Muhafazakarların Penceresinden ‘Gezi’

Muhafazakar kesimin çoğunluğu, Gezi'deki Erdoğan karşıtlığını, Erdoğan'ın temsil ettiği İslami kimlik ile son 10 yılda yaşanan toplumsal dönüşümün reddiyesi olarak algıladı.

Türkiye’de Mayıs-Haziran 2013 tarihlerinde yaşanan ‘Gezi Parkı’ protestoları üzerine her geçen gün gelişen bir literatür mevcut. Bu literatür, birbirine rakip iki anlatı üzerine inşa ediliyor. Gezi Parkı protestolarını destekleyen kesim; protestoların katılımcı profili, kullandığı söylem ve hedefinde yaşadığı dönüşümü dikkate almayan, bunun yerine protestoların ilk dönemine yoğunlaşan bir resim çiziyor. Barışçıl eylem yöntemi, özgürlükçü ve çevreci söylem, polis şiddeti ve hükümetin uzlaşmaya kapalı sert söylemi, bu resmin ana motiflerini oluşturuyor.

Protestolara karşı mesafeli duran, ekseriyetini muhafazakar/dindar kişilerin oluşturduğu kesim ise ‘Gezi’ resmini, ilk dönemindeki barışçıl yapıdan ziyade yaşadığı dönüşüm üzerinden, eylemlerin ikinci evresine hâkim fotoğraf üzerinden okumayı tercih ediyor. Muhafazakarlar/dindarlar; Gezi eylemlerini, ilk haftasından sonra evrildiği yapı itibarıyla, hükümete karşı kalkışma, sandıkta başarılamayanı sokakta başarmaya çalışma, siyaset dışı yollarla siyasete rota çizme ve en önemlisi Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) döneminde yaşadıkları sosyo-ekonomik mobilizasyona karşı bir hazımsızlık ve tepkinin dışa vurumu şeklinde okudular. Bu okumayı bir siyasal, tarihsel bağlam ile zihni harita üzerine oturtmaları, kanaatlerini perçinleme işlevi gördü.

Muhafazakar/dindar kesim; Gezi eylemlerini, daha önce yaşanan askeri darbelerin “sokak/gençlik hareketleri” ile kurduğu bağ ile “özgürlük” sloganlarının akabinde gelen baskıcı dönemlerin süzgecinden geçirerek yorumladı. Bu kesimin tarihsel hafızası, “sokak/gençlik hareketleri” olarak kodlanan eylemlerin daha özgür ve demokratik değil aksine daha “baskıcı” ve “otoriter” dönemlerin habercisi olduğuna hükmetti.

GEZİ EYLEMLERİNE YOL AÇAN DİNAMİKLER

Polisin aşırı şiddet kullanımı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti hükümeti üyelerinin sert söylemi, idari kanalların süreç yönetimindeki başarısızlıkları, Gezi’nin en başında verilen mesajın anlaşılamaması, siyasal iradenin toplumsal bir hadiseyi asayiş sorunun indirgemesi gibi faktörlerin tümünün, Gezi’de yaşanan öfke patlaması veya boşalmasına sebebiyet verdiği muhakkak. Fakat muhafazakar cenahta, Gezi eylemlerinin sadece bu tür arızi-konjonktürel faktörler üzerinden okunamayacağı, bu eylemlerin daha yapısal temellere dayandığı inancı hakim. Bu ayrım, SETA Siyaset Araştırmaları Direktörü Hatem Ete’nin, Gezi eylemlerine yol açan dinamikleri açıklarken kullandığı “öfke patlaması” (konjonktürel faktörlerin eseri) ve “öfke birikmesi” (yapısal faktörlerin sonucu) ayrımında en berrrak ifadesini buluyor. Gezi’deki öfke patlamasının, tam da yukarıda bahsedilen arızi faktörlerin eseri olduğu söylenebilir.
Bunun yanında, AK Parti iktidarı döneminde yaşanan elit değişiminin, daha önceki imtiyazlı kesimlerde yarattığı öfke birikimi; vesayetin gerilediği, siyasetin sahicileştiği bir dönemde muhalefetin bir türlü AK Parti karşıtı cephenin siyasal talep ve arzularının sözcülüğünü yapamaması yanında geleceğe dair de bu yönde bir umut vaat edememesi, protestoların temel unsuru olarak görüldü. Keza muhalif taleplerin siyasal kanallara taşınamaması yüzünden toplumun bir kesiminin sistemde temsil edil(e)meme krizi, siyasal merkezin AK Parti ve Erdoğan eliyle form değiştirmesi ve benzeri faktörler, Gezi eylemlerini ortaya çıkaran yapısal faktörler olarak analiz edildi.

EYLEMCİLERİ SİYASAL HARİTADA KONUMLANDIRMA

Gezi’nin ilk evresinde, eylemlerin tanımlanması güç, amorf ve spontane yapısı gibi eylemcilerin kimlik tespitinde de güçlük çekildi. Konvensiyonel siyasal haritaya konumlandırılamamaları, eylem(ci)leri güçlü kılan bir unsurdu. Bu da eylemlercilerin kimlikleriyle alakalı adeta mistik bir hâl alan anlatıların üretilmesine yol açtı. Örneğin Ertuğrul Özkök, eylemcileri “sınıflar üstü, nesiller üstü, cinsiyetler üstü, kibirler üstü, duygular üstü, partiler üstü, tavırlar üstü ve takımlar üstü” olarak tanımlıyordu. Buna karşın, muhafazakar kesim, eylemci profili tasnifini soyut tasvirlerden ziyade daha somut gruplar üzerinden yaptı.

Gezi Parkı protestolarının geniş bir toplumsallığa dayandığı yadsınamaz. Farklı toplumsal kesimlerden birçok insan, farklı saiklerle bu protestolar içerisinde yer aldı. Bu süreçteki ağırlıkları ve etki güçleri dikkate alındığında, 5 farklı toplumsal kesimden (eylemlere katılanlar tabii ki sadece bunlardan ibaret değillerdi) ismen bahsedebiliriz:

Eylemlerin özellikle ilk evresinde en baskın grubu teşkil eden ve çevreci saiklerle hareket eden, şehirli orta-sınıf demokrat-özgürlükçü kitle. Bu kitle, protestolara moral ve sempati aşılayan bir işlev gördü. Onların yanında, eski rejimin (Kemalist) imtiyazlı sınıfı, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) sosyal tabanı, Aleviler ve radikal sol örgütler, Gezi Parkı protestolarında yer alan diğer baskın kesimlerdi.

CHP’nin seçmen tabanı ile Aleviler, Gezi eylemlerinin kitleselleşmesini sağlayan en önemli toplumsal gruplardı. Mesela, protestoları meydanlardan çıkarıp mahallelere, ara sokaklara ve apartmanlara kadar sokan “tencere-tava çalma” eylemlerinin, Ankara ve İstanbul’da görece en yoğun yaşandığı ilçelerin aynı zamanda CHP’li belediye başkanlarının yönettiği ilçeler olması, bu tespiti teyit eden bir durumdur. Radikal sol grupların varlığı ise bu eylemleri kısmen kriminalize eden bir etki yaptı.

Radikal sol örgütleri paranteze alacak olursak, mevzubahis grupların, birbirleriyle tamamen örtüşmeseler bile, kendi içlerinde önemli geçişkenlikler taşıdıkları aşikar. Örneğin; Kemalist kesim ile Alevi toplumunun önemli kısmının aynı zamanda CHP’nin seçmen kitlesini oluşturduğu, genel ve yerel seçimler ile anketlerin doğruladığı bir vakıadır. Ancak o kesimlerin hepsinin de Gezi eylemlerine aynı motivasyon, gerekçe ve hedeflerle katıldığı iddia edilemez.

Seçkinci Kemalist sınıfın daha önceki imtiyazlarını yitirmesi, makbul ve dolayısıyla da “meşru” vatandaş babında görmediği bir toplumsallık ile siyasallığın güçlü iktidarına “maruz” kalması, bu kesimin AK Parti/Erdoğan karşıtlığının temel motivasyonunu teşkil ediyor.

Buna karşın; Alevilerin birçok haklı taleplerinin henüz makes bulmaması, Sünni olarak kodlanılan bir siyasal yapının güçlü iktidar dönemi, bu dönemin gelişen söylem ve politikasının onları dışladığı inancı ve bu inancı besleyecek bürokratik yapıdaki değişim, Alevi kesimin muhalif cephedeki rolünü pekiştiriyor. Orta Doğu siyasetinde mezhep merkezli derinleşen yarılmanın Suriye krizi üzerinden Türkiye iç siyasetine de nüfuz etmesi, Alevi toplumunda öfke birikimine yol açıyor.Tüm bunlar da Alevilerin, Gezi ve benzeri toplumsal hareketlerin en zinde tabanını oluşturmalarının zeminini hazırlıyor.

Daha farklı ifade etmek gerekirse, her toplumsal kesimin protestolara katılım motivasyonu, farklı sınıfsal ve kimliksel gerekçelerden besleniyordu. Yine de sayılan grupların (radikal sol hariç) spontane gelişen biraraya gelmelerinin asgari müşterekleri de gözardı edilemez. Bu müşterekler; üzerine oturduğu sekülerlik ortak zemini ile Erdoğan’ın siyasal sistemi domine eden liderliği ve sert söylemi, siyasal merkezin “muhafazakar” değerler üzerinden inşa edilme olasılığına/çabalarına karşıtlık oluşturmaktaydı.

‘MUHAFAZAKAR MAHALLE’NİN EYLEM ARKA-PLANI OKUMASI

Muhafazakar kesimin büyük kısmı, Gezi’deki Erdoğan karşıtlığını sadece Erdoğan’ın şahsına bir itiraz olarak okumadı. Tam aksine, oy verdiği Başbakanı’na yönelik reddiyeyi, Erdoğan’ın temsil ettiği muhafazakar/İslami kimlik ile son 10 yılda yaşanan toplumsal dönüşümün reddiyesi olarak algıladı. Yani bu itirazı, aynı zamanda kendisinin kültürel ve siyasal kodları ile iktisadi mobilizasyonuna yönelik bir itiraz olarak değerlendirdi.

Protestoların sürdüğü 16 Haziran 2013 günü Erdoğan’ın İstanbul, Kazlıçeşme’de düzenlediği mitinge katılan olağanüstü kalabalık, normal AK Parti mitinglerinin ortalaması üzerinde atılan dini ve muhafazakar sloganlar ve mitinge katılanların toplumsal kompozisyonu, bu inancı teyit eden nitelikteydi. Benzer durum, AK Parti hükümeti üyeleri ile bazı bürokratlara yönelik 17 Aralık 2013 Operasyonu’nun ana temayı oluşturduğu İ23 Mart 2014 İstanbul yerel seçim mitinginde yaşandı. Bu fotoğraf, AK Parti seçmeninin, kriz anlarında parti lideri, parti ve kendisi arasında güçlü bir bağ kurup lidere yönelik bir girişimi açıkça tabanda kendine yönelik bir operasyon olarak gördüğüne işaret ediyor.

Bu tür krizlere rağmen, AK Parti’nin 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde oy kaybetmemesinin ana nedeni, daha önce Nur Vergin’in AK Partinin seçim başarılarını açıklamak için kullandığı ‘sosyoloji ile siyasetin buluşması’ halinin, geçen zaman dilimine rağmen devam etmesinden kaynaklanıyor. Muhafazakar sosyoloji, hâlâ kendi geleceği ile AK Parti ve Erdoğan arasında güçlü bir bağ kuruyor. Bu bağ kurma da siyasal alana, güçlü parti sadakati şeklinde yansıyor.

GEZİ NE ÜRETTİ?

Türkiye, Gezi Parkı eylemleri sırasında zayıf kurumsal siyasetin bedelini ağır şekilde ödedi. Kürt meselesi, din-devlet ilişkileri, sivil-asker ilişkileri gibi temel meselelerin, 80’li ve 90’lı yıllarda derinleşip içinden çıkılmaz bir hal alması, vesayetçi yapının yol açtığı zayıf siyasetten kaynaklanıyordu. 2000’lerde siyasal sistemin vesayetçi etkilerden arındırılması, siyaseti sahici bir aktör kıldı. 2010 anayasa değişikliği referandumu, bunun tescilinden ibaretti. 2010’dan itibaren temel meselelerin hepsinde çözüm veya çözümsüzlüğün adresi artık kurumsal siyasetti.

Birçok parti-hareket, bu bilinç nedeniyle kısmi iç değişimlere gitti. Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığından sonra CHP, böyle bir arayışı yansıtıyordu. Siyaset dışı yollarla siyaseti etkilemenin imkanlarının ortadan kalktığını düşünen CHP, kurumsal/konvensiyonel siyasetini güçlendirme arayışına girdi. Benzer şekilde, PKK örgütünün lideri Abdullah Öcalan, daha önce dile getirdiği devlet (asker-sivil bürokrasisi) ve hükümet ayrımını terk edip, ki daha önce Kürt meselesini devlet (siyasal iktidar ile değil) ile çözeceğini ifade ediyordu, Kürt meselesini siyasal iktidar ile çözme stratejisini geliştirdi. Bütün bunlar, Türkiye’de kurumsal/konvensiyonel siyasetin güçlendiğinin emareleriydi.

Ama Gezi Parkı süreci, tekrardan ibreyi konvensiyonel olmayan siyasete doğru evriltti. Hak veya taleplerin kurumsal siyasal kanallardan ziyade sokakta verilen mücadeleler ile alınacağı inancı gelişti. Bu tarihten beri hem iktidar hem de muhalefet “sokak” gündemli bir siyasal gündeme esir olmuş gözüküyor.

AK Parti iktidarı, sokak hareketlenmelerinden tehdit algılayıp bu nedenle sert tedbirlere başvururken, muhalefet ise (özellikle CHP’nin şahsında vücut bulan) bu hareketlerden medet umma yolunda gidiyor. Bu durum, iktidarı sürekli mütekayyiz kılıp sokak hareketlenmelerine karşı reaktif olmasını sağlarken; muhalefetin ise konvensiyonel siyasal mecralardan güçlü ve kurumsal bir siyaset üreterek mücadele etmek yerine konvensiyonel olmayan siyasete göz kırpmasına yol açıyor. Bu zaviyeden bakıldığında Gezi Parkı eylemlerinin, an itibarıyla umulanın aksine, siyasal alanı daha açık, katılımcı, şeffaf ve güçlü olmasını sağlamadığı öne sürülebilir.

Hülasa, Gezi Parkı eylemleri, yeni bir söylem üretti. AK Parti karşıtı muhalif hareketin önemli bir referans noktası haline geldi. Bugün bir Türkiye vatandaşıının Gezi anlatısı, önemli ölçüde siyasi yelpazede nerede durduğunu da gösteriyor. Yani Gezi, siyasal bir ayraç işlevi görüyor. Ancak aradan geçen bir yıl, Gezi’nin bu söylem ve referans noktasından somut bir kimlik ve siyaset üretemediğini de ortaya koyuyor.

Gezi Parkı eylemleri ile ortaya çıkan siyasal enerji ve Gezi’nin vesile olduğu siyasallaşmanın nasıl bir mecrada yol alacağını zaman gösterecek. Eğer bu enerji, kurumsal siyaseti güçlendiren bir işlev yüklenirse, Türkiye demokrasisinin daha kurumsal ve sofistike bir hâl almasına katkı sunacak. Aksi bir durum, Türkiye’nin kurumsal siyasetini zayıflatacağı gibi demokrasisi için de sükût-u hayal olacaktır.

[Al Jazeera Türk, 30 Mayıs 2014]

Etiketler: