SETA Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin Duran (Fotoğraf: Mehmet Murat Önel – AA)

SETA Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin Duran Düzensiz Göçmen Meselesini Değerlendirdi

SETA Genel Koordinatörü Duran, Türkiye'nin Avrupalı ve Amerikalıların hataları sonucu göçmen kampı olacak bir yer olmadığının altını çizerek ‘Ama hiçbir insani kaygı gütmeksizin insanları şiddetle denize atan yaklaşımla davranması beklenemez.’ dedi.

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin Duran, göçmen meselesine ilişkin AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, bunun dünyanın temel sorunlarından biri haline geldiğine işaret ederek, temel sebeplerin Türkiye’nin etrafındaki bölgede yaşanan iç savaşlar, jeopolitik boşluklar, Amerika’nın iç savaşlara müdahaleleri ile sonrasında ortaya çıkan sorunlara müdahale etmemesinin, bölgesel düzlemde güçler arasında getirdiği rekabet olduğunu anlattı.

Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılar sebebiyle son 10 yılda önemli bir yük aldığını ancak bugün bakıldığında, yeni bir mülteci yükünü kaldırabilecek durumda olmadığını belirten Duran, Afgan göçüne yönelik ise Türkiye’nin açık kapı politikası uygulamadığını söyledi.

Mülteci meselesinin Türkiye’de siyasi fay hattına çevrilmek istenmesini sıkıntılı ve tehlikeli gördüğünü dile getiren Duran, siyaset grubunun ve kamuoyunun algısını şekillendiren önderlerin buna dikkat etmesi gerektiğini kaydetti.

Ankara’nın Altındağ ilçesinde iki grup arasında çıkan kavgada yaralanan Emirhan Yalçın’ın hayatını kaybetmesinin ardından yaşanan gösteri ve olayları da değerlendiren Duran, olayın, bir cinayet suçlusunun yakalanması ve cezalandırılmasının ötesine gittiğini, toplumsal lince dönme emareleri gösterdiğini ifade etti.

Türkiye’nin çok kültürlü bir geçmişten geldiğini, farklı etnik unsurların bir arada, barış içerisinde yaşadığını, toplumunun hem misafirperver hem de entegre edici olduğunu anlatan Duran, “Artan göçmen yüküne dair toplumsal hassasiyetleri önemsemeliyiz. Gerekli tedbirler acilen alınmalı. Ancak bazı kışkırtmaların, birtakım yabancı servislerin veya bunu provoke etmek isteyenlerin işine yaradığını da görmeliyiz. Elbette Suriyelilerin geri dönüşü ve yasa dışı göçün engellenmesiyle ilgili yapılması gereken çok şey var ve bunların önemli bir kısmı da yapılıyor. Fakat mesele burada değil. Bunu bir seçim kartı olarak görüp tahrik ettiğinizde, kışkırttığınızda ve ekonomik sorunlar yaşayan toplumsal kesimlerin de bir şekilde seferber edilmesiyle ortaya çok üzüleceğimiz sonuçlar çıkabilir. Mültecilerin geleceği bugün önümüzde duran bir meseledir ama gelecekteki Türkiye’nin nasıl bir Türkiye olacağını da bu politikamız belirleyecek.” diye konuştu.

Burhanettin Duran, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın düzensiz göçlere ilişkin “Türkiye yol geçen hanı değildir.” sözünü hatırlatarak, “Burası Avrupalıların, Amerikalıların hatalarının sonucu göçmen kampı olacak bir yer değil. Türkiye meseleye hiçbir zaman böyle bakmadı. Afgan göçüne de bu şekilde yaklaşmıyor. Ama hiçbir insani kaygı gütmeksizin, birtakım ülkelerin yaptığı gibi insanları şiddetle denize atan bir yaklaşımla davranması beklenemez. Türkiye, göçü hem insani hem de stratejik bir mesele olarak görüyor. İnsani boyut çok önemli ancak Türkiye, düzensiz göçün kendi toplumsal huzurunu bozacak, ekonomisine yeni yükler getirecek ve hatta yeni güvenlik sorunları oluşturmasına mahal vermeyecek politikalara daha çok odaklanmalı.” ifadelerini kullandı.

“Afgan göçü ile Suriyeli sığınmacılar ayrı değerlendirilmeli.” diyen Duran, önerilerini şöyle sıraladı:

“İkincisi İran sınırı çok net şekilde korunmalı. Üçüncüsü İran’la bu çerçevede iş birliği yapılmalı. Dördüncüsü Türkiye Afganistan’daki varlığını, Kabil’in korunmasıyla ilgili pozisyonunu bu göç meselesiyle birlikte değerlendirmeli. İçeride de entegre edilecek unsurlar açısından bakıldığında Suriyeli sığınmacılarla ilgili yeni politikalar geliştirmeli. Geri dönüşle ilgili güvenli bölgelerin sadece askeri ve güvenlik açısından değil ticari hayat açısından da güçlendirilmesi gerekir. Oradaki Suriyeli siyasi aktörlerin de öne çıkarılarak geri dönüşünün özendirilmesi gerekir.”

“Bu tür linç meseleleri kendi toplumsal barışımıza da zarar verecek hususlardır”

Prof. Dr. Duran, insanların sosyal mecralardaki haberlere de ihtiyatla yaklaşması gerektiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

“Çünkü burada ortaya çıkacak insani sorunlar, bu tür linç meseleleri sadece Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de daha sıkıntılı bir yere taşınmasında değil, kendi toplumsal barışımıza da zarar verecek hususlardır. Öfkeyle kalkan ve herhangi bir meselede hızla lince doğru giden toplumsal bir yapı ortaya çıktığında bunun suç, bireylerin güvenliği ve buna tepkiyle ortaya çıkabilecek radikalleşme açısından çok ciddi karşılıkları olur. Türkiye’nin demokrasisi zarar görür ve aşırı akımların önü açılır. Bu aşırı akımlar, Türk toplumu içerisinde olabileceği gibi Suriyeli sığınmacılar arasında da olabilir. Toplumsal olarak bu zamana kadar koruduğumuz Türk milletinin asalet ve erdemine herkesin şahit olduğunu ve dünyada da çok büyük bir başarı örneği gösterdiğini düşünüyorum. Buna devam etmemiz lazım. Bu tür provokasyonlara gelmememiz lazım. ‘Mülteciler bizim işimizi çalıyor, bizim yerimize iş yapıyorlar.’ Böyle görmemek gerek. ‘İsteyen gelsin. Açık kapı uygulayalım.’ bu da doğru değil. Orta yerde mutedil, kapsamlı ve uzun vadeli bir politika takip edilmeli. Mültecilerin Türkiye’ye entegre edilmesi gereken kesimlerini entegre eden ama geri dönmesi gereken kısımlarını da geri döndüren bir politikayı kararlılıkla uygulamamız lazım.”

“Biz elimizi taşın altına bir hayli koyduk ama Avrupalılar bundan hala kaçıyorlar”

Avrupa Birliği’nin (AB) Suriye iç savaşında çok kötü bir sınav verdiğini, Amerika’nın Irak ve Afganistan işgaliyle Batı’nın demokrasisini yaymak, orada yeniden ulus inşa etmek gibi bir başarısının olmadığının ortaya çıktığını anlatan Duran, şöyle konuştu:

“Avrupa Birliği Suriye’de, Amerika da Afganistan’da çok kötü bir performans ortaya koydu. Batılı değerlerin aslında bir anlamda iflasını gösteren tecrübeler olarak görüyorum. Avrupalılar, Suriye iç savaşının çözülmesine katkıda bulunmadıkları gibi ortaya çıkan mülteci sorumluluğunu, insani sorunları da Türkiye’nin, Lübnan’ın, komşu ülkelerin taşımasını ve kendilerine ulaşmamasını arzu ettiler. Bu Avrupa’nın değerleri ve jeopolitik hesapları açısından da doğru yaklaşım değil. Türkiye de bunu taşıyabilecek bir ülke değil. Mülteci meselesinde ‘Hem mali, hem siyasi alanda bize destek verin.’ dediğimizde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ötekileştiren, otoriter bir lider olarak resmeden ve sürekli Batı’ya şantaj yapan lider konumunda gösterdiler. Halbuki taşımadıkları bu mülteci yükü sadece Türkiye’nin meselesi değil. Biz elimizi taşın altına bir hayli koyduk ama Avrupalılar bundan hala kaçıyorlar. Bu siyasi akıl ve gelen tehlikeleri görme açısından cüce bir Avrupa tavrıdır.”

Prof. Dr. Duran, AB üyesi 6 ülkenin, Avrupa Komisyonu’na yazdıkları ortak mektupta iltica başvurusu reddedilen Afganistan vatandaşlarını ülkelerine geri göndermeye devam etmek istediklerini belirtmelerini ise şöyle değerlendirdi:

“Sorunu kaynağında çözmek lazım. Yani mesele Suriye’deyse Suriye’de, Afganistan’daysa Afganistan’da çözmek lazım. Eğer Taliban Afganistan’da tüm kontrolü ele geçirip milyonları yollara dökerse, o milyonlara sınırları kapatıp, ‘Buraya gelmeyin.’ diyerek bu göçü engelleyemezsiniz. Bu insan kaçakçılığının, yasa dışı yollarla suç unsurlarının önünü açmaktır. Yapılması gereken diplomasiye hız vererek Afganistan’ın yeni bir siyasi sürece geçmesini temin etmektir. Afganistan bağlamında baktığımızda öncelikli sorun Amerika’dadır. Amerika 20 yıllık işgalden sonra yeni bir yapı oluşturmadan çekilmesiyle birçok eyaletin Taliban’ın eline geçebileceği bir süreci aslında görmüştür. Bunu öngörmüş olmasına rağmen umursamaz davranmıştır. Bugün Afganistan’ı işgal ederken sorumsuzca davranan Amerika’nın giderken de aynı sorumsuzluğu ortaya koyduğunu, Pakistan, Hindistan, İran, Türkiye ve AB’ye yönelik ciddi bir riski ortada bıraktığını düşünüyorum. Olması gereken AB açısından da diplomatik ve siyasi anlamda Afganistan’da olmak ve orada bir geçiş sürecinin yaşanmasına katkı vermektir. Bugün Türkiye’nin yaptığı şey de budur. Türkiye’nin Kabil havalimanındaki varlığı bu çerçevede görülmelidir. Ama bu yeterli değil. Afganistan’ın geleceğiyle ilgilenen ülkelerle AB de dahil olarak keşke diplomatik inisiyatif ortaya çıkarılabilse ve bu mesele kaynağında çözülebilse. Ancak Avrupa’dan böyle bir inisiyatif beklemiyorum. Tepkisel, ileriyi göremeyen, stratejik olmayan siyasi anlamda cüce bir tavrı göstereceklerini düşünüyorum.”

“İktidarı, muhalefeti ve toplumsal gruplarıyla birlikte Türkiye’nin milli çıkarlarına uygun bir politikaya sahip çıkmak gerekir”

SETA Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin Duran, insanlığın yeni bir döneme doğru gittiğini ve bu dönemin önemli meseleleri arasında iklim değişikliği, bitmeyen iç savaşlar, Türkiye’nin etrafındaki bölgede oluşan yeni jeopolitik boşluklar, ABD-Çin arasındaki rekabetin Orta Doğu’yu ve etrafındaki bölgeyi etkileyecek şekilde yeni krizler çıkarma ihtimalinin yer aldığını dile getirdi.

Bütün bu değişimin yaşandığı dönemde, Türkiye’nin aktif bir dış politika uygulayıp, kriz bölgelerine müdahil olarak terör ve göç gibi konuları yönetmeye çalıştığının, bu çerçevede Suriye’de 3 operasyon yaptığını, İdlib’de bunun için var olduğunun, Doğu Akdeniz ve Libya’da diğer milli çıkarların yanı sıra bu konularla ilgili askeri varlık gösterdiğinin gözden kaçmaması gerektiğinin altını çizen Duran, “Türkiye Suriye’de, Libya’da, Afganistan’da neden var?” sorusu yerine, orada nasıl daha etkili sonuçlar üretebileceği ve hangi politikaları uygulayabileceğinin konuşulması gerektiğini ifade etti.

Duran, 3 yıldır 2023 seçimlerinin konuşulduğunu, gelecek 2 yıl da bunun konuşulacağını fakat mülteci meselesi siyasi polemiklerin, iktidar muhalefet yarışmasının bir popülizm konusu haline getirilirse bundan Türkiye’nin zarar göreceğini belirterek, şu değerlendirmelerde bulundu:

“2023 ve sonrasında kim iktidar olursa olsun onun önüne böyle bir büyük meseleyi tehlikeli sarmal halinde bırakmak hiç kimsenin lehine değildir. İktidarı, muhalefeti ve toplumsal gruplarıyla birlikte insancıl, rasyonel, Türkiye’nin milli çıkarlarına uygun, tutarlı bir politikaya sahip çıkmak gerekir. Bunu uygulamak için her türlü öneri getirilebilir. Eleştiriler de yapılabilir ama bu çerçevenin dışına çıktığımızda, ‘Altındağ olayları’ bunun işaretidir. Eğer bunu daha öteye taşımaya çalışırsanız -ki bazı partiler ve bazı gazetecilerin bunda ne tür aşırı söylemler uyguladığını gördük- Türkiye’yi işgal altında gösteren bu söylemler toplumsal barışımıza, Türkiye’nin geleceğine, mevcuduna zarar verir ve yönetemeyeceğimiz, bizi dünya ölçeğinde uluslararası itibarı düşen bir yere getirir. Özellikle muhalefete ve muhalefet liderlerine sorumluluk çağrısı yapıyorum; rasyonel politika önerilerinizi getirin ama popülist, kışkırtıcı söylemlerinizi Türkiye’nin geleceği için bir kenara bırakın. Cumhuriyetin 2. yüzyılında, Türkiye savunma sanayi ve dış politika başta olmak üzere bugünkü atılımlarıyla daha güçlü bir Türkiye olarak ileriye gitmeli, sorunlarını da bu şekilde yönetmeli.”

[AA, 15 Ağustos 2021]

Etiketler: