Normalleşmenin Mantığı ve Zamanlaması

Doğu Akdeniz yetki alanlarının paylaşımı ve Libya dosyaları ile yakından ilgili olan Ankara-Kahire yakınlaşması dolaylı olarak Ankara-Abu Dabi arasında yeni bir sayfa açma anlamına gelmekte.

Türkiye ve Mısır arasındaki normalleşme arayışında yeni bir adım daha atıldı. İstihbarat başkanları ve dış işleri bakanlarının görüşmesinden sonra dün Dışişleri Bakanı Yardımcısı Sedat Önal başkanlığında bir Türk heyeti Kahire’ye gitti. İki ülke arasındaki müzakerelerin Türk ve Yunan heyetleri arasındaki görüşmelere benzemeyeceği açık. AB’nin “Ankara ile görüş” baskısı altındaki Atina, maksimalist taleplerinden vazgeçme niyetinde değil. Zamana oynuyor ve yeni gerilimlerden medet umuyor. Halbuki Türkiye’nin Mısır ile yürüttüğü normalleşme farklı bir bölgesel düzleme oturuyor. ABD’nin Suudi Arabistan’ı Yemen’de yalnız bırakması ve İran ile nükleer anlaşmaya giderek yaklaşması Ortadoğu’daki güç denkleminde yeni hareketlilikler üretiyor. İran Dışişleri Bakanı Zarif’in Kasım Süleymani’nin Ruslarla birlikte 2015 nükleer anlaşmasını engellemeye çalıştığını söyleyen ses kaydının yayımlanması Tahran’ın da Washington ile anlaşmak istediğini düşündürüyor. Beyaz Saray’ın Ortadoğu temsilcisi McGurk’ün bu hafta Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Ürdün’e giderek İran ile nükleer anlaşmaya dönüş için müttefiklerinin kaygısını gidereceği medyaya yansıdı. Yine Çin’in İran ile 400 milyarlık “stratejik” anlaşması, Aramco’dan hisse alma isteği, Rusya’nın birbiri ile ihtilaflı her aktörle ilişki geliştirme arzusu ve Veliaht Muhammed bin Selman’ın İran ile “seçkin ilişkiler kurma” açıklaması bu resme eklendiğinde mevcut hareketliliğin çok aktörlü düzlemi anlaşılabilir.

Riyad beklemede, neden?

Bu sebeple Doğu Akdeniz yetki alanlarının paylaşımı ve Libya dosyaları ile yakından ilgili olan Ankara-Kahire yakınlaşması dolaylı olarak Ankara-Abu Dabi arasında yeni bir sayfa açma anlamına gelmekte. Riyad’ın hâlâ Ankara’ya karşı ticari boykotu devam ettirmesi ve 8 Türk okulunu kapatması bölgedeki normalleşme sürecinden uzak olduğu anlamına gelmiyor. Şurası net, Riyad, Ankara’dan önce Tahran ile konuşmayı tercih ediyor. Ciddi güvenlik sorunu haline gelen Husilerin saldırılarından kurtulup belki de Yemen dosyasından itibarını koruyacak bir formülle çekilmenin peşinde. Bu arada, Ankara’dan gelen “Kaşıkçı cinayetine dair Suudi yargılamalarını saygıyla karşılıyoruz” açıklamasını test ediyor. Şimdilik Biden yönetiminden gelen teskin edici sözlerle rahatlamış olsa da Veliaht Muhammed bin Selman bu dosyanın kendi iktidarının geleceği için önemini çok iyi biliyor. Kaşıkçı dosyasında güven tesis edilmesi konusu Ankara ve Riyad arasındaki en kritik konu. Trump dönemindeki Küre ittifakının ve yeni bölgesel dizayn hamlesinin çökmesi Riyad’ı yeni değerlendirmelere itiyor. Ancak Riyad’ın Tahran ile uzun geçmişe sahip siyasi-mezhepçi rekabetinin yerini hızla yakınlaşmaya bırakması mümkün değil. İran karşıtı bloğa liderlik eden Suudi Arabistan, önü açılan İran ile nasıl rekabet edebilir? Tahran’ın Şii yayılmacı emellerini terk ettiğini mi düşünecek? Aksine ister ılımlılar ister şahinler iktidarda olsun İran, 40 yılda elde ettiği kazanımları tahkim etmeye yönelecek. Bu şartlar altında Riyad, Ankara ile arasındaki sorunları daha hızlı toparlayabilir.

Normalleşmeyi mahkûm etmek isteyenler

Ankara’nın Kahire ile yakınlaşma çabasını “taviz” ya da “Müslüman Kardeşleri satmak” olarak sunanlar var. AK Parti dönemi pro-aktif dış politikanın “çıkmazı” ya da “İhvan kuşağı siyasetinin iflasının kabul edilmesi” olarak değerlendirenler mevcut. Bu tür değerlendirmeler bölgesel dinamizmi sürekli Türkiye aleyhine ve diğer güçler lehine okuma hastalığıyla malul. Otoriter rejimlerden kaçan muhalifleri “satmak” diye bir şey söz konusu olamaz. Sığınanlara kucak açan Ankara’nın bu ülkelerde “rejim değişikliği” gibi bir hedefi zaten hiç olmadı. Dahası, Türkiye dahil Mısır, Suudi Arabistan, İran, İsrail ve BAE’nin içinde olduğu bütün bölgesel güçler kendi menfaatleri için eş zamanlı bir normalleşme arayışında.

Ankara’nın son yıllarda, gerekirse sert güç kullanarak, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Körfez, Kızıldeniz ve Doğu Akdeniz’de gösterdiği etkinlik bu normalleşme döneminde masada elini güçlendiriyor, zayıflatmıyor. Tıpkı diğer bölgesel aktörler için olduğu gibi. Türkiye, bugün normalleştiği ülkelerle dün gerilimler yaşamasaydı bölgenin etkisiz aktörü haline gelirdi. Arap isyanlarını bastıran statükocu güçlerin 2013’ten itibaren Türkiye’yi de hedef aldığını unutmayalım. Normalleşme her iki tarafın iradesiyle ve yeni değerlendirmeleri sonucu gerçekleşebilir.

[Sabah, 4 Mayıs 2021]

Etiketler: