Sıfırın Altında Faiz

Negatif faiz, gerek artısı eksisi, gerekse etkinliği halen tartışmalı bir mesele olarak, “her şeyi para politikasından beklemeyin” paketinin içindeki yerini güçlendirmeye devam ediyor.

Anımsayacağınız üzere, Cuma günü köşemizden Brexit kaygısı geçmişti. Söz konusu endişe, 26-27 Şubat tarihlerinde Şanghay’da düzenlenen G20 Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları toplantısında da kendinden bolca bahsettirdi. Brexit ihtimalinin gerçekleşmesi durumunda global ekonominin bir “şok” yaşayacağında hemfikir olan ilgili katılımcılar, dünyanın endişesini masaya yatırdı. Bu çerçevede, son dönemin popüler kaygılarından olan İngiltere-AB ortaklığındaki ilgili riskin yanı sıra, Asya’dan Amerika’ya kıtalararası müsabaka misali uzanan tehditler de toplantıda ele alındı.

Ve haliyle, çözüm yolları da eğrisiyle doğrusuyla anıldı. Bu bağlamda, dünya ekonomisinin kurtuluşuna bir çare arayışı olarak, bilhassa küresel para politikalarının kulağı bolca çınlatıldı. Epeydir kendilerine, gerek son merci gerekse günah keçisi gibi çeşitli abartılı roller atfedilen merkez bankaları, yine hem hayal kırıklıkları hem de alternatif arayışlarla, başkanları huzurunda yâd edildi. Bu doğrultuda, 2008-2009 Krizi’nden bu yana hatırı sayılır merkezlerce yayılan genişletici politikaların, ekonomileri canlandırmada ne derece başarılı olduğu da, bir kez daha zihinlerde sorgulandı.

Bu sorgu sırasında, son dönemlerin bir başka favorisi olan negatif faiz uygulamalarının da, ister istemez akılları kurcaladığına şüphe yok. Nitekim belli başlı merkez bankalarının keşfeder etmez yöneldiği modern silahlardan olan sıfırın altında faiz, ekonomileri ısıtır mı yoksa bir de bakmışsın soğutur mu, henüz net bir cevap yok. Bir diğer ifadeyle; teori, negatif faizin canlanma getirmesi gerektiğini söylüyor ancak pratikteki kuşkular bu ilişkiye biraz soğuk bakıyor.

BANA PARA GETİRMEYİN

Bildiğiniz üzere, Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve diğer bazı kıta efradının devreye aldığı negatif faiz uygulaması kervanına şimdilerde bir de Japonya Merkez Bankası (BOJ) katıldı. Nedir bu? İlgili merkezlerin, bankaların kendilerinde park ettiği ekstra rezervler için faiz vermek yerine bir tür ceza kesmesidir. “Bana paranızı getirmeyin, gidin ekonomiye saçın” demektir. Zira bu yolla, kredi kanalının hareketlenmesi ve ekonomiye taze kan getirmesi beklenir.

Tabii negatif faizin, parasal aktarım mekanizmasının diğer kanallarından da etkiler akıtacağı düşünülür. Mesela; varlık kanalı… Nitekim düşen faiz denince, akla varlık fiyatlarının yükselmesi gelir ki, buradan da talebe bir yol uzanır. Öte yandan bir diğer umut da, döviz kuru kanalına bağlanır. Düşen faizlerle değer kaybetmesi pek mümkün olan yerel para birimi, ilgili ülkenin net ihracatına destek çıkabilir.

Ve bu kanallar beklenildiği istikamet ve hızda aksa; ekonomiye can gelirken, enflasyonda da yukarı yönlü hareketler yaşanabilir. Pek çok şey de, ne kadar güzel olur.

KANALDAKİ AKIŞ

Gelin görün ki; öyle güzel bir dünya kimse için yok. Neden derseniz; bir kere evvela karşımıza, kredi kanalının pürüzsüz işlememesi sorunu çıkıyor. Zira burada, bir yandan bankaların, sonrasında da müşterilerinin davranışlarına dair belirsizlikler devreye giriyor. Ve buna bağlı yansımalar, tüketime/yatırıma kayma biçiminde olabileceği gibi, pekâlâ tasarrufun kendi içindeki kompozisyon değişimleriyle de görülebiliyor.

Diğer taraftan, kar marjlarını baskıya alan negatif faiz uygulaması, bankacılık sistemiyle ilgili de olumsuz beklenti ve söylemlere sebep olabiliyor. Tam da bu noktada, mekanizmadaki bir diğer kritik unsur olan beklenti kanalını hatırlamak gerek. Bir nevi, işin psikolojisi… Nitekim faiz indirimiyle gelecek canlanma yönündeki beklentilerle artan güven, işlerin amaçlandığı gibi gitmesine hizmet edebilecekken, bankalara dair soru işaretleri ya da merkez bankalarının cephanelerini tükettiğine ilişkin düşünceler, tam tersi yönde bir etki yapma potansiyeline de sahip. Üstelik sıfırın altına inmenin, eşiğin üstündeyken iniş yaşamaktan farklı bir tesir yaptığına dair bulgular var.

Dolayısıyla da negatif faiz, gerek artısı eksisi, gerekse etkinliği halen tartışmalı bir mesele olarak, “her şeyi para politikasından beklemeyin” paketinin içindeki yerini güçlendirmeye bence devam ediyor.

AYNI HİKÂYELER

Öte yandan başa dönecek olursak; belirttiğim gibi, söz konusu G20 toplantısı, dünya ekonomisini tehdit eden sorunlar arasında jeopolitik riskler, mülteci krizi, emtia fiyatları ve oynak sermaye akımları gibi birbiriyle ilişkili problemleri de ele aldı. Ve de söz konusu riskler konusunda, bir kez daha mutabakata vardı.

Tüm bunları takip ederken ise, aklıma, G20 Antalya Zirvesi esnasında sahibinden işitirken pek anlamlı bulduğum bir cümle geldi:

“Yeterince tespit var. Yeterince mutabakat var. Şimdi icraat zamanı…”

O gün bu cümleyi duyup hep birlikte salladığımız başları görünce, dayanamayıp şunu yazmıştım: “G20, bu tespitte de mutabakata vardı”.

Şimdi Şanghay’dan yayılan cümleler de, nedense birden o an düşündüklerimi çağrıştırdı. Bir nevi déjà entendu içindeyiz sanki… Size de öyle gelmiyor mu?

[Yeni Şafak, 1 Mart 2016]

Etiketler: