İsrail-Filistin Çatışması | Türkiye’de Aşırıcı ve İslamofobik Siyaset

7 Ekim günü ve sonrasında yaşananlar, yıllardır süregelen İsrail-Filistin çatışmasını dünyaya tekrar hatırlattı. Zira Hamas’ın yaptığı saldırı sonrası İsrail’in Gazze’de başlattığı yıkım, büyük bir insani krize sebep oldu ve bu kriz halen de devam ediyor. Ancak dünyanın önemli bir çoğunluğu –özellikle de Batılı devletler– bu krize yönelik çifte standartlı, uluslararası insani değerlerden uzak ve tamamıyla ideolojik bir yaklaşım gösteriyor. Dolayısıyla Filistin halkı, yıllardır İsrail işgaline karşı sürdürdüğü yalnız direnişine bugün de yalnız devam etmek mecburiyetinde.

7 Ekim günü ve sonrasında yaşananlar, yıllardır süregelen İsrail-Filistin çatışmasını dünyaya tekrar hatırlattı. Zira Hamas’ın yaptığı saldırı sonrası İsrail’in Gazze’de başlattığı yıkım, büyük bir insani krize sebep oldu ve bu kriz halen de devam ediyor. Ancak dünyanın önemli bir çoğunluğu –özellikle de Batılı devletler– bu krize yönelik çifte standartlı, uluslararası insani değerlerden uzak ve tamamıyla ideolojik bir yaklaşım gösteriyor. Dolayısıyla Filistin halkı, yıllardır İsrail işgaline karşı sürdürdüğü yalnız direnişine bugün de yalnız devam etmek mecburiyetinde.

Öte yandan Türkiye çatışma ve yıkıma belki de dünyada en adil ve rasyonel tepkiyi veren ülke oldu. İlk olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, onun ardından diğer siyasi liderler ve son olarak da TBMM hem İsrail topraklarında sivillerin öldürülmesine hem de savaş suçu dahil İsrail tarafından başlatılan ölçüsüz yıkıma karşı çıktı. Yine buna paralel olarak Türkiye en üst düzeyde siyasi ara buluculuk ve insani yardım girişimlerini başlattı.

Tüm bunların yanı sıra İsrail-Filistin çatışması ve bu çatışmaya verilen tepkiler, Türkiye iç siyaseti açısından bazı gerçeklikleri de kamuoyuna gösterdi. İlk olarak görüldü ki Filistin, Türkiye’de neredeyse tüm siyasi taraf ve hatta ideolojiler için ortak bir payda konumunda. Öyle ki Türkiye’nin kendi iç meselelerinde dahi tümüyle ortak hareket etmekte zorlanan siyasi partiler ve liderler, motivasyonu ve ideolojik odağı farklı olsa dahi neredeyse aynı noktada buluşmayı başardı. Bunun yegane istisnası ise İsrail-Filistin çatışmasında açıktan İsrail’i desteklemekte uzlaşan, aşırı sağ ve sol ideolojiye sahip kesimler oldu. Söz konusu uzlaşının paydası ise “İslamofobi”ydi.

Erdoğan’ın Rasyonel Siyaset İnşası

Muhalefet uzun yıllarca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “ideolojik” ve “şahsi” bir dış politika stratejisi yürütmekle suçladı ve suçlamaya da devam ediyor. Ancak son yaşananlar, ideolojik ve yanlı dış politika yürütenlerin aslında Batılı ülkeler olduğunu tüm dünya kamuoyuna gösterdi. Dolayısıyla sürekli olarak insan hakları ve uluslararası değerler konusunda dünyaya ders veren ülkelerin aslında çifte standartlı bir yaklaşıma sahip oldukları, değer odaklı söylemlerin ise bir kandırmacadan ibaret olduğu tekrar kanıtlandı.

Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan oldukça rasyonel ve hatta belki de mevkidaşları arasında en insani reaksiyonu gösteren lider oldu. Zira çatışmanın taraflarını itidale çağırırken tarafsız bir şekilde sivilleri odağına koydu ve önceliğin sivil kayıp ve insani yıkımı engellemek olduğunu açıkladı. Buna paralel olarak hem insani yardım hem de diplomatik ara buluculuk çabaları başlattı. Yine benzer şekilde yıllardır tekrarladığı iki devletli çözüm önerisini ve Filistin halkının yıllardır maruz kaldığı haksız yıkımı dünyaya hatırlattı.

Erdoğan, uluslararası kamuoyuna verdiği mesajlarla birlikte aslında iç siyasette de rasyonel bir merkez inşa etti. Öyle ki Erdoğan’ın insani ve tarafsız söylemi iç siyasetteki diğer aktörleri de etkiledi ve söylemsel birliktelik oluşturdu. Böylelikle iç siyasette en basit bir konuda dahi uzlaşamayan aktörler, motivasyonu veya ideolojik odağı farklı olsa dahi Filistin gibi hem bölgesel hem de insani anlamda kritik bir meselede hemfikir oldu. Buna ek olarak TBMM’de grubu bulunan tüm partiler, uzun zamandır ilk kez ortak bir bildiri yayımladı.

Aşırıcı Siyasetin İslamofobik Ortaklığı

Her ne kadar ideolojik bağlamda merkezden uzaklaşılmasıyla birlikte verilen tepkiler farklılaşmaya başlasa da partiler ve aktörlerin çoğu Filistin paydasında uzlaştı. Örneğin Saadet, Gelecek, Hüda-Par ve Yeniden Refah gibi partiler oldukça sert çıkışlar yapmalarına rağmen Meclisteki uzlaşı açısından engelleyici bir durum ortaya çıkmadı. Yine benzer şekilde başta TİP ve TKP olmak üzere çeşitli sol partiler de tarihsel ideolojik konumlanmalarını sürdürerek Filistin’i desteklemeyi sürdürdü.

Ancak kurumsal açıdan veya elit seviyesinde olmasa da aşırı sol ve sağda konumlanan partilerin taban ve seçmen nezdinde ortaklaşması oldukça dikkat çekiciydi. Öyle ki aşırı sol seçmenler, Filistin’i destekleyen partilerin geleneksel ideolojik kodlarını sorguladı. Tarihsel anlamda antiemperyalist bir perspektiften İsrail karşıtı ve Filistin destekçisi olan sol partilerin ideolojik kodlarının güncellenmesi gerektiği iddia edildi. Burada en önemli argüman ise Filistin mücadelesinin Hamas üzerinden “İslami” bir hal almasıydı. Dolayısıyla “İslamileşen” mücadele artık antiemperyalist bir direniş olarak adlandırılamazdı. Söz konusu mücadele sivillere saldırarak “terörize” olmuş ve meşruiyetini yitirmişti. Bunun neticesinde Filistin’i desteklemek, “İslami bir mücadele”yi desteklemekti ve hatalıydı. Üstelik bu “antisemitizm” olarak dahi adlandırıldı.

Aşırı sağda ise yolun başlangıcı farklı olsa da varılan yer aynıydı. Osmanlı İmparatorluğu’nu ve Türkleri “sırtından bıçaklama” üzerinden başlayan “toprak satma” üzerinden devam eden söylem Arap düşmanlığını meşrulaştırma kampanyasına dönüştü. Dolayısıyla Filistinliler düşmandı ve haksızdı. Ancak arka plandaki motivasyon farklıydı. Esas motivasyon hem Suriyeli göçmenlere yönelik tepki hem de aşırı Türk milliyetçiliğinin sebep olduğu yabancı düşmanlığının bir tür İslamofobik versiyonuydu. Zira Arap kültürel değerleri ve bu kültürel değerlerin en büyüğü olan din, aşırı sağ ideolojiye ve inanışa sahip kişiler tarafından Türk milletine yönelik bir tehdit olarak görülüyordu. İsrail-Filistin çatışması bunu tekrar hatırlatmış, düşmanın düşmanı olan İsrail dost ve haklı taraf olmuştu.

Sonuç itibarıyla Türkiye’de çoğu siyasi aktör, İsrail-Filistin çatışmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temelini attığı rasyonel söylem ve pozisyonu benimsemiş olsa da son bir haftada bazı kesimler tarafından verilen reaksiyon bunun istisnaları olduğunu da hatırlattı. Zira sağ veya sol fark etmeksizin Türkiye’deki aşırıcı siyaset, Filistin üzerinden İslamofobik reflekslere sahip olduğunu ve ideolojik zıtlıklarına rağmen bu paydada ortaklaştıklarını gösterdi.

Etiketler: