Suriye'nin doğusundaki Deyrizor ilinde terör örgütü PKK/YPG'nin baskısı altındaki Arap aşiretleri ile örgüt arasında 27 Ağustos'ta başlayan çatışmalar devam ediyor.

Deyrizor’daki İsyanın Gösterdikleri

Suriye ve Irak sahalarının eş zamanlı olarak hareketlendiğini görüyoruz. ABD’nin Irak’taki askeri mobilizasyonu ile birlikte Kerkük’te yaşanan etnik ve mezhebi gerginlikler dikkat çekici. Şii pozisyonlar ve Kürtler hem kendi aralarında hem de öteki olarak gördükleri unsurlarla bir güç mücadelesi içerisinde. Irak’ta bunlar yaşanırken Suriye’de ise rejim bölgelerinde gösteriler, İdlib’e yönelik artan saldırılar ve nihayetinde Deyrizor bölgesinde başlayan Arap isyanı görece sakinleşmiş olan ülkedeki sükuneti derinden sarstı.

Suriye ve Irak sahalarının eş zamanlı olarak hareketlendiğini görüyoruz. ABD’nin Irak’taki askeri mobilizasyonu ile birlikte Kerkük’te yaşanan etnik ve mezhebi gerginlikler dikkat çekici. Şii pozisyonlar ve Kürtler hem kendi aralarında hem de öteki olarak gördükleri unsurlarla bir güç mücadelesi içerisinde. Irak’ta bunlar yaşanırken Suriye’de ise rejim bölgelerinde gösteriler, İdlib’e yönelik artan saldırılar ve nihayetinde Deyrizor bölgesinde başlayan Arap isyanı görece sakinleşmiş olan ülkedeki sükuneti derinden sarstı.

Aslında bir süredir rejim bölgelerinde ciddi gösteriler yaşanmaya başlamıştı; Şam, Dera ve Lazkiye’de de zaman zaman tezahür eden bu gösterilerin merkezinde ise daha ziyade Süveyda bölgesi var. Dürzi azınlıkların yaşadığı bölgede artan ekonomik sorunlar, Suriye lirasında yaşanan korkunç çöküşle birlikte gıda güvenliğini dahi tehdit eder boyuta gelince halk sokaklara döküldü ve örgütlü bir şekilde gösteriler yapmaya başladı. Suriye rejiminin kötü yönetimi ve uluslararası yaptırımlar altında ülke her geçen gün yaşanmaz bir noktaya doğru sürükleniyor. Ülkede altyapı ve üstyapılar büyük ölçekte hasar almış ve yenilenemiyorken enerji ve gıda arz güvenliği de sağlanamamakta. İşleyen bir ekosistem artık yok denebilir. Rejime bağlı askeri unsurların büyük ölçekte yönettiği bir uyuşturucu üretimi ve kaçakçılığı da söz konusu. Lübnan’da devam eden ekonomik sıkıntılar ve Rusya’nın içinde bulunduğu Ukrayna çıkmazı ise Suriye rejimini daha fazla zorluyor. Rejim de böyle bir denklemde İdlib’i hedef alarak askeri çatışmalarla gündemi değiştirme ve halen bir tehdit olduğu algısıyla kendi varlığını ve yaşananları meşrulaştırma gayretinde. Tabii Suriye’deki ekonomik iflasın en önemli sebeplerinden birisinin ülkenin en önemli enerji kaynaklarını, verimli tarım alanlarını ve su havzalarını PKK/YPG’nin elinde bulundurması olduğunun altının çizilmesi gerekir. İşte bu noktada Deyrizor’daki isyanı ele alıp değerlendirmek ayrıca önem arz ediyor.

Deyrizor, Suriye’nin doğusunda Irak sınırında Fırat Nehri üzerinde özellikle petrol ve doğal gaz kaynakları açısından çok zengin bir bölgedir. Aşiretlerin kontrolünde, sert bir insan tipolojisinin hakim olduğu Sünni-Arap bir sosyolojiye sahiptir. Akaydat ve Bekkara başta olmak üzere Abid, Kulayin, Şammar, Zubeyd, Duleym, Cabur, Tayy, Ebu Saraya ve El Rifai aşiretleri kentte varlık gösteriyor. Şam’a 450 kilometre uzaklıkta bulunan kent Türkiye’ye ise yaklaşık 200 kilometre mesafede bulunuyor. Suriye devrimiyle birlikte muhaliflerin kontrolüne giren kent daha sonra DEAŞ tarafından uzun bir süre işgal edilmişti. Kent son olarak ABD’nin hava ve kara destekleri ile PKK terör örgütünün Suriye uzantısı YPG ve ona eklemlenmiş bazı Arap unsurlar tarafından ele geçirildi. Bölge şu an PKK/YPG kontrolündeki SDG ve ona bağlı özerk biçimde hareket eden Askeri Meclis tarafından kontrol edilirken PKK’nın bölgede kurmaya çalıştığı terör devletçiğinin de sınırları içerisinde yer alıyor.

Daha önce de zaman zaman küçük çatışma ve gösterilerin yaşandığı Deyrizor’da son olarak Askeri Meclisin başındaki isim olan Ebu Havle’nin PKK/YPG’liler tarafından bir görüşmeye davet edilerek gözaltına alınmasıyla daha büyük çatışmalar patlak verdi. Deyrizor merkezli Akaydat ve Bekkara gibi Arap aşiretlerine bağlı silahlı güçler mobilize olarak birçok köy ve kasabadan PKK/YPG unsurlarını çıkartmayı başardılar. Biraz geriye dönüp baktığımızda bölgedeki Arap aşiretlerinin önemli bir kısmının PKK/YPG’nin otoritesini tanımak istemediğini, zaman zaman başkaldırdıklarını ve ABD’nin müdahaleleriyle sulhun sağlandığını görmekteyiz. PKK/YPG terör örgütü ise bu tehdidi gördüğünden her zaman suikastlar marifetiyle olası tehditleri bertaraf etme çabasında oldu. Aşiret ayaklanmasına öncülük eden ve bölgenin en büyük aşiretlerinden olan Akaydat aşiretinin lideri Şeyh Mutşir Hammud Ced’an Hifil, Ağustos 2020’de öldürülmüştü. Yine Ocak 2021’de Akaydat aşiretinin önde gelen isimlerinden Şeyh Hac Talyuş suikast sonucunda hayatını kaybetmişti. 2020’de aşiret liderinin öldürülmesi neticesinde yine bir isyan dalgası ortaya çıkmış, aşiret mensupları aşiretin merkezi Ziyban ve bazı çevre köylerden PKK/YPG unsurlarını çıkarmıştı.

Son olaylarda belli başlı aşiretler savaş çadırı kurarak daha kapsamlı şekilde isyan başlattılar ve birçok bölgeden PKK/YPG’yi çıkarmayı başardılar. Yaşanan çatışmalarda iki taraftan da yüzden fazla isim hayatını kaybederken Türkiye’nin nüfuzu altındaki bölgelerde yaşayan ilgili aşiret mensupları da sürece destek vererek PKK/YPG terör örgütüne yönelik saldırılar başlattılar. Hatta Menbiç kırsalında birkaç köyün alınmasından sonra Rusya hava bombardımanı yaparak aşiretlerin ilerlemesini durdurdu. Keza yine Tel Abyad ve Tel Temir hattında da ciddi çatışmalar yaşandı. ABD’nin ise görece sessiz kaldığı, taraf tutmaktan ziyade ara buluculuk rolü üstlenmeye çalıştığı söylenebilir.

PKK/YPG terör örgütünün karşı hamleleri, bölgedeki aşiretlerin ortak hareket etmemesi ve ABD’nin ara buluculuk rolü sayesinde olayların yatışmaya başladığı görülüyor. Nihayetinde PKK/YPG’ye bağlı unsurların şu an için aşiret güçlerini bastırdığı söylenebilir ancak yürütülen müzakerelerde PKK/YPG’nin Deyrizor gibi bölgelerde aşiret yapılanmalarının daha fazla özerklik elde etmesine yönelik tavizler verdiği görülüyor. Ayrıca şunun da altını özellikle çizmek gerekiyor, yaşanan son isyan ABD’nin verdiği tüm desteğe rağmen PKK/YPG’nin bölgede sürdürülebilir bir sistem kuramadığını ve bunun önündeki en büyük engelin ise demografi olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.

Demografinin Belirleyiciliği

PKK/YPG, önce Esed rejimi ardından ise ABD ile girdiği angajman sayesinde Suriye’de yaklaşık 50 bin kilometrekarelik bir alanı tahakkümü altına almış durumda. PKK/YPG, Fırat’ın batısında Menbiç ve Tel Rıfat’ı Rusya ve Esed rejiminin koruması altında elinde tutarken Fırat’ın doğusunda Haseke ve Deyrizor gibi bölgeleri ise ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında kontrol etmektedir. Bu bölgeler ülkenin enerji kaynakları, tarım alanları ve su havzalarının da büyük kısmını kapsarken nüfus olarak ise yaklaşık 2,5-3 milyon insan barındırıyor. Burada halihazırda yaşayan insanların yüzde 80’i Araplardan oluşuyor. ABD, çatı yapılanması SDG’yi oluşturup mevcut sistemin içine Arapları da entegre etmeye çalışmış olsa da PKK/YPG’nin sapkın ideolojik eğilimleri ve Kandil’in dayattığı terör hiyerarşisi Arapların ancak şeklen bu sistemin içinde yer almalarını sağlıyor. Her ne kadar Şammar aşireti gibi sistemin içerisinde daha etkin şekilde var olan aşiretler olsa da Arap aşiretlerin çoğunluğu gönülsüz ve ancak Washington yönetiminin teşvik ve baskılarıyla cebren sistem içinde durmayı tercih ediyordu. Nihayetinde görece daha özerk bir yapıya sahip Deyrizor Askeri Meclisine yönelik hamlenin ardından ilgili aşiret yapıları isyan bayrağını bir kez daha çekmiş durumda.

Peki, yaşananlar doğal bir süreçte PKK/YPG terör tahakkümüne karşı Arap aşiretlerinin doğan bir tepkisine mi dayanıyor yoksa son zamanlarda dile getirildiği gibi bu isyanı dışarıdan destekleyen ülkelerin ya da ABD’nin sahada farklı bir dizayn çabası mı söz konusu? PKK/YPG bu Arap isyanını ilk başta her zaman olduğu gibi DEAŞ üzerinden paketlemeye çalıştı, sahte videolar da hazırlayarak isyanın DEAŞ yanlıları tarafından yapıldığı algısını üretmek istedi. Ardından ikinci senaryoya geçerek bu aşiretlerin arkasında Esed rejimi ve İran’ın olduğunu iddia etti. Buradaki asıl amaç, Washington’ın desteğini alarak isyanı daha rahat bir şekilde bastırmak ve ardından kendi gücünü bölgede ABD aracılığıyla tahkim etmekti. Menbiç’te Rus Hava Kuvvetlerinin aşiret güçlerini bombalaması bu senaryoyu da büyük ölçüde atıl kıldı.

Diğer bir yaklaşım ise Washington’ın Tahran yönetiminin artan etkisini kırıp Irak üzerinden İran’ın Suriye’ye geçiş güzergahlarını kesecek şekilde Ürdün sınırına kadar uzanacak bir aşiret kuşağı oluşturabilmekti. Bunu yapmak ise YPG’yi daha fazla kuzeye doğru yönlendirerek Arap aşiretlerini YPG’den bağımsız kılıp güçlendirmek anlamına geliyor. Yaşanan son olayların akabinde PKK/YPG’nin aşiretler lehine bazı tavizler vermesi de bu perspektifi güçlendiriyor.

Burada Tenef bölgesindeki ABD’nin Suriyeli muhalif güçlerle birlikte kontrol ettiği hatta kadar uzanacak bir bölge, Suriye’deki Elbu Kemal ile Irak’taki El-Kaim arasındaki sınır kapısı geçişini de kesecek bir girişim. Bu adım atılabilirse İran’ın Irak üzerinde Suriye’ye doğru uzanan lojistik hattı tamamen kesilecek, ülkedeki Tahran etkisi kırılacak ve İsrail’in güvenliği tahkim edilecek. Elbette bu senaryo hayata geçirilecekse PKK/YPG’nin fazla küstürülmeden dizayn edilmesi gerekiyor. Zira bazı bölge uzmanları ilgili aşiret isyanı üzerinden atılacak bu adımların ABD’nin işini kolaylaştırabileceği görüşüne sahip. Ancak Washington yönetiminin şu ana kadar ki hareket tarzı özellikle de Biden döneminde bu tarz riskli büyük hamleler içerisine girmediğini ve girmeyeceğine işaret ediyor.

Diğer bir senaryo ise Türkiye’nin Arap aşiretlerine destek verip yönlendirdiği hususundaki yaklaşımlar. Türkiye, Suriye iç savaşı boyunca Arap aşiretleriyle hep yakın çalıştı, onlara önem verdi ve kazanmaya değer buldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da yaşanan olaylardan sonra bölgedeki PKK varlığının kabul edilemez olduğunu ve ilgili bölgelerin Arap aşiretlerine ait olduğunu vurguladı. Keza yine Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) kontrolü ve nüfuzu olan bölgelerdeki Arap aşiretlerinin mobilizasyonuna ve PKK terör örgütüne cephe açmalarına müdahale edilmedi hatta kolaylık gösterildi. Bununla birlikte ne TSK ne de Milli Ordu unsurları çatışmalara dahil olmadı. Göründüğü kadarıyla Türkiye de halihazırda Suriye’de yeniden büyük bir çatışma dalgasının başlamasını arzu etmiyor. ABD ve Rusya gibi muhataplarıyla Suriye sahasında yeni bir eskalasyon yaşamak arzusunda değil. Rusya ara buluculuğunda Esed rejimi ile diplomatik temaslar devam ediyor. Dolayısıyla Ankara belli araçlarla Arap aşiretlerinin terör örgütüne karşı haklı isyanına destek vermiş olsa da Türkiye’yi tam anlamıyla bu isyanın arkasındaki devlet ve güç olarak okumak çok yanlış olacaktır.

Özetle Türkiye’nin ortaya koyduğu “Bir terör örgütüyle diğer terör örgütüne karşı mücadele edemezsiniz” tezi bir kez daha haklı çıkmıştır. ABD’nin bölgenin demografik gerçeklerine ve sosyolojisine karşı bir şekilde PKK/YPG terör örgütüyle burada kalıcı bir şey inşa edemeyeceğinin görülmesi açısından da yaşananların anlamlı sonuçları olmuştur. Son tahlilde ilgili isyan bastırılsa dahi bir şeyi net şekilde göstermiştir: Bölgede eninde sonunda demografik gerçekler kazanacak, bir etnik azınlık üzerine terör örgütü üzerinden sözde terör devletçiği kurma çabaları ise boşa çıkacaktır.

Etiketler: