Seküler Dünya’nın Hayali Müzakere ‘Cenneti’: Müzakereci/Katılımcı Demokrasi

Hristiyanlığın çağlar içerisinde geçirdiği dönüşüm sonucunda artık ne siyasal ne sosyal alanda neredeyse hiçbir etkide bulunmadığı tamamen seküler Batı Avrupa toplumlarında ve Amerika'da geçerli olabilecek 'müzakereci demokrasi' kavramını, çoğunluğu Müslüman toplumların ve İslam'ın kabul etmesi ne derece mümkündür ve doğrudur?

Müzakereci demokrasi ve/veya ‘katılımcı demokrasi’, Gezi Parkı eylemleri sürecinde muhalif söylemle ifade edilen taleplerin en sofistike kavramları oldular. Bu kavramlar kullanılarak Gezi Parkı eylemleriyle ‘halkın’ gelişmiş Batı demokrasilerinde olduğu gibi katılımcı/müzakereci demokrasiyi talep ettiği, yani kendisi adına verilen Taksim Meydanı’na Topçu Kışlası yapılması gibi kararlarda söz sahibi olmak istediği savunuldu. Ancak yazdıklarıyla bu kavramlara yön vermiş iki filozof Jurgen Habermas ve John Rawls’un kavramsallaştırmalarından habersiz olunduğundan, herkes bu kavramların içini kafasına göre doldurdu. Örneğin, bir köşe yazarı müzakereci demokrasiyi dört unsurun varlığına indirgedi.(1) Siyaset teorisi alanında bu kavramlar etrafında dönen tartışmalardan habersiz olunduğundan, dindar vatandaşlar da dâhil olmak üzere, toplumun tüm kesimlerinin katılabileceği bir ‘müzakereci demokrasi’ vahası yaratıldı. Kavramın etrafına çağımızın ‘birlikte yaşama kültürü’, ‘çoğulculuk’, ‘ötekileştirmeme’, ‘çatışmama’ vs. gibi en gözde laflarından oluşan sağlam bir mevzi kazıldı.(2) Ne yazık ki hiç kimse, göklere çıkarılan müzakereci demokrasinin Habermas ve Rawls tarafından kavramsallaştırıldığı şekliyle din ve dindarlara karşı barındırdığı ayrımcılıktan ve önyargılardan bahsetmedi. Hâlbuki müzakereci demokrasi kavramı, liberal bir toplum ve seküler dil ve zihniyet hakimiyeti ön kabulleri üzerine inşa edilmiştir. Aşağıda da açıklayacağımız gibi, Rawls da Habermas da müzakerenin mümkün olabilmesi için tüm sorumluluk yükünü müzakerenin farklı boyutlarında da olsa dindar vatandaşlara yüklemektedir.

Müzakereci demokrasi kavramı, çoğulcu ve liberal toplumda ve din-devlet işlerinin ayrıldığı laik devlette, karar alım süreçlerinin meşruiyetini maksimum düzeyde arttırmak için ortaya atılmıştır. ‘Vatandaşlar, kendilerini, uymak durumunda oldukları ve yaşadıkları yasaların yapıcıları olarak benimsesinler’ ki bir karar alındığında, bu karar herkes için bağlayıcı olsun ve kararın ne yasallığı ne de meşruiyeti tartışma konusu olsun. Habermas’ın da aktardığı gibi, ‘aynı siyasal toplumun eşit ve özgür üyeleri olarak birbirlerine saygı duymaları gerekir. Tartışmalı siyasal konular söz konusu olduğunda, vatandaşların rasyonel zeminde anlaşmak için yol bulmaları gerekir. Dolayısıyla görüşlerini savunurken iyi nedenler bulmaları şarttır.(3) Peki hangi nedenler ‘iyi’ nedenler olarak kabul edilmektedir?

KAMUSAL AKIL

Rawls ile başlamak gerekirse, ona göre ‘iyi’ nedenler nihayette seküler olan ‘kamusal akla’ uygun olan nedenlerdir. Bunun nedenini Rawls şöyle açıklamaktadır. Dinler gibi geniş ölçekli, birden fazla alanı düzenleyen doktrinler ‘iyi’nin ne olduğuna ilişkin ucu ahlaka değen bir tahayyül sunarlar. Ama bu ‘iyi’ tahayyülünün aynı toplumda yaşayan diğer tüm vatandaşlarca kabul edilmesi beklenemez. O nedenle, Rawls, dindar olsun olmasın tüm vatandaşların üzerinde anlaşıp kabul edebileceği, anayasal temellere dayanan ve ucu adalete değen tüm konuları kapsayacak bir ‘adalet’ tanımı geliştirir. Buna da ‘adaletin siyasal tahayyülü’ (political conception of justice) adını verir. Ona göre, dindar vatandaşlar hem birer birey, hem de kamusal alanda birer ‘vatandaş’tırlar. O halde dindar vatandaşlar, siyasal meselelere ilişkin görüşlerini belirtirken ve savunurken, diğer vatandaşların da paylaşacağı ‘kamusal akla’ göre hareket etmelidirler. Bir örnekle açıklayalım: eğer tartışmalı mevzuu ‘ötenazi’ ise, dindar vatandaşlar, ötenaziye muhalif pozisyonlarını kutsal kitap referanslı, ‘Allah’ın verdiği canı Allah’tan başkası alamaz’ gibi ilahi düsturlar ile destekleyeme

Etiketler: