OHAL ve FETÖ ile Mücadele Süreci

Hukuk devleti ilkesini hayata geçirmeye dönük öneri ve itirazlar son derece kıymetli olmakla birlikte örgütle ve örgütü ortaya çıkaran sorun ve olgularla mücadele etmek de aynı şekilde yoğunlaşılması gereken hususlardır.

2010’lu yıllar Türkiye’nin yakın tarihteki en sıra dışı güvenlik tehditlerinden birisini tecrübe etmesine sahne oldu. Emsalsiz örgütsel yapısı, uluslararası bağlantıları ve sofistike eylem yöntemleri ile FETÖ giderek artan bir şiddette Türkiye’nin istikrarını hedef alan saldırılar düzenledi. Örgüt 7 Şubat ve 17-25 Aralık gibi operasyonlarda öncelikle yargı ve polis teşkilatındaki unsurlarını kullanırken arzu ettiği neticeleri alamayınca 15 Temmuz’da bu kez TSK yapılanması vasıtasıyla doğrudan bir askeri darbeye teşebbüs etti. Darbe girişiminin başarısız olmasıyla Türkiye bir felaketin eşiğinden dönerken örgütün TSK’nın general ve amiral kadroları başta olmak üzere ordu, emniyet ve benzeri kritik kamu kurumlarında “mahrem üniteler” adıyla ürkütücü oranda kadrolaştığı açığa çıktı. FETÖ’nün bu birimlerinde uyguladığı gizlilik ve muhabere teknikleri, karşı karşıya kalınan tehdidin bir terör örgütünü aşan boyutta bir istihbarat teşkilatını andırdığını gözler önüne serdi.

251 vatandaşın şehit olduğu, yüzlerce insanın yaralandığı, parlamento binasının bombalandığı, Cumhurbaşkanına suikast girişiminde bulunulduğu bu meşum hadisenin ardından devletin ontolojik bir mücadele içine girmesi kaçınılmaz olmuştur. Darbe girişiminin ardından devletin tüm kademelerinin FETÖ uzantılarından süratle arındırılması gerektiği herkes tarafından kabul edildi. Demokrasiye bağlı kalan yargı mensupları henüz darbe girişimi devam ederken hızlı bir reaksiyon göstermiş, savcılıklar darbeye yönelik soruşturmalara başlamıştır. Takip eden günlerde darbe girişimine katılmış TSK personelinin gözaltı ve tutuklama işlemleri gerçekleştirildi.

Ancak karşılaşılan tehdidin olağan adli ve idari süreçlerle kısa sürede bertaraf edilemeyecek kadar komplike ve yaygın oluşu sebebiyle darbe girişiminden beş gün sonra 20 Temmuz 2016’da yapılan Milli Güvenlik Kurulunun tavsiyesi doğrultusunda Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu ülke genelinde olağanüstü hal (OHAL) ilan etti. OHAL devletin varoluşsal bir tehlikeye maruz kalması halinde yine anayasal çerçeve içinde uygulanan bir olağanüstü yönetim usulüdür. Nitekim 1982 Anayasasının 120. maddesi OHAL’in yaygın şiddet hareketleri ve kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması halinde ilan edilebileceğini öngörüyordu. Ayrıca OHAL’in ilanı ve uzatılması kararlarının TBMM’nin onayına tabi olduğunu da belirtelim. Bu doğrultuda 2016 ve 2018 yılları arasındaki iki yıllık süre zarfında OHAL uygulaması devam etmiştir.

OHAL döneminde yine anayasaya dayanarak Bakanlar Kurulu tarafından OHAL kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Anayasanın 121. maddesine göre bu yetki OHAL ilanını gerekli kılan hükümetin ulusal güvenlik tehditleriyle daha etkin bir şekilde mücadele etme amacına matuftur ve yine TBMM’nin onayına sunulur. 2018 yılı Temmuz ayına dek 32 OHAL KHK’sı çıkmıştır. Bu KHK’ların bir kısmıyla kamu görevinden çıkarma, mal varlığına el koyma ve yurt dışına çıkış yasağı gibi tedbirler uygulandı. Kamu görevinden çıkarılan kişi sayısı 125 binden fazladır.

OHAL Komisyonu

Anayasanın 148. maddesinin OHAL KHK’larını yargısal denetime kapatmasının hukuk devleti ilkesi bakımından doğuracağı sakıncaları giderebilmek maksadıyla 23 Ocak 2017’de 685 sayılı KHK ile kamu görevinden ihraç ve kurum/kuruluş kapatma gibi tedbirlere karşı bir idari başvuru mekanizması olarak OHAL Komisyonu kurulmuştur. Ayrıca bu komisyonun kararları idari yargı denetimine tabi kılınmış böylece dolaylı olarak KHK’lar da yargısal denetime kavuşturulmuştur. Komisyon 28 Mayıs 2021 tarihi itibarıyla kendisine yapılan 126.674 başvurunun yüzde doksan birini sonuçlandırmıştır. Neticelendirilen başvuruların 14.072’sinde kabul kararı verilmiştir.

Bir başka deyişle KHK ile gerçekleştirilen işlemlerin yaklaşık yüzde onu Komisyon tarafından yapılan inceleme sonucu uygun bulunmayarak iptal edilmiştir. Komisyon 2020 yılı faaliyet raporunda başvurucuların yüzde doksanı hakkında devam eden bir ceza yargılaması süreci olduğu bilgisini paylaşmış ve verdiği kararlara dayanak teşkil eden ölçütleri paylaşmıştır. Buna göre komisyon kararlarında; “örgüt yöneticiliği, üyeliği ve örgüte yardım etme suçları ile anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan verilen ceza davası mahkumiyet hükümleri, yargılama dosyalarındaki tespit ve bilgiler, örgüt içi iletişim programı kullanımına dair bylock, eagle vb. kullanıcılığı bilgisi, FETÖ’nün mahrem imamlarının güvenlik personeli ile örgütsel irtibat sağlama kapsamında ankesör/ardışık aramalar tespit bilgisi” gibi 17 başlıkta toplanan kriterlerden hareketle bir değerlendirme yapıp karar vermektedir. Komisyonun ret kararlarına karşı hak arama özgürlüğü çerçevesinde ileri sürülen hukuka aykırılık iddiaları da ilgili adli merciiler tarafından incelenmeye devam ediyor.

Şüphesiz bu kadar kapsamlı bir tasfiye işlemi belli hata veya eksikliklerin meydana gelmesi riskini ihtiva eder. Ancak örgütle mücadeleye gündelik siyasi mülahazalarla yaklaşan kimi muhalif aktörler bu hataları genele teşmil etmeye ve mücadeleyi bütünüyle itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Bunun en çok FETÖ’nün propaganda makinesinin işine yaracağı izahtan varestedir. Hukuk devleti ilkesini hayata geçirmeye dönük öneri ve itirazlar son derece kıymetli olmakla birlikte örgütle ve örgütü ortaya çıkaran sorun ve olgularla mücadele etmek de aynı şekilde yoğunlaşılması gereken hususlardır. Buna karşın muhalefetin hem hak ve özgürlükleri hem de örgütle etkili mücadeleyi önceleyen kapsamlı bir strateji geliştiremediği görülüyor. Ortaya konulan politika önerilerinin bu iki esası birlikte gözetmesi Türkiye’nin demokratik hukuk devletini tahkim etmesi için elzemdir. Aksi takdirde yakın geçmişte yaşadığımız elim olayların tekerrür edeceği bir döngü içine girilmesi işten bile değildir.

 [Sabah, 4 Eylül 2021]

Etiketler: