Norveç’in Stavenger şehrindeki NATO tatbikatında yaşanan skandal Türkiye kamuoyunda ciddi bir ortak öfke oluşturdu. Hem iktidar hem muhalefet Atatürk ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yapılan hakaret nedeniyle NATO’yu sert şekilde eleştirmekte birleşti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan meselenin “özürle geçiştirilmeyeceğini” söyleyerek “hedefinTürkiye” olduğunu vurguladı. Bu tür bir skandalın basit bir dikkatsizlikten kaynaklanmadığı ortada…
Tatbikat materyaline Batı başkentlerinin uzun süredir alan açtığı “Türkiye karşıtlığı” sızmış bulunuyor… Her aktivitesini bir dizi kontrolden geçiren NATO’nun genel sekreterinin ya da Norveç savunma bakanının özrünün teskin edici olmaması da son dönemdeki gidişatla yakından alakalı.
NATO’nun 15 Temmuz darbe girişimine yaklaşımı ve FETÖ’cü subayları iade etmemesi aradaki güveni yıkıcı bir etkide bulundu. Yine ABD ve AB ile ilişkilerdeki gerginlik konuları bir şekilde NATO düzlemine de yansıyor.
Batı başkentlerinde Erdoğan’ı “diktatör” olarak resmeden bazı çevrelerin yürüttüğü “Türkiye’yi NATO’dan çıkarma” kampanyası da cabası… İşte böylesi bir ortamda Atatürk ve Erdoğan’ın “hedef tahtasına” yerleştirilmesi Türkiye’de de “NATO üyeliğini” sorgulama tartışması yarattı.
Türkiye’nin menfaatlerini dikkate almayan bu ittifakın 1960 darbesinden itibaren her darbe ve muhtıranın arkasında olduğu hatırlatılarak kaybolan güvene işaret ediliyor. Bu tartışmanın uç noktasını ise “düşmanca yaklaşımlarda” bulunan “NATO’dan artık ayrılalım” görüşü oluşturuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı merkezli uluslararası sisteme adaletsizlik eleştirisi de müttefiklerine “bu nasıl dostluk” sorgulaması da hakkaniyetli bir ilişki arayışının tezahürü. Batı ile ilişkilerin asimetrik boyutunu tashih etme niyetine yönelik. Yani eleştiriler Batı’yı “kötülemek” amaçlı değil. Batı’yı toptan reddeden özcü bir yaklaşım hiç değil. Bu sebeple NATO’yu Türkiye’nin menfaatleri gereği eleştirmek bir an önce ayrılma kararını vermeyi gerektirmez.
Dünyanın nereye gittiğinin analizine ve kalıcı menfaatlerin rasyonel hesaplamalarına dayanmalı. Trump yönetiminin Transatlantik ilişkilere getirdiği belirsizliğin ve AB’nin 23 üyesinin savunma alanında işbirliği için imzaladığı PESCO’nun (Kalıcı yapılandırılmış İşbirliği Savunma Anlaşması) nereye gittiği netleşmeden “ayrılalım” gündemine saplanmayı rasyonel bulmuyorum.
ABD, Çin, Rusya ve Avrupa arasındaki rekabetin nasıl bir güven(siz)lik ortamı oluşturacağı görülmeden tek taraflı olarak kendimizi bağlamamız gerekmiyor. AB ve NATO gibi çok taraflı ilişkiler yıpransa da gelen belirsizlik döneminde hâlâ stratejik önemde.
Küresel ve bölgesel anaforların ortasındaki bir ülke olarak hem bunları eleştirerek korumak hem de çeşitli aktörlerle ikili ilişkileri geliştirmek durumundayız. Bu formül Batı ile gergin bir ilişkiyi koparmadan yönetmek demek.
Türkiye’yi “ötekileştiren” kampanyaların gündemi bizi tersinden esir almasın.
[Sabah, 21 Kasım 2017]
Etiketler:
- Yorum
- 15 Temmuz 2016 FETÖ Darbe Girişimi
- ABD
- ABD Başkanı
- ABD Devlet Başkanı
- Asimetrik
- Avrupa
- Avrupa Birliği (AB)
- Başkan Recep Tayyip Erdoğan
- Batı
- Batı Basını
- Batı Medyası
- Bölgesel Aktörler | Küresel Aktörler
- Çin Halk Cumhuriyeti
- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
- Diplomasi
- Donald Trump
- Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)
- Hakaret
- İktidar
- Muhalefet
- Mustafa Kemal Atatürk
- NATO
- NATO Üyeliği
- Ortadoğu
- PKK
- PKK - YPG - SDF - PYD - YPJ - SDG - HBDH - HPG - KCK - PJAK - TAK - YBŞ
- Recep Tayyip Erdoğan
- S-400 Hava Savunma Sistemi
- Sabah Gazetesi
- Savunma
- Suriye
- Suriye İç Savaşı
- Suriye Krizi
- TDP
- Terör
- Trump Yönetimi
- Türk Dış Politikası
- Türk ve Türkiye Karşıtlığı
- Türk-Amerikan İlişkileri
- Türkiye
- Türkiye-ABD İlişkileri
- Uluslararası İlişkiler
- Uluslararası Medya
- Yabancı Medya