Arşiv: 17 Mart 2022 | Rus güçlerinin saldırısı sonucu başkent Kiev'de 2 kişi hayatını kaybetti. Ukrayna Acil Servisinden yapılan yazılı açıklamaya göre, Rus güçleri Sviatoshynskyi'de depoların olduğu bölgeye saldırı düzenledi. (Foto: Emin Sansar / AA)

NATO’nun Zorlu Misyonu

Putin hem kendi iktidarını sarstı ve Rusya'nın askeri olarak güçlü olduğu imajını zedeledi hem de bir lider olarak işgal öncesi sahip olduğu göreceli saygıyı kaybetti. Daha da önemlisi istediği çok kutuplu sistem içinde güçlü bir Rusya ihtimaline darbe indirdi. En azından böyle bir ihtimali kendi iktidarı döneminde görme fırsatını kaçırdı. Ancak pandoranın kutusunun Batı ve NATO için bundan sonrasında nelere gebe olduğu bir muamma.

Rusya’nın Ukrayna işgali ile birlikte ortaya çıkan yeni jeopolitik manzara bütün aktörleri pozisyonlarını yeniden gözden geçirmeye zorladı. ABD başta olmak üzere bir süredir Rusya ve Çin’in de dahil olduğu büyük güçler, uluslararası sistem üzerinde bir baskı kurarak sistemi dönüştürmeye çalışan bir strateji izlediler. ABD, Biden ile birlikte uluslararası sistemde Amerikan üstünlüğünü korumayı hedefleyen bir strateji izledi. Bu stratejiye göre Çin’in Asya-Pasifik eksenli dengelenmesi ve bölgesel jeopolitik revizyonizm politikasından vazgeçmesi, Rusya’nın ise angajman (siyasi ve askeri düzeyde iyi ilişki kurma siyaseti) ile yatıştırılarak revizyonist politikalardan vazgeçmesi hedeflendi. Biden trans-Atlantik bölgesinde ise temel olarak karşılıklı ilişkilerin tamir edilerek trans-Atlantik ölçekli jeopolitik bir parçalanmanın önüne geçmeyi denemişti. NATO kuşkusuz jeopolitik ayrışmanın önüne geçebilecek en sağlam bağlardan biri olarak önce çıkarıldı. Nitekim örgütün bir savunma örgütü olmasının yanı sıra siyasi değerleri de içine alan kapsamlı bir siyasi proje olduğu sürekli vurgulandı.

Rusya ve Çin tarafından da revizyonist eğilimler, özellikle ABD’nin mütecaviz bir stratejiyi devreye sokmasıyla son dönemlerde artış göstermişti. Rusya, farklı bölgelerde ABD ve Batı’nın bıraktığı boşlukları doldururken Avrasya coğrafyasının ötesine uzanan jeopolitik bir etki oluşturmaya çalıştı; Çin de kendi bölgesinde birincil güç olma; geri kalan alanlarda da ekonomik ve siyasi bir oyuncu olma stratejisini derinleştirmeyi denedi. Avrupa ise bu sırada “stratejik özerklik” hedefini derinleştirecek bir yol haritası oluştururken ABD-Rusya-Çin denkleminde Avrupa’yı bütünsel bir jeopolitik oyuncu yapmaya çalıştı.

Ancak Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi bir süredir hâkim olan jeopolitik manzarayı tersine çevirdi. Rusya, Batı karşısında hamle yapma üstünlüğünü jeopolitik bir kazanıma dönüştüreceğini sanarak ve sabırsız bir şekilde davranarak büyük bir hata yaptı. ABD, Çin’e odaklanan siyasetinde önceliğinin Rusya olması gerektiğini göremedi ve Putin’i hafife aldı. Avrupa ise her zaman olduğu gibi hazırlıksız yakalandı. Çin ise kendisine karşı kurulması planlanan baskıyı şimdilik savuşturacak bir zaman kazanmış oldu. Sonuç olarak Ukrayna işgali öncesi var olan jeopolitik manzara büyük ölçüde yeniden ele alınmak durumunda kaldı.

Yeniden hesap yapmak zorunda olan ilk aktörlerden biri de kuşkusuz NATO oldu. Brüksel’de geçtiğimiz gün düzenlenen olağanüstü liderler zirvesi tam da böylesi bir yeniden hesaplamanın görünür olduğu bir zemin sağladı. Peki NATO liderler zirvesi bize ne söylüyor?

Belki de en önemsenmesi gereken hususlardan biri NATO-Rusya arasındaki ilişkinin Ukrayna işgali sonrasında nasıl kurulacağı noktasında yaşanan belirsizlik. Kuşkusuz bir biçimde Rusya’nın bu stratejik hatası NATO’yu yeniden konsolide etti ve NATO’nun Rusya’ya yaklaşımında kapanması zor bir açık oluşturdu. Ukrayna’da başarılı olup olamayacağı sorusu bir kenara bırakılırsa Rusya’nın NATO’nun tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi konvansiyonel bir askeri tehdit menziline girdiğini söyleyebiliriz. Zira Ukrayna’nın işgalinin ardında yatan itici neden, Moskova için NATO’nun Rusya’nın yakın çevresine askeri ve siyasi olarak nüfuz etmesiydi. Bu tehdit algısını sözle ifade etmek yerine askeri işgalle karşılık vermeyi tercih eden Putin, NATO’nun tam anlamıyla menziline girmiş oldu.

Bu kısmen yeni bir durum anlamına geliyor ve NATO-Rusya yakınlaşması ve iyi komşuluk siyasetini sonlandırıyor. Dolayısıyla NATO’nun Rusya’ya yönelik yaklaşımında angajman siyaseti terk edilerek NATO’yu Rusya karşısında yeniden konumlandıran sert bir rekabet döneminin kapısı aralanmış durumda. Böylece Sovyetleri çevreleme siyasetinin hâkim olduğu Soğuk Savaş stratejik konsepti terk edilerek, Rusya’nın konvansiyonel olarak askeri ve siyasal bir tehdit olarak yeniden üretilmesi sürecine geçilmiş durumda.

İkinci önemli husus ise NATO’nun stratejik dönüşümünün merkezi unsurlarını gördüğümüz stratejik konseptin hızlı bir değişim baskısıyla karşılaşmış olması. NATO 2030 vizyon belgesi bağlamında kapsamlı bir stratejik vizyon tartışması ortaya çıkarılmış olsa da söz konusu belgenin Ukrayna işgali bağlamına oturan yeni jeopolitik manzarayı kapsamadığı oldukça açık. Daha çok tehditlerin melez yapısını, savaşın değişen doğasını, terör ve siber alanları merkeze alarak Çin’i de gayri resmi olarak rakip ilan eden bir stratejik konseptin işlerliğinin kalmadığı görülmüş oldu. Bu nedenle Haziran’da Madrid’de gerçekleşecek olan liderler zirvesinde yeni stratejik konseptin ilan edilerek Rusya’nın NATO üyesi ülkeler için asıl tehdit olduğu vurgusu daha fazla öne çıkarılmak zorunda kalınabilir. Öte yandan NATO üyesi ülkeler arasındaki bütünlük başta olmak üzere, caydırıcılık ve savunma paradigmasının da değişmesi gerektiği yeni stratejik konseptin merkezinde yer almak zorunda.

Stratejik konseptin yeni hali de bizi üçüncü hususa götürüyor. Konvansiyonel silahlanmanın dışında harbe hazırlık başta olmak üzere kapsamlı bir askeri modernizasyonu ve teknolojik sıçrama ihtiyacı Rusya’nın işgal girişimiyle hızlandırılmak zorunda kaldı. Nitekim başta Almanya olmak üzere ittifakın askeri güç ve hızlı mukavemet için hazırlık kapasiteleri zayıf olan ülkelerinin bu açıklarını acil bir şekilde gidermeleri gerektiği NATO’nun yakın vadeli hedefleri arasına açık bir şekilde girmiş oldu. Almanya’nın 100 milyar Avroluk yeni yatırım kararı bu bakımdan çarpıcı bir misal oluştururken, ittifakın Rusya’nın etki alanına açık üye ülkelerinin de daha hızlı bir biçimde savunma açıklarını kapatmaları, ittifakın birincil önceliği olarak öne çıkmış durumda. Bu durum savunma harcamaları konusunda isteksiz olan üye ülkelerin de oyuna dahil olmalarına neden oldu. Dolayısıyla Rusya’nın NATO’yu korkutma ve caydırma siyaseti ters bir etki ortaya çıkararak Rusya’ya yönelik jeopolitik oryantasyonu canlı hale getirdi.

Peki bu üç önemli husus bize yakın vadeli gelişmeler açısından bakıldığında neler söylüyor? Birincisi, Rusya’nın tehdit menziline yerleştirilmesinin rekabetçi ve kısıtlayıcı bir bölgesel düzenin ortaya çıkmasına neden olabileceği. Bu rekabetçilik ve kısıtlayıcılık sadece NATO üyesi ülkeler için değil aynı zamanda Rusya için de daha agresif bir dış politika oryantasyonunun oluşmasına neden olabilir. AB’nin yeni ilan ettiği Stratejik Pusula’nın içine göz atıldığında, Avrupa’nın kendisini sözde NATO’ya alternatif olmayan bir Avrupa ordusuna hazırladığı ve daha özerk hareket etme niyetinde olduğu anlaşılabilir. İkinci mesele ise yeni ve hızlı olmak zorunda olan caydırıcılık ve savunma kabiliyetinin doğuracağı ekonomik yükle bunun kıta ölçekli silahlanma rutinini bozma ihtimali. Bu ihtimal Avrupa-NATO ve Rusya arasında güvenlik ikileminin derinleşmesine ve çatışma riskinin artmasına neden olabileceği gibi kapsamlı bir savaş riskini de arttırabilir.

Sonuç olarak, Rusya Ukrayna işgal girişimiyle pandoranın kutusunu açmış oldu. Putin hem kendi iktidarını sarstı ve Rusya’nın askeri olarak güçlü olduğu imajını zedeledi hem de bir lider olarak işgal öncesi sahip olduğu göreceli saygıyı kaybetti. Daha da önemlisi istediği çok kutuplu sistem içinde güçlü bir Rusya ihtimaline darbe indirdi. En azından böyle bir ihtimali kendi iktidarı döneminde görme fırsatını kaçırdı. Ancak pandoranın kutusunun Batı ve NATO için bundan sonrasında nelere gebe olduğu bir muamma.

[Sabah, 26 Mart 2022]

Etiketler: