilgi ile bestseller listelerine girmişti.

Aynı doğrultuda, ünlü ekonomist ve makro parasalcı yaklaşımın öncüsü, Şikago ekolünün de kurucusu Milton Friedman’ın, ünlü, Fed’in kaldırılması çağrısı da hala kulaklarda çınlamaktadır. Gerçi, Friedman, daha ileri gidip, merkez bankalarına gerek olmadığı tezini de sunmuştu. Bunun pratikteki gerekçesi de merkez bankalarının görünürdeki tek işlevinin enflasyon üreterek vatandaşların cebindeki parayı “çalması” idi. İngiliz siyasetçi Thatcher’a ilham olan bu parasalcı görüş, enflasyonun ve ekonomide yaratılan belirsizliklerin sebebi olarak fazlalık para arzını görür. Parasalcılar, sabit bir para arzının dahi enflasyon yaratacağına inanırlar.

Bu noktadaki kritik sorulardan biri de merkez bankalarının alternatiflerinin ne olduğu konusudur. Örneğin, klasik parasalcı ekonomist Friedman’a göre merkez bankaları uzun vadede, para arzındaki değişime otomatik tepki verecek bir bilgisayar programına dahi yerini bırakabilirler. Bunun dışında da para arzında hükümetlere roller biçen önerilerden, nominal GSYH tahminine kadar farklı öneriler sıklıkla tartışılmaktadır. Ancak, örneğin, öneriler arasındaki %2 gibi bir para arzı büyüme oranı gibi net kuralların takip edilmesi de merkez bankalarının amaç ve araç bağımsızlığını ellerinden alır.

Türkiye ise kendine özgü politikalar ile daha bağımsız iktisadi ve milli bir kalkınma politikası benimsiyor görünmektedir. Türkiye’de iktidardaki AK Parti’nin mevcut ekonomi politikaları yakından izlenmeye devam ediliyor. Muhalefetin ise bu noktadaki duruşunu daha iyi anlamak için uzunca bir süre daha beklememiz gerekiyor gibi görünmektedir. Türkiye’nin liberal politikalar ile müdahaleci ve sosyal politikaları harmanlayan özgün ekonomi politikalarının sonuçları ise zaman içinde kendisini göstermeye devam edecektir.

[Sabah, 15 Nisan 2023]

Etiketler: